Rusya Bölünürse Türk Dünyası Büyür mü, Yoksa Kaos mu Gelir?

15 Aralık 2025

Yıllar önce Londra’da bir güvenlik konferansında, aynı oturumda konuştuğumuz dönemin İngiliz Savunma Bakanı’na doğrudan bir soru sormuştum. Rusya, Güney Osetya’yı ve Abhazya’yı fiilen işgal etmişti. Batı ise bu açık ihlallere birkaç cılız protesto dışında ciddi bir karşılık vermemişti.

“Bu sessizlikle Rusya’yı cesaretlendirmiyor musunuz?” diye sordum.

“Böyle tepki vermezseniz, sonunda daha ileri gitmeyeceğini nereden biliyorsunuz?”

Bakan, kendinden emin, hatta biraz da öğretici bir ifadeyle bana döndü:

“Sovyetler Birliği Afganistan’ı işgal ettikten sonra çöktü. Çünkü ekonomik olarak bunu sürdüremedi. Rusya da aynı hatayı yapıyor. Sabırlı olun. Rusya dağılacak.”

Aradan geçen yıllar, bu cevabın bir stratejiden çok temenniye dayalı bir okuma olduğunu gösterdi.

Rusya dağılmadı. Aksine, Donbass’a girdi. Kırım’ı fiilen Rus toprağına kattı. Moldova üzerinde baskıyı artırdı. Baltıklar için açık bir tehdit hâline geldi. Karadeniz’de Türkiye açısından yeni bir egemenlik tartışmasının kapısını araladı. Balkanlarda mevcudiyetini hissettiriyor. Kazakistan ile oradaki etnik Rus nüfusu savunmak için çatışma senaryoları konuşuluyor. Suriye’ye askeri olarak müdahil oldu; sahadan kısmen çekildi ama Wagner ve benzeri yapılar üzerinden Afrika’da varlığını sürdürdü.

Bugün gelinen noktada tablo daha da çarpıcı. Trump’ın yeniden Beyaz Saray’a dönüşüyle birlikte “Rusya ile anlaşmak şart” söylemi yükseliyor. Beyaz Saray’da Zelenski’nin aşağılandığı görüntüler eşliğinde Ukrayna’ya fiilen “ya kabul et ya da kabul et” denilen bir son tarih dayatılıyor. Noel’den önce empoze edilen barış anlaşmasının örtük bedeli ağır: Rusya’nın işgal ettiği toprakların fiilen tanınması.

Hiçbir egemen devlet bunu isteyerek kabul etmez. Ama acı gerçek şu: Ne Avrupa’nın ne de başka aktörlerin Ukrayna’ya sınırsız destek verecek siyasi ve ekonomik gücü kalmış görünüyor.

Yanıltıcı Bir Refleks: “Rusya Zayıflarsa Türk Dünyası Genişler”

Tam bu noktada sıkça sorulan başka bir soru gündeme geliyor:

Rusya zayıflar ya da bölünürse, Türk dünyası büyür mü?

İlk refleks genellikle şu oluyor:

“Rusya bölünürse, içindeki özerk cumhuriyetlerde yaşayan Türk halkları özgürleşir; Türk dünyası genişler.”

Bu düşünce kulağa cazip gelebilir. Ama eksik, bence.

Evet, Rusya Federasyonu içinde yaşayan yaklaşık 25–30 milyon civarında Türk kökenli nüfus var. Resmî sayımlara göre:

•Tatarlar: ~5,5 milyon

•Başkurtlar: ~1,6 milyon

•Çuvaşlar: ~1,4 milyon

•Yakutlar (Saha): ~500 bin

•Karaçay-Balkarlar, Altay Türkleri, Tuvalar, Nogaylar, Hakaslar ve diğerleriyle birlikte sayı hızla büyüyor.

Bu topluluklar sadece nüfus olarak değil, coğrafya ve kaynaklar açısından da kritik. Sadece Saha (Yakutistan) Cumhuriyeti’nin yüzölçümü 3 milyon km²’nin üzerinde; yani Türkiye’nin yaklaşık dört katı. Türklerin yoğun yaşadığı cumhuriyet ve bölgelerin toplam alanı, Rusya Federasyonu topraklarının yaklaşık üçte birine yaklaşan bir coğrafyaya yayılıyor.

Bu topraklar aynı zamanda Rusya’nın elmas, altın, petrol, doğal gaz, kömür ve nadir mineraller açısından en zengin bölgeleri. Yani mesele yalnızca kimlik değil; jeoekonomi ve jeostrateji.

Ama tam da bu nedenle, devletler –özellikle büyük ve silahlı olanlar– çökerken boşluk bırakmaz. O boşluk çoğu zaman başka güçler tarafından doldurulur: Çin, Batı, yerel oligarklar, güvenlik aygıtları, hatta radikal yapılar.

