Belli konularda istikrarlı bir şekilde yazıyor, konuşuyor ve nispeten kolay ulaşılıyorsanız, sizi bir görev bekler. O da medyaya görüş verme, yayına çıkma görevi.
Kimisi buna herkesin çok hevesli olduğunu düşünür. Çok hevesli olanlar da vardır sahiden. Sorun şu ki bazı yayıncılar herkesi öyle zanneder. Kendi etki alanlarının çok büyük olduğuna sonsuz inanmanın da verdiği cesaretle, yayın davetini adeta ulufe gibi tebliğ ederler. Kimileriyse çok naziktir. Çok dikkatli bir şekilde rica ederler. “Yayına çıkmanız karşılığında sizden para istemeyeceğiz” diyen hadsizleri bile gördüğünüz için nezaketli olanlara karşı illa bir krediniz olur.
Arkadaşlarınız rica edince zaten onlarla sohbet etme hevesiyle istekli gidersiniz. Fakat bu ilişkilerin sınırı her zaman belirsizdir. Bazen iş fırsatçılığa ve insan kullanmaya dönüşebilir.
Benim çalışma alanımdaki başlıkların çok gündemde olduğu bir dönem, bu konuda çok dolmuştum. Çünkü görüş alma ya da röportaj yapma bahanesiyle, çaktırmadan telifsiz yazı yazdırıldığını, iş yaptırıldığını düşünmeye başlamıştım.
Bir oldu, iki oldu, üç oldu, dört oldu derken, bir sonrakini asla kabul etmeyeceğim diye karar aldım.
Bir sonraki talep, bir röportaj içindi. Röportaj kavramının neye karşılık geldiğini az çok biliyorum takdir edersiniz. Fakat gelen sorularda bir tuhaflık vardı. Benim o konuda ne düşündüğümü merak etmekten ziyade, çok spesifik bir uzmanlık alanında ham bilgi istiyorlardı.
On farklı soru gönderilmişti ve bunların hepsi gerçekte birer yazı isteğiydi. Oturdum, zehir zemberek bir cevap yazdım. Yazdığım cevabın her cümlesi ayrı ayrı, sakin tabiatıma aykırıydı. Patladım patlamasına da sonradan inceden bir pişmanlık geldi. Kendimi kibirli gibi hissettim. Oysa kibir filan değildi. Ben, önceki fırsatçılıkların, şahsi dolmuşluğumun faturasını da son talep edene kesmiştim. Daha nazik bir üslupla reddedebilir ya da yanıtsız bırakabilirdim. Kendimi daha iyi açıklama fırsatını kullanamamıştım.
Kamuoyunu tam ortadan ikiye bölen olaylarda, genellikle taraflarla empati kurabileceğim bir yaşanmışlığı hatırlamaya çalışırım. İşte Vedat Milor’un lahmacuncuyla yaşadığı, gündemde olan tartışmada da aklıma yukarıdaki patlayışım geldi.
Kullanıldığımı hissettiğim için tepki göstermekte haklı olduğuma hâlâ inanıyorum. Ancak yeri ve dozu konusunda çok emin değilim. Milor benim aksime kendinden daha emin olabilir. Çünkü bunu bir mesaj vermek, bir yanlışlığın altını çizmek için daha abartılı biçimde yaptığını düşünüyorum. Nihayetinde, ne kadar ünlü olursanız olun birilerinin sizi, ticari amaçlı kullanılacağı açık bir şekilde görüntülemesi doğru değil. Hatta ticari amaçlar yokken izninizi almadan yüzünüze kamerayı dayaması da doğru değil. Ticaret girince iş daha da katlanamaz oluyor haliyle.
Hepimizin elinde fotoğraf ve video çekebilen bir cihazın olması, onu istediğimiz an, ünlü de olsa istediğimiz kişiyi çekmek için kullanacağımız anlamına gelmiyor. Bir zamanlar toplu taşımada dahi sigara ne kadar normal gelirken, bugün çok tuhaf geliyorsa, bu yerli yersiz çekim yapma densizliği de ileride öyle gelecek. Bu tip davranış kalıpları zamanla oturur. Ancak yol üstünde mutlaka böyle olaylara, tartışmalara ihtiyaç duyar. Bu açıdan Vedat Milor’un çıkışını anlamlı buluyorum. Daha fazla böyle cesaretli çıkışlar olmalı ki, bunları daha fazla konuşalım.
Esnaf heyecanına yenilip sınırını aşmış, Vedat Milor vermek istediği mesajı vermiş. Halkımız da bu mekâna hücum etmiş. Bence burada atlanan bir detay var.
