Bir devrin sonu: Alaaddin’in Dükkanı kapandı, Nişantaşı’nın sihri biraz daha azaldı
Baobab Yayınları’ndan çıkan Frédérik Peeters’in son çalışması ‘Oleg', başkalaşan bir dünyaya tutunma çabaları içindeki huysuz, uyumsuz bir çizerin, teknolojik istilaya karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor.
Deneyimli bir çizgi romancı… Yaklaşık 20 yıldır bu işi yapıyor ve hayatını böyle kazanıyor. Karısı Alix ise sanat tarihi üzerine dersler veriyor, ona olan sevdası bitmemiş ve ilk günkü tazeliğini koruyor. Kızı Elena ise yaşından çok kendi kuşağının bir temsilcisi gibi, eski güzel filmleri (Elia Kazan’ın ‘Rıhtımlar Üzerinde’si / ‘On the Waterfront’ ve Alfred Hitchcock’un ‘Gizli Teşkilat’ı / ‘North by Northwest’ gibi) birlikte izliyorlar, tartışıyorlar, hayatımızı esir alan ‘dijital’ gelişmelere karşı birlikte mesafe koyuyorlar…
Dışarıdan bakıldığında mükemmel bir üçgen gibi görünen bu güçlü birlikteliğin halkalarından Oleg’in yavaş yavaş kıyıya vuran bir sorunu var; sanki yaratıcılığını yitirmiş gibidir. Yeni bir şeyler yazıp çizmiyor, adına düzenlenen imza günleri ona zül geliyor, hayranlarının tekrar tekrar sordukları aynı sorular, özellikle de zamanında çok tutmuş ve ünlenmesini sağlamış kitabı ‘Dünyayı Bölüşürken’in devamının gelip gelmeyeceğine ilişkin olanı… Bütün bunlar onu yeterince sıkmışken Alix’in aniden ortaya çıkan sağlık sorunu da gidişatı tümden değiştirir…
“Bir sanatçı için en büyük problemdir ışığını, rotasını, ilhamını kaybetmek…” diye yazmıştım naçizane birkaç ay önce bu köşede Manu Larcenet’nin ‘Thérapie de groupe / Grup Terapisi’ adlı kitabı üzerine kalem oynatırken. Söz konusu yapıtta ana karakter (elbette yaratıcının eserdeki yansıması) Jean-Eudes de Cageot-Goujon’un başına böylesi bir dert geliyordu. Kariyerinin sonraki basamaklarının, gideceği güzergâhın nereye doğru yönleneceğini bilemeyen ve bu durumun psikolojik yansımalarıyla yüzleşmek durumunda kalan Cageot-Goujon eşinden, çocuklarından yardım almaya çalışıyor ve düştüğü girdaptan kurtulmak, yeniden yüzeye çıkmak için mücadele ediyordu.
Daha çok ‘Mavi Haplar’ adlı otobiyografik yapıtıyla tanınan Frédérik Peeters’in son çalışması ‘Oleg’ de ‘Grup Terapisi’ne benzer sularda geziniyor. İsviçreli sanatçının yapıtı yine otobiyografik dokunuşlara sahip; kendi yaşadığı dertleri ummana duyurmak için sahaya Oleg’i sürüyor ve okurunu bir sanatçının yaratıcılık anlamında karşılaşacağı meselelere ortak ederken aynı zamanda hayatın (kimilerine göre kaderin) insanlara yükleyeceği dertleri, tasaları hatırlatıyor. Kitabın ana karakteri kendisini hem fikirsel hem de pratik anlamda sistem dışı tanımlayan ve kitlelerin sürüklendiği sularda yüzmeyi reddeden biri olarak addetse de gün geliyor kimi fikri sabitlerinden vazgeçiyor, değişiyor, dönüşüyor.
Kendine özgü desenleri, öyküdeki zamansal ve mekânsal atlamaları, Oleg’in tatlı şaşkınlıkları, eşi Alix’in zamane gençleri olan öğrencileriyle olan alışverişini yansıtan bölümleri, bir ergen kimliğiyle yaşına göre son derece olgun bir karaktere sahip Elena’nın kendi kuşağıyla problemleri vs…
Bütün bu veriler eşliğinde Frédérik Peeters’in yapıtı, özel gibi görünen ama toplumsal yapı içinde varlıkları geçmişe göre daha geniş bir orana sahip bir modelin ifadesi olarak da nitelendirilebilir. Muhakkak bir çizer olmanız, yaratıcılık sorunları yaşamanız gerekmiyor, yaşı 40 üstünde gezinen birçok insan Oleg’le aynı dertlere, tasalara sahip ve bütün bu çözümsüzlük deryasında ayakta kalmaya, fikirleriyle birlikte yaşamaya, direnmeye devam ediyorlar. Bu açıdan söz konusu grafik roman benzer ruh durumuna sahip okur için de eğlenceli ve yer yer dramatik unsurlarla bezeli bir katarsis alanı yaratıyor diyebilirim.
Baobab Yayınları’ndan çıkan ve Damla Kellecioğlu’nun çevirisiyle dilimize kazandırılan ‘Oleg’in bazı yanları ve ana karakterinin hayat karşısındaki kimi refleksleriyle 68 Kuşağı’na mensup okuru da yakalayacağı düşüncesindeyim.
Toparlarsak değişen, başkalaşan bir dünyaya tutunma çabaları içindeki ‘huysuz, uyumsuz’ bir çizerin öyküsünü teknolojik istilaya (!) karşı verdiği çabalar ve yaşadığı durum komiği pasajlar eşliğinde anlatan bu kitabı kendi adıma gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.