1994 yılıydı.
Güzel bir Washington akşamüstünde, tabiatın genel uyumuyla ve dengesiyle ve huzuruyla uzaktan yakından alakası olmayan bir gelişme yaşandı.
Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök şehre geldi.
Uçak yolculuğu ne kadar uzarsa, ne kadar fazla saat farkı oluşursa o, o kadar fazla dinlenmiş oluyor.
Dolayısıyla uçaktan indiğinde son derece neşeliydi, yorgunluğunu atmıştı ve de heyecanlıydı.
Heyecanı New York-Washington arasında okuduğu gazete ve dergilerdeki haberlerden kaynaklanıyordu.
Daha merhaba demeden, bazı haberleri bana anlattı, bunları neden atladığımı sordu ve hemen gazeteyi arayıp bunları haber yapmamı istedi.
Bunları haber yapmadan önce benim de bir kez gazeteyi okumamın daha doğru olup olmayacağını sordum.
Bu meseleyi biraz kafasında tarttıktan sonra, Amerikan topraklarında olmamızdan dolayı olsa gerek, ‘‘Haklısın ilk önce oku, sonra yaz’’ dedi.
Ve bavulların gelmesini beklemeden kafeteryaya gidip kahve ısmarladı ve gazeteleri benim önüme koydu.
Haber yazmak için eve gitmenin daha doğru olup olmayacağını sordum, ‘‘Ama o zaman haberi atlama riski var’’ dedi.
Ben de ona Türkiye’de ve belki de dünyada tek bir gazetecinin bile o anda bu haberlerle ilgilenmediğini, Avrupa’daki gazetecilerin neredeyse tamamının o andaki saat farkı da dikkate alındığında kitle halinde sızmak üzere olduklarını, Amerika’daki gazetecilerin saat 17.00’den sonra ancak Amerika yeni bir savaşa girdiği takdirde haber yazdırmayı düşünebileceklerini, hatta o durumda bile ortada haber yazdıracak fazla muhabir bulunamaması olasılığının büyük olduğunu, çünkü saat 17.00 ile 19.00 arasında Amerika’daki neredeyse tüm muhabirlerin evdekilere işe gidiyorum diyerek evlilik dışı ilişki kurmak üzere ortadan kaybolduklarını, tüm bunlar olmasaydı bile bir Türk gazetecinin Türkiye’de saat sabaha karşı 3.00’e yaklaşırken kolesterolü düşüreceği ihtimali olduğu iddia edilen yeni bir ilaç belki piyasaya çıkacak diye yazı işleri müdürlerini evlerinden aradığı takdirde, onların muhabirin bütün sülalesine dümdüz gideceklerini, bütün bu anlattıklarımdan sonra haberlerin hâlâ daha yapılmasında ısrarlı ise memlekete ilk telefonu kendisinin açması gerekeceğini, beni orada kesse bunu ilk yapacak kişinin katiyen ben olmayacağımı, bütün bunlara ilave olarak da hava limanı tarihinde yaşanmış en absürd bir tartışmayı artık sona erdirerek eve gitmemiz gerektiğini söyledim.
Çok az düşündükten sonra ilk telefonu o saatte açmayı o da göze alamadı ve biz de oldukça büyük bir sosyal krizin eşiğinden son anda dönmüş olduk.