Lozan Muahedesi’nin yürürlüğe girip hüküm ifade etmesi, muahedenin ilgili maddesine göre devletlerin meclislerince tasdikine bağlanmıştı. Bu maddede muahedenin mümkün olduğu kadar kısa bir müddet içinde tasdik edileceğine dair bir temenni bulunmuyordu. Tasdiknameler Paris’te toplanacak ve orada saklanacaktı. Muahedenin yürürlüğe girişini tanzim eden maddede İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’dan üçünün tasdiki ile bunlar arasında yürürlük keyfiyetinin tamamlanmış olacağı tespit edilmişti. Şimdi mühim olan, Türkiye’nin bir an önce tasdik etmesidir. Çünkü İstanbul’un ve Boğazların tahliyesi hakkındaki anlaşma, tasdikten sonra yürürlüğe girecekti. Musul ihtilafının halli için tespit olunan zaman da muahedenin tasdik tarihinden başlıyordu. Bu bakımdan, biz muahedeyi ne kadar erken tasdik edersek, o kadar lehimize olacaktı.
Lozan’ın Türk taleplerini sağladığı başta kavranamadı
Tarih gerçeği olarak bir noktayı, Lozan Muahedesi’nin bir tahlilini zikretmem lazımdır. Lozan Muahedesi Büyük Millet Meclisi’nde az bir müddet münakaşa edildikten sonra, aynı sene içinde, 1923’te tasdik edildi.
Bunun önemli bir netice olduğu ve büyük ölçüde Türk arzularını, Türk taleplerini sağladığı birden kavranmamıştır. Lozan Muahedesi, bu ilk zamanlarda, memleket içinde gereği gibi kavranıp, önemli bir vesika olarak değerlendirilememiştir.
Bunun yürürlüğe girmesi için bizim tasdikimizden sonra imza eden devletlerin çoğunluğunun da tasdik etmiş olması lazımdı. Diğer devletler muahedenin tasdik edilerek yürürlüğe girmesi için acele etmemişlerdir. Bizden sonra muahedenin tasdiki üzerindeki münakaşalar, onlar içinde başlamıştır.
Bu devletlerin söz sahibi, rey sahibi birtakım politikacılarına göre Lozan’da Türkiye’ye karşı lüzumsuz fedakârlıklar yapılmıştır. Bu kadarı yapılmadan eski vaziyet muhafaza edilebilirdi. Kendi aralarında bunun münakaşası yapılmıştır. Ayrıca muahedeyi tasdik için acele etmemişlerdir. Türk milli hayatında ne gibi tepkiler olacağının, reformların nasıl hazmedilebileceğinin bilinmesi için beklemek lazımdır, zihniyeti hâkim olmuştur.
Muahede Bir Sene Sonra Yürürlüğe Girdi
Muahede diğer devletler tarafından tasdik edilip meriyete (yürürlüğe) girinceye kadar 9-10 ay kadar bir zaman geçmiştir. Bu süre içinde, muahedenin tasdik edilmeyişinden, memlekette büyük bir memnuniyetsizlik ve endişe duyulmuştur.
Biz 1923 Ağustosu içinde muahedeyi tasdik ettik. Muahedenin meriyete girmesi, takriben bir seneye yakın bir teehhurla, 1924’te mümkün oldu.
Diğer devletlerin muahedeyi tasdikte gecikmeleri, memlekette herkesin dikkatini, merakını ve endişesini celbettikten sonradır ki, muahede tasdik edilince, meydana gelen eserin kötüleyip atılacak bir yarım netice olmadığı anlaşılabilmiştir. Ancak o zaman, yapılan çalışmaların ve meydana gelen eserin önemli bir netice olduğu hissolunmuş ve kabul edilmiştir.
Antlaşmanın Bazı Hükümleri Tenkide Uğradı
Lozan Muahedesi’nin tasdiki için Büyük Millet Meclisi’nde hükümetçe sevk edilen kanun tasarıları ağustos ayında müzakere edilmiştir. Gerek bu müzakereler esnasında meclis içinde gerek daha sonra meclis dışında, Lozan Muahedesi’nin bazı hükümleri tenkitlere uğradı. Şimdiye kadar, Lozan’ın bir olumlu eser mi, yoksa bir kaybedilmiş netice mi olduğunun kamuoyunda enine boyuna görüşüldüğü zamanlar geçirdik. Fakat şimdi, soğukkanlılıkla Lozan Antlaşması’ndan milletimizin bu eserinden takdirle ve saygıyla bahsetmek mümkündür.
