Havalimanları için bir ‘Exit endeksi’ var. Bu endekste uçak yere indikten sonra yolcunun kaç dakikada kendisini nihai hedefine ulaştıracak araca binip havalimanından ayrıldığı hesaplanıyor.
tabii ki bu işi en az sürede başaranlar iyi işletilen havalimanı olarak kabul ediliyor.
Bu ölçümleri hem havayolu şirketleri hem de yolcuya kara transferi sağlayan şirketler sürekli yapıyor.
Şu an gelinen noktada yolcunun domestik uçuşlarda limana gelmesinden sonra aracıyla ortalama 23 dakikada yola çıkmış olması gerektiği söyleniyor. uluslararası uçuşlarda bu süre 38 dakikaymış.
Luxemburg havalimanı 15.5 dakika ile en hızlı çıkış sağlayan havalimanı. bu işi en yavaş yapanın Osaka yakınındaki Kansai havalimanı olduğu belirtiliyor. Onda ortalama çıkış zamanı 80,5 dakika olarak saptanmış.
Atlanta’da neler olduğunu anlatmadan önce her kullandığımda bana Atatürk havalimanındaki eski güzel günleri hatırlatan İstanbul havalimanının bu tür değerlendirmelerin dışında tutulmasının bir zorunluluk olduğunu görmeniz gerekiyor. çünkü bu havalimanını planlayanlar yolcunun rahatını, mutluluğunu değil, onu daha nasıl rahatsız ederiz, nasıl daha yorarız diyerek planmış görünüyor burayı.
neyse ki Atlanta havalimanı var da dünyanın en berbat havalimanı olma kötü şöhretini o elimizden almış durumda.
diyelim ki her orta halli vatandaş gibi araba kiralayıp hedefinize gideceksiniz. eğer bu şanssız planı Atlanta’da uygulama çalışırsanız başınıza şunlar geliyor (bizzat denedim ve bizzat yaşadım):
1- bir defa araba kiralama şirketleri havalimanın içinde uygun bir yerde değil. neredeyse helikopter ile ulaşılmaya uygun uzaklıkta bir yerde bir araya toplanmışlar ve adına da ’ rental car center’ demişler.
2- hiç kimsenin helikopter kiralayacak hali olmadığından, bende de gecenin o saatinde (o an vücut saatim türkiye saatiyle sabah 04.00 civarındaydı) helikopteri finanse edecek bir sponsor bulmaya takat kalmadığından pleblerin yolunu seçtik ve ilk önce bir transfer otobüsüne tıkıştık.
(Plebler (latince: plebeius) Antik Roma’da ayrıcalıklı patrici sınıfından ayrı olarak Roma vatandaşlarının genel bütününü oluştururdu. Bu kavram günümüzde bazı toplumlarda genellikle orta ve alt sınıflar için kullanılsa da Roma döneminde plebler oldukça zengin ve nüfuz sahibi olabiliyordu).
Otobüsün içindekilerin orta ve alt sınıflardan olduğunu size temin ederim, çünkü kucak kucağa oturuyor olsak da neredeyse tümü hiç aldırmadan son derece yağlı olduğu görülen patates cipsi yiyerek doymaya çalışıyordu.
benim birkaç defa midem bulandı, ama çıkardığım takdirde bunun halledilmesi katiyen mümkün olamayacak yeni ve daha büyük sorunlara yol açacağını düşündüğümden kendimi tuttum.
araba kiralama yerine otobüsle yaklaşık yarım saat kadar gittik. Otobüs ne alakası varsa arada bir ormanlık alandan da geçtiğinden bir ara kana susamış zombiler tarafından kaçırıldığımızı ve sonunda bizi yiyecekleri yere götürdüklerini bile düşündüm.
sonunda inlerle cinlerin top oynadığı oldukça karanlık bir yerde otobüs durdu.
ben maksimum bir sinir krizi eşliğinde olduğumdan panik içinde etrafta araba kiralama şirketi neonu ararken nihai durağımızın bu olmadığını ve bir de tren yolculuğumuz olacağını duyduklarıma zor inanarak dinledim.
düşünsenize uçuşla gelmişiniz, arabanıza ulaşmak için önce yarım saat süren bir otobüs seyahatinden sonra bir de tren yolculuğuna çıkmanız gerekiyor.
bu yüzden sevgili okuyucular, anlayışınıza sığınıp bu aşamada samimi hislerimi kısaca ifade etmeme lütfen izin verin.
‘Ulan böyle bir acuzeyi kim planlamışsa onun sadece kendisinin değil tüm ailesinin ve hatta arkadaşlarının da sülalelerinin tüm fertlerinin münasip yerlerine!…’
Bilmem anlatabiliyor muyum?
şimdi içim biraz rahatladı, hikayeye devam edeyim.
Trenle yolculuktan sonra bence ABD sınırları dışında başka bir ülkede (örneğin Meksika gibi bir yerde) olması gereken araba kiralama merkezine nihayet geldik.
sorunların bittiğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz, çünkü asıl sorun orada başladı, bunu da yarın anlatacağım.