Birçokları Milor’dan azar işiten mağduru desteklemek için milletin akın ettiğini düşünüyor. Oysa Vedat Milor o videoda açık olarak lahmacunu çok beğendiğini, her şeyiyle doğru yapıldığını söylüyor. Mekânı kendi kriterlerine göre uzun uzun övdükten sonra tepki gösterilen uyarıyı yapıyor.
Bu bir canlı yayın değil nihayetinde. Vedat Milor ve ekibi daha önceden çekmiş. Milor Youtube kanalına kendi isteğiyle yüklemiş bu videoyu. Dolayısıyla söz konusu esnafa çok kızmasına rağmen mekânın hakkını vermesi, kendi beğenisinin duyulmasının mekânı çok popüler yapacağını bile bile yüklemesi, üzerine çok konuşulmayan önemli detaylar.
Tekrar dikkat çekiyorum, Vedat Milor’un bu videosu mekândaki bir müşteri tarafından çekilip sızmış bir görüntü değil. Gösterilen muameleye sinir olan Milor’un buna rağmen mekânın hakkını vermesi bu videodaki daha önemli ayrıntı.
İnsanların mağdura destek olmaktan çok, bu övgüyü işittiği için gittiğini düşünüyorum. Temelinde mekâna övgü videosu bu çünkü. Üzerindeki tartışma, o övgüyü daha görünür yapmış sadece.
İlla mağdura destek amacıyla giden de vardır ama onlar bir ekseriyet oluşturmaz bence. Halkımızın mağdur fetişizmi kesinlikle ayrı bir başlık evet ama bu örnekte çok geçerli olmayabilir.
Milor gerçekten intikam almak istese, bu videoyu iptal eder ve mekânı rahatlıkla görmezden gelebilirdi.
Hatta eğer kötü niyetli ve içten pazarlıklıysa, “gittim hiç beğenmedim” diye iki satır yazıp gerçekten zarar verebilirdi.
Böyle şeyler yapmadığını ve yapmayacağını içten içe bildiğimiz için onun Vedat Milor olduğunu düşünüyorum.
Buradaki azarlama tavrı, örneğin esnafa konuşma hakkı tanımaması, Türkiye’yi terk etmekten söz etmesi tartışılıyor. Bu kadarı olmalı mıydı tartışılabilir evet ama bu da olaya bir gerçeklik hissi katıyor.
Bazen insanların gerçekten kızdığını ya da gerçekten mutlu olduğunu hissetmeye ihtiyaç duyuyoruz. Politik doğruculuk bir yerden sonra gerçekten bayıyor. O nedenle, bence içinden geldiği gibi davranması iyi bile olmuş.
Vedat Milor olaydan sonra yaptığı açıklamalarda, Hesap Lütfen (Kronik Yayınları, 2021) isimli kitabında bu tip durumlardan bahsettiğini açıklıyor.
Nurhak Kaya’nın kendisiyle yaptığı uzun bir söyleşinin dökümü olan bu kitabı okumuştum. O kitapta şöyle söylüyor:
“Türkiye’de herkes kendini her konuda haklı zannediyor ve asıl yalnızlaşma, haklı olduğumuzu düşünürken zorbalara karşı hiçbir şey yapamamanın çaresizliğini yaşadığımız anda başlıyor. Apartman hayatımız mesela: Komşunuz bir sorun çıktığında kendini tek haklı olarak görüyor ve üzerinizde zorbaca bir hâkimiyet kurmaya çalışıyor. Bu yüzden çözüm bulmak bir yana, kavga etmeden sorunları konuşmak bile imkânsızlaşıyor. Gürültüden rahatsız olup uyardığınızda, “Sana ne!” cevabıyla karşılaşıyorsunuz. Yaşadığınız apartmanda ortak bir mülk varsa, bir zorba siz ses çıkarana kadar ortak mülkün tamamını işgal etmeye çalışıyor. Bu da ses çıkarırsanız tatsızlığa, sessiz kalırsanız da pişmanlığa dönüşerek hayatınızı yaşanmaz kılıyor. Herkesi olduğu gibi kabul etmeye çalışmak da bir çözüm değil: Bu ancak sözgelimi bir Budist’seniz mümkün olabilir. Aksi takdirde günden güne öfke biriktirir, biriken öfkenizi de farkında olmadan yakınlarınızdan çıkarmaya başlarsınız.”
Bu satırları ve kitapta yer alan daha fazlasını okuyunca Vedat Milor’un tepkisini daha iyi anlıyorsunuz. Dahası, böyle bir tepkinin geleceğinden hiç çekinmeden bu videoyu yüklemesi de ayrı bir anlam kazanıyor.
Yukarıda da dediğim gibi daha fazla örnek teşhir olmalı ki böyle şeyleri daha fazla tartışalım.