Yazının başlığındaki soruya sadece ‘Picasso olduğundan büyük sanatçıydı’ diye kısaca cevap verip geçebilirdik. Bunu yapsam kimsenin büyük itirazı olabileceğini de sanmıyorum. Ama Picasso neden ve nasıl eşi bulunmayan büyük ressam Picasso olabilmişti, bu sorunun cevabını gerçekten pek düşünmüş olan var mı bilemiyorum.
kuşkum var çünkü hala Picasso’nun ileri dönemlerinin resimlerini gören bazılarının ‘bunu beş yaşındaki çocuğum bile yapar’ diye konuşabildiğini duyuyoruz.
onlara cahil kendini bilmez deyip geçmek kolay ama bu temeldeki düzeltilmesi gereken anlama, algılama sorununu çözen bir yaklaşım değil.
Picasso’nun sanat sürecinde çok çeşitli dönemleri vardır. ve o her döneminde resim sanatını yeniden tanımlayacak türde, hayal gücünün ve hatta önündeki tuvalin fiziki sınırlarını bile zorlayan, hatta bu sınırları aşan resimler yapmıştır.
bu eserlerden bazılarına bakan bazı birikimsiz insanların ‘bunu çocuğum bile yapar’ demesini hoş karşılamamakla birlikte yine de anlayışla karşılayıp onlara, bazılarını belki bir ihtimal kazanmak için, sabırla yanlışlarını göstermek gerekiyor.
Aslında modern sanatın yeni olanı bulma arayışının sıkça karşılaşabildiği bir tavırdı bu.
Susie Hodge’u ‘Beş Yaşındaki Çocuk Bunu Neden Yapamaz: Açıklamalı Modern Sanat’ başlıklı çalışmasını yazmaya iten bu tavrın maalesef tarihte de görülmüş olmasıydı.
bugün bu insanları bu anlamsız tavırlarından kurtarmak, daha doğrusu onları tedavi etmek için harika bir yöntem bulduğumu sanıyorum.
bunu için yazının başındaki resme bir bakılması yetecek sanıyorum.
bu harika resmi Pablo Picasso ressam olan babası Jose’nin yanında henüz eğitim görürken 14 yaşında çizmişti. babası pablo’nun nereyse rönesans sanatçıları kadar usta çizgiler taşıyan gerçekçi resmini görünce kendi fırçalarını tuvalini toparlayıp oğluna vermiş ve ‘Artık picasso sadece sensin’ demişti.
Evet Picasso 14 yaşında bile bu kadar usta ve yetenekli bir ressam olduğu için daha sonra çok insana yanlış biçimde bunu ben de yapabilirim duygusu veren, o zihinlerimizi açıp bizi yeni ufuklara taşıyan resim denemelerini yapabilmişti.
şimdi bunu netleştirdikten sonra Picasso hakkında biraz daha derinlikli düşünmeme izin verin:
Sadece belirlemiş olduğum bir konu üzerinde çalışırken değil biraz dinleneyim dediğim zamanlarda bile John Berger denemelerini karıştırıp aralarından rasgele seçtiklerimi okumayı seviyorum. Berger, daima orijinal olmayı başarabilmiş bir düşünür ve denemelerini okumaya girişen her insanın beyninde yeni kapılar açabilen bir yazar olduğundan yazılarını hep çok tatmin edici bulurum.
Uzun süredir var olan bu alışkanlığım sonucunda zengin bir konu çeşitliliği olan Berger’in kübizme özellikle önem verdiğini anladığımdan beri ben de konuya ilgi duymaya başladım. Berger hayatı boyunca “görme biçimleri” ve bakmanın ve görmenin önemi üzerine çalışmış olduğundan (Görme Biçimleri ve ‘O Ana Adanmış’ adlı çalışmalarına bakınız) sanat tarihinin belki de en radikal görme biçimi devrimi olan ve farklı görme biçiminin resim sanatına yansıması olarak nitelendirebileceğimiz kübizme yoğunlaşmış olması da belki bu yüzden şaşırtıcı değil.
Berger kübizmin önemini vurgulamak için yazılarında “kübizm hareketinden” değil bir kübizm “an”ından (moment) bahseder. O “an” gerçekten çok önemlidir çünkü kübizm resimde o güne kadar hâkim olan görme ve ressamın gördüğünü tuval üzerinde canlandırma biçimini değiştirmiş ve gerçek bir devrim yapmıştır. Konuyu biraz basitleştirerek anlatmak tehlikesini göze alarak açıklarsam, o güne kadar ressamlar gördüklerini iki boyutlu (en ve boy) olarak iki boyutlu tuvalin üzerinde çiziyorlardı. Kübist sanatçılara göre dış dünyanın nesneleri sadece göründükleri yanlarıyla değil görünmeyen yanlarıyla da ele alınmalıydı. Kübizmin “an”ının kurucu babaları olarak görülen Pablo Picasso ve Georges Braque başta olmak üzere tüm kübist sanatçılar, dönemin hâkim görme biçimi olan empresyonizme egemen olan görme duyusu yerine aklın önceliğini vurgulayan ve aklın gücünü ortaya koyan resimler çizmek istiyorlardı.
İnsan aklı bir nesneyi gördüğünde onu gözün gördüğü gibi sadece iki boyutlu algılamakla kalmaz, o nesnenin sağından solundan ve arkasından da nasıl göründüğünü merak ve hayal eder.
Kübistler nesneleri sanki çevresinde dolaşıyormuş gibi birkaç bakış açısından, onu aynı tuval üzerinde cepheden, yandan, üstten ve alttan göstermeye girişmişlerdir. Böylelikle bir yüzü çizdiklerinde, o yüzü hem yandan hem de iki gözü görünecek biçimde çizmişlerdir. Onların resimlerine ilk bakıldığında anlamsız gelen, karmaşık gelebilecek görüntüler olabilir. Bu yüzden sanatla ilgili çevreler ve eleştirmenler ilk önce ne olduğunu anlayamamışlardır. Oysa kübist resim bakan kişiden düşünmesini ister. Örneğin, yürüyen bir insan resmi önceki görme biçiminde sadece o andaki görüntüsüyle çizilip bununla yetinilebiliyordu, oysa kübist ressam yürüyen insanın yürüyüşünün bir sonraki aşamasında diğer boyutlardan nasıl görüneceğini de düşünüp tek bir tuvalin üstünde bunu göstermeye çalışır.
Örneğin, bir ara kübist resimler çizmiş ama sonradan farklı yönlere doğru gitmiş olan Marcel Duchamp’ın 1911 tarihli “Young Man in a Train” adını verdiği eserinin ilk bakışta ne olduğunu anlamak mümkün değildir. Ancak kübizmin bu son derece özgün görme biçimini anladıktan ve hareket halinde bulunan bir trendeki yine hareket halindeki bir genç adama bakılmakta olduğunu düşünürsek resim gerçek anlamını o zaman bulabiliyor.
26 Nisan 2025 - ABD derin devletinin adamının Türkiye aleyhine söylemleri
25 Nisan 2025 - Bedri Baykam’ın Picasso klasiğine post-modern yorumu Paris’te sergileniyor
24 Nisan 2025 - Bayan Ceren kimdir?
23 Nisan 2025 - Washington’dan son çılgın dedikodular
22 Nisan 2025 - Armageddon için son sembolik işaret: Trump Ağlama Duvarına’na ne mesaj koydurdu?