Herkes için farklı isimlerle anılabilir. Benim kişisel evrenimde adını “Kutsi Etkisi” koyduğum bir sendrom var.
Şöyle ki, bir gün hiç beklemediğim anda “Sana ne benim çektiğim acılardan” diye başladım ve Kutsi’nin meşhur “Sana ne” şarkısını ezberden ve eksiksiz olarak bir kerede söyleyiverdim. Oysa ki o güne kadar ne bir Kutsi albümü edinmiştim ne de bir kere bile açıp Kutsi dinlemiştim.
Açıkçası hiç benim tarzım değildi. Sadece orada, burada maruz kalmam yetmişti. Bu olaya bir kutsiyet atfettim ve o günden itibaren Kutsi dinlemeye başladım. Allah’ın sopası yok ki gökten indirsin, gelmiştim sözüne sürüne, sürüne, sürüne. Hakkını vermeliydim.
Hakkını vermek istediğim bir diğer isimse Taylor Swift. Hayatı hiç umurumda değil, müziğiyle bir bağ kurmuş değilim, ancak “buradan bir yazı konusu çıkabilir” kod adlı not defterimde, tarihlere göre istiflenmiş birkaç düzine Taylor Swift haberi var.
Yeni medya, yeni davranış biçimleri ve teknoloji üzerine yazan biri olarak benim notlarıma bu kadar sızdıysa bunda bir keramet var dedim. Hazır geçen cuma yeni albümü de çıkmışken çağımızı Taylor Swift üstünden anlama ve anlatma derdimi ete kemiğe büründürmek istedim. Çünkü onun rehberliğinde yeni medya çağının belli başlı tüm riskleri ve tehlikeleri anlaşılabilir.
Sondan başlayalım. Taylor Swift’in “The Tortured Poets Department” yeni albümü cuma günü yayınlandı. Ancak çağımızın veri güvenliği endişelerini doğrular şekilde perşembe günü bir Google Drive bağlantısı marifetiyle albümün bir kısmı sızmıştı bile. En büyük lansmanların bile tüm gazını kaçıracak sızıntılar mümkün müydü? Mümkündü. Taylor Swift’in yeni albümünün dahi sızdırılabilir olduğu çağda kendi verilerimizin güvenliğinden ne kadar emin olabilirdik?
Her şey albümün sızdırılmasıyla bitmedi. Bu sızıntının ardından tuhaf bir tartışma çıktı. Bir kısım hayran, etik bir sorumluluk alarak dinlemek için albümün resmen yayınlanmasını bekleyeceğini ilan etmişti. Diğer bir kısım hayransa sızıntı olduğu iddia edilen bu materyalin yapay zekâ marifetiyle yayınlanmış sahte bir Taylor Swift albümü olduğunu savunuyordu. Çünkü bazı şarkı sözlerinde onun söyleyeceğine inanmadıkları vurgular vardı.
Cuma günü albüm resmen yayınlanınca sızıntının gerçek olduğu da anlaşıldı (Sadece eksikti. Çünkü sızan albümde 17 şarkı, gerçek albümdeyse 31 şarkı vardı).
Buradan çağımıza ilişkin çıkarmamız gereken ders açık: Yapay zekâ ile böyle şeyleri yapmak öylesine mümkün ki, gerçek albümler bile yapay zekâ marifeti sanılabiliyor. Yani, insanların sahte haber ve eserlere inanması kadar gerçeklere inanmaz hale gelmesi de büyük bir sorun ve alın size kanlı canlı bir örnek.
Dahası bu iş giderek mükemmelleşiyor. OpenAI’nin henüz son kullanıcıya açmadığı, insan sesini yeniden yaratan teknolojisi test aşamasında örneğin. Bu teknolojiyle politikacıların, ünlülerin, hayatta olmayan oyuncuların sesleri sadece 15 saniyelik bir örnek dinletilerek bire bir yaratılabilecek. Böylece gelecekte neyin gerçek, neyin sahte olduğunu anlamak gerçekten çok güç olacak. Swift’in albüm sızıntısı sonrası yaşanan tartışmalar öncü bir örnek sadece.
