Gerçi ben İbrahim Kalın’ın daha önce yayınladığı kitaplardan (örneğin Varlık ve İdrak) onun bir gün Heidegger felsefesi üzerine bir çalışma yayınlayacağını bekliyor ve umuyordum.
Beklentim nihayet gerçekleşti ve ‘Heidegger’in Kulübesine Yolculuk’ yayınlandı.
neden bu çalışmayı özellikle merak ettiğimi biraz sonra açıklayacağım ama büyük keyifle okuduktan sonra baştan hemen şunu söylemeliyim: Heidegger anlaması oldukça zor bir felsefeci, onun sistemini anlatmak iddiasında olan birçok kitap var. Son altı ay içinde bunların çoğunu dikkatle okudum. İbrahim Kalın’ın çalışması bugüne kadar okuduklarımın en iyisi. Bence İngilizce ve Almanca yayınlanmayı hak eden ve dış dünyada da hayli etkili olacak bir çalışma bu.
***
bence bu çalışma Heideger‘i anlatmanın yanı sıra, inanç üzerine yazılmış en derin kitaplardan biri. kitabın ikinci bölümü Heidegger’den yola çıkarak inanmanın ne anlama geldiğini son derece usta biçimde ele alıyor.
***
itiraf etmeliyim ben fenomenolojide inancın nasıl ele alınması gerektiği konusunda laf edecek donanıma sahip değilim.
ama Heideger ile ilgili kendime daha güvenerek laf edebilirim.
***
uzunca bir zamandır ‘KÜTÜPHANEMDEKİ ARZU;CİNSELLİĞİN DEKADAN BİR TARİHİ’ adını verdiğim bir çalışma yapmaktayım.
Eğer böyle bir konuda laf etmeye giriştiyseniz, Jacques Lacan, Michel Foucault, Maurice Marleau Ponty ile de bir diyalog açmanız gerekiyor. ancak bunu yapabilmek için hepsini bir şekilde etkilemiş olan Heidegger’ı da çalışmanız gerekiyor.
Son altı aydır bunu yapmaktayım. Bu yüzden İbrahim Kalın’ın kitabının benim açımdan zamanlaması muhteşemdi.
İbrahim bey bence zamanında galiba Heidegger felsefesinin çok iyi bir öğrencisi olmuş. onun sistemini derinden çok net kavramış. Aslında anlatması zor olan düşünceyi size kaliteli, net ve ayrıca bir edebi tat da vererek anlatıyor. aylardır bu işle uğraşmakta olduğumdan şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, İbrahim Kalın’ın kitabı Heidegger çalışmaları dünyasında ön sıraya yerleşmeli.
***
Heidegger sisteminde yaratan ve inanç konusuna girmedi ama İbrahim Kalın haklı, düşünceli bir analiz ile o sistem içinde yaratan ve inanç ele alınabilir ve İbrahim Kalın bunu son derece etkili biçimde yapmış.
fenomenolojinin o dünyasından gayet tabii ki inanç ve yaratan sorunsalına geçiş yapılabilir ama bir başka yol da galiba var.
seküler bir okumayla Heideger’dan 1960 Fransız felsefesinin alanına geçiş yapıp devam etmek de mümkün. İbrahim Kalın tercihin bu yönü hakında ne düşündüğünü merak ediyorum.
***
kitaptan anladığım kadarıyla bunun ve bu gibi bağlantılı konuların devamı gelecek, yeni çalışmalar olacak.
Çalışmanın 95’inci sayfasında şöyle diyor:
’Heidegger’in kendini evrenin merkezine yerleştiren Kartezyen özneye şiddetli bir itiraz yönelttiğini biliyoruz. Bu tek-merkezli özne Varlık’ı kendi suretinde yeniden yaratmak isteyerek Tanrı’nın rolünü oynamaya kalkar. Tanrı’yı onun yerine geçmek için öldürür. Gerekçesi hazırdır, insanlık o kadar gelişti ve ilerledi ki artık bir tanrıya ihtiyacımız yok. Her alanda kendi başımızın çaresine bakabiliriz. Bizi yaratıp bu dünyaya göndermiş olması sonsuza kadar üzerimizde hak sahibi olacağı anlamına gelmez. Diyetimizi öder yolumuz devam ederiz’.
İbrahim Kalın bu görüşü bu şekilde özetledikten sonra ‘bu iddiaların absürtlüğünü ispata çalışmak bile abesle iştigaldir’ demiş.
büyük ihtimalle öyledir de eğer inanç dünyasında kalınırsa bu daha böyledir. ama bence bunun absürtlüğünün felsefi düzeyde de tutarlı gösterilmesinin de gereği var, değil mi?
ben ibrahim beyin yeni çalışmalarında bu gibi konulara da girmesini bekliyor ve umuyorum.
***
‘kulübenin önünde fotoğraf çekiliyoruz. Heidegger’in elinde tırmık olan fotoğrafına nazire yapmak geliyor içimden. otuz üçlük abanoz tespihimi çıkarıp Heidegger’in tam durduğu yerde poz veriyorum. manasını idrak eden için tırmık da tespih de zikre, tezekkür, tefekküre, düşünmeye, hatırlamaya ve anmaya vesile olur diye düşünüyorum. yeter ki insan etrafındaki ‘şey’ler ile araç gereç, alet edevatla, Varlık’ın farklı tezahür halleriyle, nasıl ilişki kuracağını bilsin’
***
İbrahim Kalın kitabın 18’nci sayfasındaki bu sözleriyle aslında bence Dasein (Varlık’ın anlamı üzerine düşünen oradaki varlık) haline dönüşüyor ve geri kalan 240 sayfada tefekkürün hakkını fazlasıyla veriyor.
işte bun nedenle ben yeni çalışmaların mutlaka geleceğini düşünüyorum.