Umarım ölüm anı geldiğinde insanın tüm yaşamının gözünün önünden geçtiği doğru değildir.
Doğruysa o zaman hayatımın son anında bir darbe daha yiyeceğim demektir.
Çünkü hayatım gözümün önünden geçtiğinde o hayatın önemi bir bölümünü Sedat Ergin’i gözlemleyip anlamaya çalışmak gibi imkansız ve anlamsız bir işle geçirdiğim yeniden ortaya çıkacak ve bu anlama işini ölürken bile bir türlü bitirememenin acısıyla ek olarak boşuna yaşanmış hayatıma üzüleceğim bir de.
Sedat’ın bir konuya konsantre olma ve dikkatini tamamen ona yoğunlaştırmasına 1000 üzerinden 999 puan vereceksek eğer, benim için bu puan eksi 100 olmalı.
Sedat’ın 999 puanda kalması da sadece aynı zamanda ve kendisi için aynı önemde başka bir konuya da konsantre olmaya başlamasıyla alakalı o an, başka bir nedeni yok.
aramızda böyle bir konsantrasyon farkı olmasına rağmen ben hayatım boyunca onun ele almayı tercih ettiği konuları neden seçtiğini, haydi tercih etme nedenini anladık diyelim, ve onu neden öyle dibine kadar tüketmek zorunda olduğunu anlamaya çalıştım hep.
anlamaya çalışırken de sadece konu başlığını okumak bile konsantrasyon gücümün tamamını tüketse de yine de sürdürmeye çalıştım.
onun önemli diye yazdığı konu vücudumda sıkıntıdan egzama türü bir reaksiyona yol açsa da Sedat Ergin destanını bir türlü çözeyim diye bunu hep sürdürdüm.
ama itiraf etmeliyim ki çözümlemeyi şu ana kadar başaramadım ve geri kalan zamanda ne kadar vaktim kaldıysa yapabileceğimi de tahmin etmiyorum.
Sadece bu nedenle uykuda ölmeyi umuyorum, yeter ki son anda hayatım gözümün önünden geçmesin ve ayrıca umuyorum son uykumda Sedat’ı rüyamda görmem inşallah.
Onu benim için daha da anlaşılmaz kılan Anayasa Mahkemesi eski başkanı Zühtü Arslan konusunu bir türlü bırakmaması oldu.
önce hakkında bilimsel bir uzun yazı yazdı. Sonra son yerel seçimin analizini bundan sonraki genel seçimden önce bitirebilmek için bir ara o konuya konsantre oldu.
tam konsantre olmasına sevinir, belki Zühtü Arslan konusunu artık rahat bırakır diye düşünürken bir de baktım yine Zühtü Arslan konusuna dönmüş.
Sedat’ın anayasa mahkemesi başkanı çözümlemesini okudukça bir ara acaba aşama aşama sürdürdüğü delirme sürecinin son aşamasının da ötesine mi geçti, gerçeklikten tamamen koparak kendini Türkiye’de değil Danimarka veya İngiltere’de yaşıyor mu sanmaya başladı diye bile düşündüm.
çünkü ona bakarsanız bu ülkenin aslında olmayan anayasasının olmayan mahkeme başkanının son derece kaliteli bir hukuk adamı olduğuna inanmamız gerekecek.
aslında korkmasam Sedat’a şu soruları sormak isterdim.
Peki başkanı bu kadar kaliteliydi o zaman mahkemenin durumu neden böyle, kaliteli bir başkanın anayasa mahkemesinin tek bir kararı bile uygulanmadığında istifayı basması gerekmez miydi ve hatta eğer bir insan Sedat’ın anlattığı gibi kültürlü ve kaliteyse ülkenin hali bu durumdayken onun Anayasa mahkemesi başkanlığını baştan kabul etmemesi gerekmez miydi?
Sedat’a bunları sormaktan korkmam sadece beni tersleyeceğinden değil, bu sorularıma gerçekten ciddi biçimde cevap vermeye başlaması ihtimalinden yarattığı dehşet yüzünden. Çünkü ne onun ne benim bu açıklamanın bitmesi için gereken hayat zamanına sahip olacağımızı sanıyorum.
üstelik Sedat konuşmaya başladığında konu ne olursa olsun, bu anayasa mahkemesi de olabilir, karides avcılığının dünya ölçeğindeki durumu da, karşısındakinden konuşmayı kendisi kadar konsantre olarak dinlemesini ister.
benim de bunu yapabilmem artık imkansız maalesef, bu yüzden bundan böyle Sedat’ın dediği gibi Zühtü beyin aslında kaliteli bir hukukçu olduğunu artık sorulamadan kabul etmiş gibi davranacağım, başka çarem yok.