Üçümüz (Sedat Ergin, Ertuğrul Özkök ve ben) birbirimizi neredeyse 30 küsur yıldır tanıdığımızdan artık buluştuğumuzda diyalog için fazla konuşmamız bile gerekmiyor. birbirimizin ne söyleyeceğini zaten artık biliyoruz ve bu olmasaydı bile birbirimizin surat ifadelerini ve vücut lisanlarını o kadar tanıyoruz ki bazen kelimelere gerek kalmayabiliyor.
Genç olan dördüncümüz ise (Oray Eğin) o masaya oturmadan sadece 1 dakika önce bizimle tanışmış olsa bile masadaki tüm ‘’sohbeti’’ yönlendirecek kadar zeki olduğundan aramızda iletişim açısından hiçbir sorun çıkmıyor. o kadar ki bir kısa arada memleket meselelerini konuştuğumuz ender bir anda ben ruh halimi yansıtan ’s….’e kadar lafını bile sessiz biçimde arkadaşlara söyleyebildim.
‘iletişim açısından aramızda hiçbir sorun çıkmıyor ’dedim ya ama bu defa bazı sorunların yakında yaşanmaya başlanacağının işaretleri vardı.
bunların ne olabileceğini sizlere anlatabilmem için masayı bir süreliğine Ertuğrul Özkök’ün Paris’te bir yıl boyunca seminerlerini hiç kaçırmadan dinlediği halde sonunda hiç bir şey anlamadığı Jacques Lacan yöntemiyle analiz ettim. Ertuğrul Lacan konusunda öyle bir yerde ki o bir yılın sonunda sorulunca Lacan hakkında sadece ‘psikiyatristti’ diyebiliyordu.
Tek tek analizimi yapmadan önce vardığım genel Lacan’cı sonucu söyleyeyim.
bir ruh doktoru bizi restoran çıkışında toparlatıp direkt olarak akıl hastanesine kapatsa ve koğuşun kilidini de denize atsa kimsenin itirazı olamazdı. ben kendimi zaten biliyordum da bu arkadaşların da hangi ara bu kadar hızlı ve yoğun, en az benim kadar çıldırabilmiş olduğunu anlayamadım doğrusu. Analiz Lacan’cı olduğundan hepimizde gayet tabii ki ciddi bazı cinsel sapkınlıklar da var. ben kendiminkiyle mutluyum ama arkadaşlar şu anda ne durumda bunu bilemiyorum.
genel sonuç buydu şimdi gelelim tek tek analizlere:
Ertuğrul Özkök: bugüne kadar hiçbir siyasi tahmininin doğru çıkmadığını gururla anlattığı halde bir hayli siyasi olmaya başladığını üzülerek gördüm. Onun siyasetle bu kadar ilgilenmeye başlaması, 114 yaşına kadar yaşayacağını söylese de benim için onun daha erkenden ölmüş olması anlamına geliyor. O kadar siyasi olmuş ki ben bir ara kendini tutamayarak CHP’den cumhurbaşkanı adayı bile olabileceğini düşünmeye başladım. umarım yakında silkinip kendine gelir ve siyasetle eskiden olduğu kadar, minimum düzeyde ilgilenir. hiçbir şeyle ilgili konuları dünyada onun kadar iyi yazan yok. bize özletmesin kendini.
Sedat Ergin: biliyorsunuz bu arkadaşımız sadece bizden değil dünya nüfusunun geri kalan bölümünden bile daha ciddidir ve ben onun bu ciddiyetiyle sıkça kafa bulurum. ama bu defa ciddiyetinin üstüne acayip bir kararlılık da eklenmiş. Sedat hayat ve kendi hayatı hakkında yeni kararlar vermiş gibi etrafa ‘’Cool’’ davranıyor. Bunu siyasete bulaşmadan önce Ertuğrul yapardı ama şimdi sıra Sedat’ta. Sedat’ın ciddiyeti üzerine bir de kararlılık ifadesi binmesi ürkütücü olmuş. o kadar ürkütücü ki ona bakarken bir ara Londra’daki evinden sokağa çıkmaya hazırlanan ‘Karın Deşen Jack’a bakıyormuş gibi hissettim kendimi. onunla ilgili diğer sapkınlık teşhislerimi burada yazmayacağım belki illegal olur diye.
Oray Eğin: Oray zaten ülkesinden çoktan yabancılaşmış haldeydi. ama bu defa öyle bir yabancılaşmış, öyle bir soyuta çekmiş ki kendini benim yerime Heidegger bile olsa onu analiz edemezdi.
Ama konuşmamızın bir aşamasında bana ‘Paris ve new York’ta aynı anda evi olması insanı yorabiliyor’ bile diyebildi. Düşünün adam kendini soyutlamaktan dolayı o kadar delirmiş ki benim bir insanın aynı anda Paris ve New York’ta evi var diye ona üzülebileceğimi bile düşünebiliyor.
gelelim yediklerimize.
ilk önce akşam üzeri içkisini Bebek Oteli’nin barında aldık. Normal olarak beni komilik başvurusu için bile içeriye almayacak bu barın şahane, insana huzur veren ortamını tadarak içkimi yudumlama fırsatı doğduğu için mutluyum.
daha sonra yan tarafa biraz yürüyüp eski Poseidon’un yerine açılan ‘Paraliaki’ balık restorana geçtik. iki mekan da zevk ve kültür sahibi iş insanı Muzaffer Yıldırım’ın olduğundan bebek barının ortamı ve restorandaki yemeklerin lezzeti muhteşemdi. Barda da yemek servisi vardı ama bunu bir başka zaman onları tattıktan sonra yazacağım.
Yıllardır İstanbul’un her tarafında lakerda tadarım, ama bu defa yediğim lakerdanın kalite açısından yanına bile yaklaşabilen olmadı bugüne kadar.
Izgara edilmiş Karaburun kalamarı insanı başka aleme götürüyordu Karides de öyle. Yoğurtlu kızartılmış kırmızı biber, İzmir usulü “Atom”u yerken başka ortamlarda yemek dostum olan Hüsamettin Özkan keşke burada olsaydı diye düşündüm. Hüsamettin beyin acıya karşı hem büyük sevgisi hem de dayanıklılığı vardır, bu tam ona göre bir lezzetti.
ana yemek olarak Kırlangıç balığından yapılmış bir buğulama yedik. inanılmaz dengeli ve doğru kıvamındaydı.
yıllar önce Hürriyet gazetesinde Mr. Gurme takma adıyla yemek yazıları yazarken New York balık halinin yakınında küçük bir restorandaki olağanüstü lezzetli Bouillabaisse’i keşfetmiştim. buğulama masaya geldiğinde o günleri hatırladım. New York’takinde yanında müthiş ekmek de servis etmişlerdi ve balık suyuna ekmek banmanın hazzı başkadır. bu defa bunu yapmamız mümkün olmadı çünkü belki inanmayacaksınız ama bu kadar güzel lezzetleri üretebilen bir mekanda ona yakışan kalitede ekmek maalesef yoktu.