Evvela Lozan Muahedesi’nin bir karakterini belirlemek lazımdır. Muahedename, pek çok meseleleri kesin kararlar olarak tamamıyla hallettikten sonra, uzun müzakerelerde çözülmemiş bazı meseleleri birtakım geçici kayıtlara bağlamıştır.
Lozan Muahedesi, milli devletin hudutlarını azami imkânda kurtararak vücuda getirmiştir. Azami imkânda diyorum, çünkü bir memleketin hudutları fiilen kurulmadıkça, yalnız müzakere ile temin olunamaz. Batıdan, doğu hududuna kadar hudutlarımız, bütün memleketin işgalinden sonra önce kendi çabamızla ve silah kuvveti ile fiilen kurulmuştu. Bunun özelliği, milli bir devletin hudutları olmasıdır. İlk günden beri milli bir devletin hudutları talebi ile ortaya çıkmamız, bizi memleket bütünlüğü ve hudutlar meselesinde manen ve maddeten kuvvetlendirmiştir.
Trakya’yı Müzakere Yolu İle Kurtardık
Arap memleketleri ile irtibatımızı kestiğimizi kendi ihtiyarımızla ilan ettikten sonra Türk hudutlarını kurmak için sonuna kadar ısrar etmemizi, dünyada hiçbir vicdanlı insan haksız bulmamıştır. Bizim kuvvetli tarafımız, haklı taleplerle müzakerelere girişmemizdendir. Bu sayede fiilen tesis olunmadığı halde, Lozan’da temin ettiğimiz bir müstesna başarı vardır. O da Trakya’dır.
Askeri seferlerin kaçınılmaz neticesi olarak ilk önce temin etmek fırsatı varken, İstanbul’u ve Trakya’yı silahla işgal etmediğimiz halde müzakere yolu ile netice almışızdır.
Böyle bir başarı, Milli Mücadele’ye nasip olmuştur.
Garbi Trakya’yı ihtiyarımız ve rızamızla daha evvelki muahedelerle kaybetmiştik. Buna rağmen Lozan’da Trakya hudutları azami ölçüde elde edilmiştir.
Bundan daha fazla memleketi hudutlarımız içine katabilmemiz ne tarihte misali olan bir hadisedir, ne de bizim askeri ve siyasi vaziyetimize göre hayal edilecek bir neticedir.
Unutmamak lazımdır ki, Lozan Muahedesi’ni, müttefiklerimizle beraber Büyük Cihan Harbi’ni kaybettikten ve bu kayıp neticesinde bir işgale uğrayıp her türlü ümidini müttefiklerin insafına teslim etmiş bir hükümet haline geldikten sonra temin edebilmişizdir.
Birtakım Eksiklikler Olmuştur
Lozan’da, uzun müzakereler esnasında tabiatıyla birtakım eksiklikler hasıl olmuştur. Bu eksikliklerin başında, tabii Boğazlar’ın açık olması ve en nazik geçitlerimizin tahkim edilmek hakkından yoksun bırakılmasıdır. Boğazların gayri askeri hale sokulmasından bahsediyorum. Bu, bir açık nokta idi. Bunu zamanla tamir etmek, devletin ondan sonraki kudretine ve çalışmasına kalmıştı. Gerçekten, Boğazların gayri askerlikten kurtulması, 13 sene sonra sağlanabildi. 1936’da Montrö Mukavelesi yapılarak, Boğazlar tamamıyla Türk hâkimiyetine terk edilmiş ve müdafaanın bütünlüğü kayıtlarına sahip olunmuştur. (….)
Araplar Aleyhimize Çalışmışlardı
Lozan Muahedesi’nin hudutlarla ilgili olarak kesin neticeye bağlanmayıp, Boğazlar rejimi gibi tamirini ileriye bıraktığı diğer bir mesele, Hatay’dır. Hatay’ın geleceği bu muahedede özel bir idare vaadiyle geriye bırakılmıştır.
