Dead man walking

26 Ağustos 2024

Başlıktaki cümle ABD’de idam mahkumları infaz günü hücrelerinden çıkarıldığında infaz hücresine kadar arkalarından bağırılan laftır.

ölümüne yürümekte olan bir insana arkasından ‘ölü adam yürüyor’ diye bağırmak çok hoş mudur, nazik bir tavır mıdır. gayet tabii ki değil ama ben Amerikan insanına biraz daha nezaket, incelik öğretmek için değil, sadece başıma gelen acı olayları yazmak için buradayım.

***

Alabama’dan dönüş günü atlanta havalimanının terminaline girdiğimde ben de arkasından ‘Dead man Walking’ diye bağırılan idam mahkumları gibi hissediyordum. her şey normalmiş gibi gündelik rutin yaşam hareketlerini yapmaya çalışırken kafamda durmadan bu cümle çınlıyordu ve uçağımızın kapısına değil infazımın olacağı yere yürüyor gibiydim.

***

bunun nedenini tam anlamanız için sizi altı saat öncesine, henüz Alabama’daykenki bir konuşma anına götürmeliyim. oğlumla sohbet ediyorduk, içim buruktu, çünkü biraz sonra yola çıkacaktık ve aramızda yine binlerce kilometre olacaktı.

***

oğlum o an bana çok saçma geldiği için üzerinde pek durmadığım bir cümleyi sanki öylesine, sanki şaka yapar gibi söyledi. ‘aktarma yapacağınız Paris uçuşunuz saat 15.30’daysa bu Alabama saatiyle 14.30 anlamına gelir’ dedi.

***

Kendimi bir dahi olarak gördüğümden bence arabayla iki üç saat uzaklıkta iki yer arasında bu kadar saat farkı olabilmesi hem mantıksız hem de imkansızdı.

kafamda kesinleştirdikten sonra bu bilgiyi unutmayı tercih ettim ve daha da vahimi Rana’ya da iletmedim.

***

yani Alabama’dan yola çıktığımızda biz saati 9.30 sanırken Atlanta’da saat 10.30’du ve bu bizim havalimanında bulunmamız gereken saatti.

***

üç saat geçtikten sonra, yani Atlanta’da saat 13.30 iken biz Atlanta girişinde kaybolduk. Hartsfield Jackson adlı havalimanına gitmemiz gerekiyordu ama yol tarif edicimiz bizi durmadan farklı havalimanlarına götürmeye çalışıyordu. rana nedenin ben olduğumu, çünkü şaşı olduğumdan ona durmadan yanlış yönü söylediğimi düşünüyor ve bana artan biçimde sinirleniyordu. o sinirlendikçe iyice panikledim ve genelde Rana’nın yaptığı gibi sağla solu bile karıştırmaya başladım.

***

bu arada bilgiyi Rana’dan gizli tutmaktaydım, ama aslında bizim uçağa alınma saatimiz gelmişti ve biz hala kiralık arabamızı bile geri verememiştik.

neyse bir süre sonra doğru adres olduğuna inandığım bir havalimanı girişine geldik.

***

Geldik ama ben olağanüstü panik içinde girişte Hartsfield Jackson havalimanı değil, Maynard Holbrook havalimanı yazıldığını gördüm.

Bunca kaybolmaktan, bunca bağırış çağırıştan sonra galiba yanlış havalimanına gelmiştik.

***

Bu Maynard Holbrook kimse ben onun tüm sülalesini… çünkü yanlış yere geldik diye neredeyse yüreğime indiriyordu pezevenk. sonra öğrendim ki eski valiymiş ve onu da anmak istemişler Hartsfield Jackson havalimanında. 

size yeminle diyorum, havalimanının gerçek adı daha küçük yazıyordu giriş  kapısında. bu dahiyane fikri de kim düşündüyse ben onun da s….. neyse daha fazla ağzımı bozmama gerek yok, çünkü ne kadar sövsem şu an bile içimde oluşan kötü duyguları  atamıyorum.

***

Doğru havalimanındaydık ama seyahatimizin ‘Görevimiz Tehlike’ (Mission Impossible) bölümü asıl şimdi başlıyordu. kiralık arabayı geri verme noktasını bulmalıydık.

ziftlendikleri hamburgeri bile kendi boylarında yapan Amerikalılar Atlanta havalimanını da Atlanta ve çevresindeki diğer eyaletlerin tümünün toplamından bile daha büyük yapmış.

hem geldiğimiz gece yapmış olduğumuz uzun otobüs ve tren seyahatinden sonra anladığıma göre kiralık araba merkezi Atlanta’da değil Meksika sınırında veya sınır ötesinde bir yerlerde olmalıydı.