Bu yılın başlarında Taylor Swift ismi müziği ya da ilişkileri haricinde bir sansasyonla gündeme geldi. Yapay zekâ marifetiyle sahte porno görüntüleri oluşturulup internete salınmıştı.
Aslında Swift’e gelene dek deepfake porno sorunu ABD’de liselere kadar inmiş, akran zorbalığının yeni biçimi bile olmuştu. Ancak Taylor Swift ile birlikte daha büyük görünürlük kazandı ve yeni düzenlemeler için alarm etkisi yarattı.
Bu köşenin düzenli takipçileri hatırlayacaktır. Taylor Swift örneğinden önce konuyu ABD liselerinde yaşananlar üzerinden işlemiştik. Elbette deepfake sadece bir porno sorunu değil, hayatın her alanında önemli riskleri beraberinde getiriyor. Taylor Swift’in bu konuda maruz kaldığı kampanya kamuoyu ilgisini yükseltti. Yeni medya çağında olayların nereye varacağını göstermek için acı ama gerçek bir örnekti.
Son kullanıcıya dek inen yapay zekâ uygulamalarıyla sadece Taylor Swift gibi şöhretleri değil, okul çağında çocuklarımızı bile ilgilendiren bir yeni çağ tehlikesiydi bu.
Aslında geçen ocak ayında Taylor Swift ABD siyasetinin de gündemindeydi.
Çünkü ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü Sabrina Singh, Taylor Swift’in bir Pentagon projesi olmadığını resmen açıkladı. Elbette bunu durup dururken yapmadı. ABD merkezli haber kanalı Fox News’da “Jesse Watters Primetime” programının sunucusu Jesse Watters’ın “Taylor Swift’in nasıl bu kadar başarılı olduğunu hiç düşündünüz mü? Yaklaşık 4 yıl önce, Pentagon’un psikolojik operasyonlar birimi onu bir projeye dönüştürmeye karar verdi” iddiasıyla büyüyen komplo teorilerine bir cevaptı bu. Pentagon yalanladı ama inanan inanmaya devam etti tabii.
Enfokrasi çağının doğası da buydu. Herkes kendisine özel kamusal alanda, inanmak istediğine inanacak bir zemin bulabiliyordu. Dahası Swift ile ilgili tek komplo teorisi de bu değildi. Super Bowl finalini izleyerek sonuca etki etmesine kadar nice teori var hakkında.
Komplo teorilerinin tarihi insanlık tarihinin en erken dönemlerine kadar götürülebilir. Ancak yapay zekâ ve yeni medya çağında, komplo teorileri bambaşka bir boyutta. Donald Trump gibi bir figürün ABD Başkanlığı yapması ve hatta yeniden seçilmesi ihtimalinin hiç uzak olmaması gibi gerçekler, komplo teorilerinin etkisi üzerine bir fikir verebilir. Taylor Swift gibi popüler figürler söz konusu olduğunda işaretler çok daha görünür oluyor.
Time dergisi Taylor Swift’i, 2023’te Yılın Kişisi seçti. Ardından 2024’te Harvard ve Florida üniversitelerinde ders olarak okutulacak olması epey tartışıldı.
Bence tüm bu tantanayı hak ediyor. Baksanıza, onu izleyerek yeni medya çağının belli başlı tüm sorunlarını anlamak bile mümkün. Şarkılarını dinleyince, başka şeyler üzerine düşünmek de mümkün tabii.
Yeni albüme ismini veren şarkıda diyor ki, “Sen Dylan Thomas değilsin, ben Patti Smith değilim / burası Chelsea Oteli değil, biz modern aptallarız.”
Estağfurullah Taylor’cuğum demek isterdim ama “biz modern aptallarız” tabiri durumumuza öyle güzel uyuyor ki, alıyor saklıyorum.
Ben de artık bir Swiftie’yim.