Misakı Milli’de Arap memleketleri ile irtibatımızı kestiğimizi ilan etmiş olduğumuz halde bile, Türkler kendilerinden ayrılmış olan Arap memleketlerinin manda adı altında, başka devletlerin himayesine konulmasını akden kabul etmemişlerdir. Yani bir manda usulünü muahede ile kabul etmiş değiliz. Bizden ayrılan memleketlerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesini istemişizdir. Buna karşılık, bizden ayrılmış ve ayrılmakta olan Arap memleketlerinin temsilcileri, Lozan müzakereleri esnasında lehimize değil, aleyhimize çalışmışlardır. Tarihi gerçek budur. Arap heyetleri, Lozan’da kendi isteklerini müttefiklerle temas ederek konuşarak istiyorlardı. Müttefikler taleplerini kabul etmeyince, ”Bize de Türkler gibi muamele ediyorlar” diye şikâyet ediyorlardı.
Nihayet bu Arap heyetleri, Lozan’da bana müracaat ettiler.
Araplara Karşı Vicdan Rahatlığı İle Konferanstan Çıktık
Kendi kaderlerini kendilerine gönül rızası ile bıraktığımız Araplar, memleketleri içinde bulunan yabancı devletlere karşı daha çok haklarla teçhiz edilmek için bizden yardım istiyorlardı. Onları iyi karşıladım, görüştüm. Kendilerine karşı vazife dolayısıyla muahede esnasında hiç kusur etmediğimizi söyledim. Çünkü bizden ayrılmış olan bu memleketler, Cihan Harbi içinde de müttefiklerle ittifak etmişlerdi. Yani bizim muharebe ettiğimiz devletlerle ittifak etmişlerdi. Onlarla beraber olarak, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı her vasıta ile mücadeleye girişmişlerdi. Bunları anlattım. Sizin haklarınızı tanıdık, size karşı hiçbir kırgınlıkla ayrılmıyoruz, bahtiyar olmanızı isteriz, dedim. Ve kendilerine şunları söyledim:
”Siz bizden elimizde olmayan şeyleri istiyorsunuz. Sizin haklarınızı fazlasıyla korumak için bundan başka çaba göstermek maddeten mümkün değildir. Bilmiyorum, hanginiz söyledi, neydi o söz? Bize Türkler gibi muamele ediyorsunuz demeye, size ne kadar fena muamele etseler, bizim müşkül zamanımızda müttefikleri haklı gören bir eda ile konuşmaya nasıl razı oldunuz?”
Bu olumsuz ve yakışıksız tutumlarından dolayı orada bulunanlar birbirlerini yermişler, tenkit etmişler. Ben yapmadım, filan yaptı. O değil, falan yaptı, tarzında münakaşalar benim önümde cereyan etmiştir.
Demek istiyorum ki bizden ayrılan memleketlere karşı muahede müzakereleri esnasında onların hayati menfaatlerini ihlal edecek bir kayıt kabul etmedik.
Büyük bir imparatorluğun parçalanması karşısında bütün dünyaya karşı, yalnız kendi kuvveti ile uğraşmaya mecbur kalan Türkiye daha başka bir vaziyet alamazdı. Bu bakımdan, bilhassa Araplara karşı Lozan’dan vicdan rahatlığı ile çıkmışızdır. En dar zamanlarda, hatta kendilerinden müşkülat gördüğümüz zamanlarda bile, selametlerini temenni etmekten başka bir gaye takip etmedik.
Irak hududunun tespiti, birçok münakaşalar yapıldığı halde mümkün olamadı. Bu yüzden konferansı ve sulhu tehlikeye sokamazdık. Türk-Irak hududunun 9 ay zarfında İngiltere ile Türkiye arasında yapılacak dostça müzakerelerle halline karar kılındı. Bir defa Lozan muahedenamesinin neticelenmesi üzerine, birçok memleket ile aramızda husumetin nihayet bulması ve dostluk münasebetinin kurulması sağlanmış oluyordu. Bundan sonra İngiltere ile karşı karşıya kalarak Irak hududunun tespiti için uğraşmak, bizi hiç değilse, bir harp tehlikesinden uzak bulunduracaktı.
Azınlıklar Yüzünden Çok Sıkıntı Çektik
Hudutlar meselesinden sonra, diğer meselelere geliyorum. Bunlardan biri ekalliyetler mevzuudur. Ekalliyetler mevzuunda Lozan’da büyük baskılara maruz kaldık. Cihan harbi içinde bütün dünyaya karşı padişah hükümetinin yardımı ile haksız itiraflara uğradık. Padişah hükümeti, millete tevcih edilen suçları kabul edip birtakım insanlara yükleyerek, memleketi, bu suçların bahanesi altında hazırlanan suikastlere karşı koruyabileceğini zannetmiştir. Karşımızda bulunan galipler, suçları bir defa memlekete yükledikten sonra, onu yapanların adlarına ehemmiyet vermeksizin cezayı tabiatıyla millete yükleyeceklerdi. Bu sebeple biz, Lozan’da ekalliyetler meselesinden dolayı büyük sıkıntılar çekmişizdir.
