Kenan Işık ve Genco Erkal'ın arka arkaya gelen ölümlerinden sonra arşivlere daldım. Dipten deniz kabuğu çıkarır gibi anıları çıkardım.
Ne konuştuğumuzu hatırlamıyordum ama Genco Erkal’la yıllar önce yaptığımız röportajın tadı damağımdan hiç gitmemişti. Ölüm haberini alınca arşivi açtım. Ne tesadüf onunkinden önce Kenan Işık’la olanı buldum.
Temmuz 2000’de Kandilli’deki evinde, ‘Kim Beş Yüz Milyon İster’ yarışmasıyla popüler olduğu dönemde konuşmuşuz Kenan Işıkla. Hakkında “Asli görevlerini aksatıyor, çalışmıyor” diye soruşturma açan Devlet Tiyatrolarından yeni istifa etmiş. O kırgınlığı ve tiyatro dair hayallerini anlatıyor.
Şöyle bir gözlemim olmuş ki yazmışım: “Yarışmacılardan kararlı olmalarını bekliyor ama kendisi kahramanları iki dünya arasında kararsız kalan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dünyasıyla çok daha fazla örtüşüyor… Zaten o da Tanpınar’dan çok etkilendiğini, ona büyük hayranlık beslediğini belirtiyor…”
Kenan Işık 2014’te saunadan çıkarken düşüp beyin kanaması geçirdi, 10 yıl koma halinde yaşadıktan sonra hayatını kaybetti. Onunla son konuşan birkaç kişiden biri Olkan Özyurt tiyatro adamını önceki günkü yazısıyla uğurladı. Ailesinin ve sevenlerinin başı sağolsun. Yattığı yer incitmesin.
“Başkalarının size ne söylediğini hatırlamayabilirsiniz ama size kendinizi nasıl hissettirdiğini asla unutmazsınız” derler. Genco Erkal’la röportajımız nasıldı da onu hafızama, tiyatroculuğu bir yana, sıcak ve samimi biri olarak kaydetmişim?
Dostlar Tiyatrosu’nun kuruluşunun 30’uncu, usta oyuncunun sahneye çıkışının 40’ıncı yılında (2000) kendisiyle bir röportaj yapmak istemişim, kabul etmiş, sözleşmişiz. Randevuya az gün kala sabah arıyor: “Zeynep hanım biz sizinle randevulaştık ama benim o gün çok önemli bir işim varmış.”
Sakin sakin cevap veriyorum: “Tamam o zaman, randevu gününü değiştirelim.”
Benim sormama fırsat kalmadan devam ediyor: “O gün benim kızımı istemeye gelecekler.” Laf atmadan duramıyorum: “Demek ki kızınızı vermeyi pek istemiyorsunuz.”
Tahminim doğruymuş, Genco Erkal o zaman 25 yaşında olan kızı Ayşe’ye hep çok düşkünmüş. Kızının annesinden boşandıktan sonra Ayşe onunla kalmış: “Belki doğurup emzirmedim ama altını yaptım, sabahlara kadar başında uyumadan bekledim. Böylece çok güçlü bir ilişki oluştu kızımla aramda. Ondan ayrılmayı hiç istemiyorum.”
Röportajda kız isteme merasimini de şöyle anlatıyor: “Aslında çok sakin gibi görünüyordum ama heyecanlandım. Heyecanım dilime vurdu, sürekli konuştum. Sonunda verdik işte kızı.”
Tanışmamız bu kadar samimi olunca röportajın devamı da öyle gelmiş. Araya hiç girmeden onun hayata, tiyatroya, çocukluğuna dair söyledikleriyle devam etmek istiyorum.
* Tiyatro dışında çok içine kapanık, insanlarla ilişki kuramayan biriyim. Özellikle gençlik yıllarımda böyleydim. Belki tiyatroya bulaşmasaydım çok karanlık bir dünyaya düşebilirdim. Tiyatro benim çıkışım oldu. Yaşamla kuramadığım bağı bağlantıyı tiyatro aracılığıyla kurmaya başladığımı hissedince benim için vazgeçilmez bir tutku haline geldi.
* Robert Kolejin lise bölümünü bitireceğim sene babam beni karşısına aldı ve ne olmak istediğimi sordu. Okulda tiyatro kolundaydım. Oyunlar çevirip sahneye koyuyordum. Babama profesyonel tiyatrocu olmak istediğimi söyledim. Hiç tereddüt etmeden cevap verdi: Onu unut başka ne olmak istiyorsun? O zaman psikiyatriye ilgi duyuyordum. Tıp fakültesine girdim. Bir yılın sonunda oradan ayrılıp edebiyat fakültesinin psikoloji bölümüne kaydoldum. Bu arada babam amatör olarak çalışmama bir şey demediği için tiyatroyla uğraşıyordum.
* Tiyatroya (Muhsin Ertuğrul’un sahneye koyduğu Çöl Faresi oyununda) başladıktan sonra hakkımda yazılar yayımlandı. Etraftan tebrikler geldi. Babam gelip beni sahnede gördü. Yavaş yavaş iş onun da hoşuna gitti. Sonra ben bir iki gazete röportajında “babam tiyatrocu olmamı istemememişti” filan deyince, çok kızıyordu. “Öyle değil mi baba” diyordum. “Evet ama ben sen mutsuz olursun diye düşündüm, başarılı olacağını bilemedim, ya başarısız olursa sanatçı olarak çok acı çeker diye düşündüm” dedi.
* Sanata yakın olmayan insanlarla ahbaplık edemiyorum galiba. Kolejden arkadaşlarım var, hepsi de iş adamı oldu. Arada bir görüyorum onları, anlamaya çalışıyorum. Onların da sanatı para, iş becermek. Onları bir yanıyla ilginç buluyorum ama uzun boylu ahbaplık etmekten sıkılıyorum.”
Hayatından belli kesitleri samimiyetle paylaşıp sayfada kullanmak üzere eski fotoğraflarını verdikten sonra vedalaşırken bakın ne diyor: “Bu fotoğrafları bulup en güzellerini seçebilmek için evde üç gün uğraştım. Bu işi çok ciddiye aldım. Aslında her şeyi çok ciddiye alıyorum. Bu kadar ciddiye alınca daha çok kırılıyorum. Çok alıngan olabiliyorum.”
Genco Erkal’ın bende neden tiyatroculuğun ötesinde iz bıraktığını şimdi anlıyorum. Olabilecek en tatlı bahaneyle röportajımızı ertelemiş. Bundan hem kendine hem bana bir hikaye çıkarmış. Röportajımızı en az benim kadar ciddiye almış. Üstelik profesyonel amaçla kısacık bir süreliğine bir araya gelmiş olsak da kendini bunu “itiraf edecek” kadar yakın ve rahat hissetmiş. Bütün bunlardan çıkan samimiyet o günle sınırlı kalmamış benimle bugünlere kadar gelmiş.
Başta biricik kızı Ayşe, tüm sevenlerinin başı sağolsun.