Bu nedenle Rusya’nın ani bir bölünmesi, Türk dünyası açısından otomatik bir “genişleme” değil; yüksek riskli bir belirsizlik anlamına gelir.

Tarihsel Ders: SSCB’nin Dağılması Ne Getirdi?

1991’de Sovyetler Birliği dağıldığında Türk dünyası bağımsızlığını kazandı. Bu tarihsel bir andı. Ama hemen ardından gelen tabloyu da dürüstçe hatırlamak gerekir: ekonomik çöküşler, iç savaşlar, sınır sorunları, kimlik krizleri ve dış müdahaleler…

Azerbaycan–Ermenistan savaşı, Orta Asya’daki otoriterleşme, Çin’in giderek artan ekonomik nüfuzu, enerji gelirlerine aşırı bağımlılık… Bunların hiçbiri “pürüzsüz bir özgürleşme” değildi.

Bu yüzden bugün şu soruyu sormak zorundayız:

Yeni bir parçalanma, bugünkü dünya düzeninde aynı sonucu mu verir; yoksa çok daha sert bir kaos mu üretir?

Asıl Stratejik Soru: Bölünme mi, Güçlenme mi?

Bana göre mevcut konjonktürde asıl mesele Rusya’nın bölünmesi değil; Rusya içindeki Türk halklarının güçlenmesidir. Bu iki şey aynı değil.

Eğer bu topluluklar:

•Ekonomik olarak güçlenirse

•Eğitim, kültür ve dil alanında alan kazanırsa

•Yerel yönetimlerde daha etkili hâle gelirse

•Moskova ile ilişkilerini koparmadan ama daha eşit bir zemine taşıyabilirse işte o zaman Türk dünyası gerçek anlamda büyür.

Bu büyüme harita üzerinden değil; insan sermayesi, kültürel etki ve ekonomik ağlar üzerinden olur. Ve bu, uzun vadede çok daha kalıcıdır.

Putin–Erdoğan Kimyası: Ayakta Tutan Ama Kırılgan Bir Denge

Bugünkü Türkiye–Rusya ilişkilerinin ayakta kalmasında göz ardı edilemeyecek bir unsur var: Putin–Erdoğan kimyası.

Suriye’den Ukrayna’ya, Karadeniz’den enerji dosyalarına kadar pek çok alanda Ankara ve Moskova zaman zaman karşı cephelerde yer aldı. Buna rağmen ilişkiler hiçbir zaman tamamen kopmadı. Bunun nedeni büyük ölçüde iki lider arasındaki doğrudan, pragmatik ve kişisel ilişkiydi.

Bu model kısa vadede krizleri yönetilebilir kıldı. Ama uzun vadede ciddi bir kırılganlık yaratıyor. Çünkü bu ilişki kurumsal değil, lider merkezli.

Putin sonrası Rusya’da ne olacağı belirsiz. Erdoğan sonrası Türkiye için de aynı belirsizlik geçerli. Bu iki lider sahneden çekildiğinde, Türkiye–Rusya ilişkilerinin aynı esneklikle sürdürülebileceğinin hiçbir garantisi yok.

Bu itibarla, nasıl Rusya yüksek aklı Türkiye ve Türki cumhuriyetlerle ilgili bir gelecek senaryosu üzerinde çalışıyorsa Ankara’nın da Rusya üzerine çalışması ve muhtemel senaryoları kriz dönemleri için el altında bulundurması gerekiyor.

Çin Faktörü: Sessiz Ama Belirleyici

Bir diğer kritik unsur Çin. Eğer Rusya zayıflar ve parçalanma riski artarsa, Orta Asya ve Sibirya’daki boşluğu dolduracak ilk güç Çin olur.

Bu senaryo Türk dünyasının lehine değildir. Aksine, yeni bir bağımlılık döngüsünün kapısını aralayabilir.

Harita Değil, Derinlik

Rusya’nın bölünmesi, Türk dünyası için otomatik bir kazanım değildir. Büyük ihtimalle istikrarsızlık, dış müdahale ve yeni bağımlılıklar üretir.

Asıl stratejik hedef şudur:

Haritayı büyütmek değil, derinliği artırmak.

Rusya içindeki Türk halklarının ekonomik olarak güçlenmesi, kültürel olarak görünür hâle gelmesi ve siyasi olarak daha dengeli bir konum kazanması, Türk dünyasının gerçek genişlemesidir.

Tarih bize şunu öğretir:

En kalıcı kazanımlar, başkasının çöküşünden değil; kendi ayakta kalma kapasitemizden doğar.

Türkiye’nin de aklı, tam olarak burada devreye girmelidir.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.