İmtiyazlarla ilgili müzakerelerde, memleketimizin nüfus mıntıkalarına ayrıldığını açıktan gösteren kayıtlar, teklifler reddedile edile nihayet, o mıntıkalarda devlet eli ile bir kalkınma yapılamaz ve yabancı sermayeye müracaat etmek icap ederse vaktiyle kendilerine imtiyaz verilmiş veya vaat edilmiş olan şirketlerin de ihalelere davet edileceği hususu kabul edilmiştir. Bu meseledeki taahhüdümüz, Fransa ve İngiltere için beş sene, İtalya için bir sene müddete bağlanmıştır. (….)
Hasta Adamdan Bir Devlet Doğdu
Bunların hepsi de, aynı şartlar yenilenmeye lüzum kalmaksızın beş sene sonra, yedi sene sonra hitam bulmuş, tarihe karışmıştır. Demek ki, Lozan Muahedesi’nin takıntıları ve eksiklikleri diye sayılabilecek bütün meseleler, zamanla temizlenmiş tamamlanmıştır. Bu sebeple, Lozan Muahedesi, Türk siyasi hayatında başlıbaşına bir yer tutan milli bir eser halindedir.
Lozan Muahedesi yeni bir Türk devletinin kurulmasında temel unsur olan bir siyasi vesika olmuştur. Bu milli devlet, tam manasıyla medeni ve bağımsız bir devletin bütün haklarına sahip olmuştur. Lozan Muahedesi bunları tespit eder ve kabul ettirir.
Ne vakit kabul ettirir? Bir cihan harbinde bütün dünya dört sene harp etmişken, Türkler dört sene daha fazlası ile, sekiz sene harp ederek her taraftan işgal edilmiş olan memleketlerini silahla tekrar kurtardıktan sonra kabul ettirir.
Müttefikler, asırlarca takip edilmiş olan siyasetten niçin vazgeçmiş olarak Lozan Muahedesi’ni kabul etmişlerdir? Türk devleti hasta adamdan geliyordu. Bir İngiliz tarihçisinin dediğine göre, Osmanlı devletinin kaldırılması fırsatı Avrupa’nın eline 1300 senesinden beri ancak iki defa geçmişti. İkinci fırsat milli mücadele dediğimiz devrede zuhur etmiş ve Avrupa bundan faydalanamamıştır.
Müttefiklerin Lozan Muahedesi’ni kabul etmeleri, ilk önce mecburiyetten gelmektedir. Askeri vaziyet o halde idi ki, Misakı Milli ile ve Büyük Millet Meclisi’nin mücadele devri ile bizim tespit ettiğimiz temelleri reddetmek, nihayet yeni bir askeri harekete bağlı kalmıştır. Türkiye 15 seneden fazla süren iç ve dış seferlerden sonra, gerçekten barışa erişmek ihtiyacındaydı. Ama Avrupa da Birinci Cihan Harbi’nin kanlı fedakârlıklarından sonra, yeniden bir maceraya kolayca girecek istidatta değildi.
Galip Devletlerin Tahminleri Boşa Çıktı
Bu şartlar altında barışın kabul edilmesi, Avrupa’nın yeni fütuhatı hazmedebilmesi için de bir ihtiyaç sayılabilirdi. Bir anlaşma ortamı bulunabilirse, barış tercih edilecektir. Bu karşılıklı ihtiyaç tesirleri içinde, geniş bir netice almak ne kadar mümkün ise, bu imkân ileri derecede elde edilmiştir, denilebilir.
Yalnız, Lozan şartlarını kabul eden galip devletler, Türkiye’nin bu şartları koruyup geliştirebileceğine aslında inanmıyorlardı. Harap ve muhtaç bir memleket, yaşamak ve kurtulmak için avuç açıp bütün kazandıklarını kısa zamanda kaybedecek sanıyorlardı.
Bu memleket hukuki ve sosyal bünyesi ile bütün Avrupa’nın geçirdiği aydınlanma devrinden geçmemiş olarak Ortaçağ’ın iptidai kuralları içinde yirminci asrın medeniyet âlemine nasıl girebilirdi?
