James Joyce’un akıl sağlığı problemleri hayli fazla olan bir aile ortamındaydı. Annesi kendisini yıpratan hayaller görerek ölmüştü. Joyce’un kızı şizofrendi ve sık hastaneye kaldırılıyordu. Oğlu ise manik depresif bir kadınla evliydi.
Aile ortamının böyle olması Joyce’un da bir problemi olduğunu göstermez tabii ki. Ancak Joyce’un kızını tedavi etmeye çalışan Carl Jung, Finnegans Wake’i okumaya çalıştıktan sonra çevresine “Bu kitaptaki yazı stili bir şizofrenin yazı stiline benziyor,” da demiştir. (Joyce’un kızının hayatını Stanford Üniversitesi hocalarından Carol Loeb Shloss, “Lucia Joyce: To Dance in the Wake” adlı kitabında yazmıştır.)
Yakın çevresine Joyce’un şizofren olabileceğini ima eden Jung’un, James Joyce’a yazmış olduğu mektup da överken eleştirme konusunda tarihe geçmiş bir mektuptur.
Carl Jung bu mektubunda, Joyce’a bu kitapla yazar olarak büyük bir iş başarmış olduğunu ve sadece tek bir kitapla onu okumaya çalışan kendisi gibi insanların sinirlerini tahrip etmeyi başardığını söylemişti. Jung ayrıca Ulysses yayınlandıktan sonra onun bir eleştiri denemesini “Europäische Revue” adlı Alman dergisinin Eylül 1932 tarihinde yayınladı.
Yazıda Ulysses’i okumanın kendisini nasıl rahatsız ettiğini söyleyen Jung, yine de Joyce’u yazarlık başarısı nedeniyle övmüştü. İsterseniz bu konuları Robert Demming’in “James Joyce: The Critical Heritage” adlı çalışmasında daha detaylı okuyabilirsiniz
Dehası ve psikiyatriye katkısı açısından, adı Freud ile sıkça bir arada anıldığı için Jung’un Joyce hakkındaki düşüncelerini dikkate almak gerekir diye düşünüyorum.
Freud, edebi değeri yüksek metinler yazma kabiliyetinden dolayı Jung’dan çok daha fazla okunup tanınmış olsa dahi, Jung özellikle toplumların “kolektif bilinçaltını” anlamamız açısından büyük çalışmalar yapmıştır. Freud’un aksine Jung bireyin bilinçaltına konsantre olmamış, bunun yerine insanların tarihten gelen toplumdaki inanışlar, düşünceler ve tavırlardan etkilenip ona göre şekillendiklerini söylemiş ve bu etkileniş sürecini anlamak için kolektif bilinçaltı kavramını işlemiştir. Bu yüzden Jung vaktinin büyük bölümünü insanın deneyimini oluşturan mitolojileri, ilkel inanışları, simya ve okült gibi konuları ve tabii ki rüyaları incelemeye ayırmıştı.
Jung, akıl hastalığının bireyin psikolojisinin toplumun bilinçaltıyla uyumsuz olduğu anda ortaya çıktığını düşünüyordu. Bu yüzden, Jung’a özgü terapi de bireyin psikolojisini toplumun bilinçaltıyla uyumlu hale getirme çabasıdır. Joyce hakkında ne düşünürsek düşünelim, onun birey olarak psikolojisinin içinde bulunduğu toplumun kolektif bilinçaltı ile uyumlu olmadığını söylemekte herhalde bir sakınca olmamalı.
Ben, elimde bilimsel kanıt olmamasına rağmen Finnegan’s Wake’in sadece yazılabilmiş olmasının bile Joyce’da var olduğuna inandığım ruh sağlığı problemleri ile ilgili olduğunu düşünüyorum.
Bunun destekleyecek bir gelişme de, Harvard Üniversitesi’nde tarih ve edebiyat konusunda dersler veren Kevin Birmingham’ın “Joyce’s Ulysses, The Most Dangerous Book” adını verdiği çalışmasında Joyce’un hayatı boyunca frengiden çok çekmiş olduğu tezini ortaya atmasıdır. Bu çalışmada, Joyce’un gözlerinin nerdeyse kör sayılacak düzeyde az görmesinin frengiye bağlı olduğu söylenmektedir. Ayrıca ağır frenginin bazı ruhsal sorunlara yol açma ihtimali yüksek olduğundan, bence Joyce’da bu olasılık da var.