Janet Malcolm’un son fotoğrafı

8 Aralık 2025

Galiba yıllar içinde tüm kitaplarını, yazılarını okuduğum Janet Malcolm ile kafamda hayali bir duygusal ilişki oluşturmuşum. 

Öldüğü haberi geldiğinde otomatikman “halbuki ne kadar da gençti” tepkisini verdim. Sevdiğim yazarların öldüğünü duyunca bana hep bu duygu geliyor. Galiba onun ilk yazısını okuduğum gün görmüş olduğum fotoğrafı, bende yazarın bugün de öyle görünmesi arzusunu yerleştiriyor olabilir. 

İlk gördüğüm fotoğrafındaki minyon yapılı, iri çerçeveli gözlüklerinin arkasından keskin zekâ fışkıran gözleriyle bakan Janet hayalimde hep iki sigara arasında o fotoğraf çekimi için yazmayı bırakmış olan (1978’e kadar sigara içmeden yazamıyordu, sonra sigarasız yazmayı da öğrendi) kadın olarak kaldı. 

Ben onu öldüğü güne kadar hep o fotoğraftaki gibi hatırlamayı tercih etim. Oysa öldüğünde 86 yaşındaydı. Son fotoğraflarını görmeyi istemedim, hayalimdeki o fotoğraftaki Janet, yazar hakkındaki düşüncelerime daha çok uyuyordu. 

Onu hep duygusal, içine kapanık ve utangaç bir kadın olarak hayal ettim. Paris Review dergisinin “Bahar 2011” sayısında yazar Katie Roiphe, Janet Malcolm ile yaptığı mülakatı “The Art of Nonfiction No.4” (Gerçeklere Dayalı veya Kurgusal Olmayan Yazı Sanatı No. 4) başlığıyla yayınladı. 

Kathie Roiphe mülakat yapacağı yazar ile tanışmak için onu New York’ta Gramercy Park’a bakan evinde ziyaret etmişti. Janet kendisinin konuşmacı değil bir yazı insanı olduğunu ve yazılı sorulara yazılı cevap vereceğini söylediğinden ziyaret sadece bir nezaket ziyareti olmakla kalmış, mülakatı online yapmışlardı. 

Paris Review’daki mülakat çok uzundu, ben sonuna kadar notlar alarak okudum. Eğer okuyabiliyorsanız size de mutlaka tavsiye ediyorum çünkü her satırıyla ruhunuzun daha zenginleştiğini hissedeceksiniz.

Janet Malcolm kendisini normal hayatında Clark Kent ama yazmaya başlayınca Süpermen olarak tarif ediyor. (Filmde Clark Kent karakterinin Süpermen’e dönüştüğü gibi.) 

Yazmaya başlayınca o utangaç, nazik kadın gidiyor yerine saldırgan, cümleleriyle tahripkâr bir kadın geliyor. Malcolm, “İçinde bulunduğumuz çalışma odamı nasıl yazardın?” diye sorunca Katie Roiphe de “Peki sen burayı nasıl anlatırdın?” diye cevap veriyor. Bunun üzerine Janet Malcolm da, “Eğer ben bir gazeteci olsaydım ve bu odaya girer girmez burayı rutin zevkli eşyalarla -ki buna kedi de dahil- döşenmiş ve genelde acımasız bir kültür havasının hüküm sürdüğü tipik bir New York yazarının çalışma odası olarak mizahi bir biçimde yazardım,” diyor. 

Janet’in ilgi alanı çok geniş bir yelpazedeydi, hangi konuda yazarsa yazsın okuyanı zenginleştiren bir ustaydı. Psikanalizden, gazeteciliğe, dekorasyondan, fotoğraf sanatına, sanat dünyasına (“41 False Starts” yani “41 Yanlış Başlangıç” adlı çeşitli dallardan sanatçıları konu aldığı kitabı okumanızı tavsiye ederim) kadar hangi konuyu ele alırsa alsın her satırından usta yazarlığını hissedersiniz. 

1990 yılında ilk okuduğum kitabı “The Journalist and the Murderer” daha sonra yazı tarihine geçen şu cümle ile başlıyordu: “Aptal olmayan veya kendi kendine hayran olmayan her gazetecinin, yaptığı işin aslında ahlaken savunulacak bir şey olmadığını görüyor olması gerekir.”

Janet kitabında, gerçek suç kitaplarının yazarı Joe McGinniss’in yeni kitabı “Fatal Vision”ı yazmak için neler yaptığını anlatıyor. Jeffrey McDonald iki kızı ve hamile karısını öldürmek suçundan yargılanmaktadır. Ve gazeteci/yazar McGinniss daha fazla bilgi alabilmek için suçlanan kişinin avukatlarına sanki dost gibi, sanki ona inanıyormuş gibi yaklaşıp kitabı için bilgiler alır. Janet Malcolm gazetecilerin işlerinde sadece bilgi almak için genelde hep böyle davrandıklarını ve bu yüzden bu mesleğin ahlaken savunulmasının imkânsız olduğunu söylüyor. Tahmin edilebileceği gibi bu kitap medya dünyasında pek sevilmedi ve Janet bu dünyadan çoğu zaman destek alamadı. Oysa şimdi bu kitabın bütün gazetecilik okullarında zorunlu kitap olarak okutulduğu söyleniyor.

Tabii Janet Malcolm’ın gazeteciliğe bu eleştirisi, onun da mülakatta söylediği gibi daha önce başkaları tarafından da gündeme getirilmişti. Örneğin, Alexis De Tocqueville “Amerikan demokrasisinde gazetecinin aşağılık konumu” hakkında yazmıştı. Henry James ise mizahi romanı “The Reverbator”da yarattığı rezil gazeteci karakteri George M. Black ile aynı konuyu ele almıştı. Yazarlar Tom Wolfe ve Joan Didion da bu konuya sıkça girmişlerdi.

Janet, ilk önce New Yorker’daki yazılarıyla ve daha sonra kitap haline getirdiği “In the Freud Archives” kitabında Freud arşivlerinin direktörü Jeffrey Mason’ı yıkıcı biçimde eleştirdiğinde, (mesela onun kendisini entelektüel jigolo olarak gördüğünü yazdı) karşılığında Mason onu bazı söylemediği sözleri yazmakla suçlayıp dava açtığında medya Janet’i hiç savunmadı. Davada özelikle üç cümlenin hiç söylenmediği iddia ediliyordu. Janet Malcolm da başta bu cümleleri mülakatı sürecinde yazmış olduğu not defterlerini bulamadı ve dava uzadı hatta anayasa mahkemesine kadar gitti. Sonuçta Janet Malcolm teknik sayılabilecek bir nedenle suçlu bulunmadı ama Kathie Roiphe ile mülakatında bu sürecin onu üzdüğü ve yıprattığı açıkça görülebiliyordu.

Janet Malcolm’un öldüğü haberi geldiğinde olağanüstü sevdiğim bir diğer büyük yazar olan Joan Didion da 87 yaşındaydı. Malcolm’ın gidişine üzülürken sanki içime doğmuş gibi Joan Didion hakkında da endişe ediyordum. Nitekim onun öldüğü haberi de Janet’ın ölümünden 5 ay kadar sonra geldi. İkisinin de ölmeleri yaşları nedeniyle sürpriz değildi ama insan sevdiği yazarları okurken onların yazılarından gelen zindelik ve coşkuya bakıp onları devamlı gençmiş gibi düşünmeye başlayabiliyor.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.