***

Gideceğimiz yön pek belli değildi ve gözümüzü  karartıp olsa olsa buradandır diyerek gitmeye başladık. 

bu da havalimanın gerçek adını girişte gizleyen dehanın ayrı bir işi olmalı, çünkü araba kiralama merkezi işaretleri bir noktadan sonra görülmez oldu. ve uçağımızın kapılarını kapaması saati olması gereken bir saatte biz o noktada kaybolduk.

sonra kamikaze ruh hali geldi üzerimize, bir yola daldık ve karşımıza kiralık araba geri verme noktası tamamen tesadüfen çıkıverdi. 

bir daha sefer Atlanta’ya özel gideceğim ve bu havalimanını planlayanları tek tek vahşi biçimde kesin öldüreceğim.

***

şimdi bu aşamada size bir insanın insan sayılması için gereken şartlar hakkında bir ibretlik olay anlatacağım.

Arabaların teslim edildiği bölümde bir kadın çalışıyordu. bence büyük popo ve göğüslere eklemlenmiş bir kafadan oluşan bir vücuttu. Ama yine de o noktada çalışan ve hayatta başka hiçbir işi de olmayan bir kişinin hiç olmazsa oradan uluslararası uçuşlar terminaline nasıl gidileceğini doğru bilmesi gerekmez mi?

bize yanlış yol tarif etti; bunu bile bilmiyormuş kadın. şimdi size soruyorum. her gün orada çalışan bir insanın eğer bu hayata tek bir bilgi bile bilecek olsa en azından bunu bilmesi gerekmiyor mu sizce de ve bunu bile bilemeyen bir kişiye insan demek mümkün mü?

***

neyse birkaç yanlış tren yolculuğundan sonra terminale gideceğimiz otobüsü de bulduk. Yolda bana Rana saat 14.15, uçağa yetişiriz dedi ama aslında saat 15.15’ti, uçak kalkış saati de 15.30’du. otobüs içinde hadise çıkmasın diye ona bunu da söylemedim.

***

son olarak yürüyen merdivenden inerken ameliyatlı ayağımın benden en azından üç dört metre kadar uzağa gitmiş olduğunu ve geriye doğru kaykıldığımı gördüm. tam arkamdaki adam yardım etmese düşüp ölmem işten değildi. aslında daha sonra yaşayacaklarımı düşündüğümde bunun o an olmasını istedim de.

***

terminale girerken biraz sonra bütün gerçekler ortaya çıkacağından kafamda durmadan ‘Dead man Walking’ cümlesi çınlayıp duruyordu.

pasaport ve güvenlik kontrolünden oldukça hızlı geçmemize rağmen uçağın kapısına geldiğimizde ortada hiç yolcu yoktu tabii ki. 

görevliye uçağımızı sorduğumda bana kalkmak için piste gitmekte olan uçağı gösterdi.

Rana asıl gerçeği henüz bilmemesine rağmen olanların hepsinin benim yüzümden olduğunu zaten söylüyordu ki telefonu çaldı. oğlumuz aradığından hoparlöre aldı konuşmasını. Oğlan ne oldu, diye sorunca uçağımızı kaçırma nedenini anlattı ve sonra benim açımdan ölüm sürecinin başlangıcı olması gereken soruyu da sordu.

‘madem saat farkını biliyordun,  bize neden söylemedin ki’ deyince oğlan ‘söyledim tabii ki, babama sabah söyledim’ dedi.

***

şu ana kadar tüm gerçeği tam olduğu gibi yazdım ama bundan sonraki  15 dakika boyunca olanları tam anlatmak istemiyorum, bilmem anlatabiliyor muyum? sadece etrafta Türkçe bilen insan olmadığı için çok mutlu olduğumu söylemeliyim. bence yine de ucuz atlattım bu badireyi, çünkü bakın hala hayattayım ve yazıyorum… 

(bizi bir saat sonraki uçağa aldılar ve Paris’teki bağlantı uçağımızı da kaçırmayarak İstanbul’a geldik. perşembe sabah başlayan seyahatimizde  uçağımız istanbul’a indiğinde saat cuma 16.00 idi. saat 19.00 civarında havalimanından kaybolmadan, içeride başımıza bir felaket gelmeden  çıkmayı başardık. İstanbul havalimanı absürt büyük olan Atlanta alanından bile nedense daha büyük  olmalı. ve servisle evin bölgesine geldiğimizde etrafta katiyen olmayan taksileri beklerken Paris’ten bu yana tuttuğum büyük tuvaletim zorlamaya  başladı beni. Çektiğim bunca şeyden sonra bu da problem mi be diyerek onu da sorun olarak kafamdan sildim).

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.