Adli beyanname, imtiyaz şartları, sıhhi beyanname, ticaret ve ikâmet mukaveleleri, Türkler bütün bu kayıtlardan müddetleri doldukça kurtulabilirler mi, kurtulamazlar mı? Bu hesaplar, geleceğe ait bir sınav devri olarak Lozan Muahedesi’ni kabul edenlerin zihinlerinde yaşıyordu.
Biz, bu müddetlerin geçirilmesi ve doldurulması hususlarında çok dikkatli ve sebatlı bulunmaya mecburduk. Adli usul meselesinde, yabancı müşavirlerin bize verebileceği akılların üstünde, yeni devletin sağlam adli temellere oturtulması, onları lüzumsuz bir halde bıraktığı gibi, beş sene dolduktan sonra vazifeleri hitam bulmuştur. Adli müşavir beyannamesi böyle bitti. Sıhhiye mütehassısları böyle bitti.
Lozan, 45 Yıl Sonra Canlılığını Muhafaza Ediyor
İktisadi ve mali tehlikeler Lozan sonrasında silinmiş ve yeni bir ekonomik düzenin temeli atılmıştır. Yabancı sermayeye müracaat mecburiyeti hasıl olduğu zaman, imtiyazlı şirketlere de haber vermek kayıtları hiçbir tatbike hacet kalmadan sona ermiştir. Çünkü devletin, nazik bölgelerde yabancı sermayeye muhtaç farz olunan ilk senelerinde bile kendi gayreti ile kalkınıp ihtiyaçlarını temin etmesi mümkün olmuştur.
Fakat müttefikler, Lozan Muahedesi’ni harp yapmak imkânı olmadığından dolayı mecburiyetle kabul ettikleri kadar, bunu büyük ölçüde ümitle de kabul etmişlerdir. Ümit şu: Yeni devlet, kuruluşu ile beraber, medeni ve hukuki bir devletin bütün inkılaplarını da yapmaya başlayacaktır. Devletin idare şekli değişmiş, milli iradenin hâkim olduğu bir cemiyet hedef olarak alınmıştır. Bunun üzerinde yürümeye başlanmış, hukuki ve idari sistemlerde büyük ıslahata girişilmiştir. Bu ıslahatı memleket ne ölçüde hazmedecek ve kabul edecek? Ve ne ölçüde tepkiler olacak? Bu bir muamma idi.
Galip devletler, kendisine hiçbir surette yardım edilmeyecek yeni Türk Devleti’nin, içeride çıkacak karşı koymalara karşı ne kudret göstereceğini görmek, ölçmek istiyorlardı. Bütün bu ümitler, ayrı ayrı çetin imtihanlar geçirilerek silinmiştir.
Mali ve İktisadi Baskılar
En mühim baskı, mali ve iktisadi yönde olmuştur. Öyle ki, yeni Türk Devleti’nin yaşamasında ve kalkınmasında kendisine hiçbir yardım yapılmamıştır. Mali ihtiyaçlar esnasında, ben bir defa, 5 milyon lira kadar bir kredi açılması için bir banka ile müzakereye girilmesini arzu etmiştim. Bankaya bizim tarafımızdan böyle bir kredi için müracaat edilmişti. Bana gelen cevapta, sene içinde devam edecek 5 milyon liralık bir kredi de bir istikraz demektir, istikraz muamelesini tamamlayarak konuşma açabiliriz, deniliyordu. Anladım ki, eski fikirler olduğu gibi duruyor. En ufaktan, ihtiyaç içinde bunaldık kanaati hasıl olmuştur. Bunları silmek lazımdır. Derhal cevap verdim: ihtiyacımız yoktur, meselemiz de yoktur. Kestim, attım.
Bu şekil muamele, öyle bir memlekete yapılıyor ki, bu memleket iki asırdan beri mali iktidarsızlığından dolayı içeride idaresini düzeltememiş, hiçbir kalkınma yatırımını kendi kudreti ile yapamamış, bunu daima yabancı devletlerin istikrazlarından beklemeye alışmış ve nihayet istikrazlarla günlük idarenin ve ihtiyaçların açıklarını kapatırken, bunu büyük faizle, çok düşük ihraç fiyatı ile yaparken aynı zamanda birtakım imtiyazlar vermeye de alışmıştır.
Böyle bir idareyi anane olarak takip ederek gelmiş bir memleketi her zaman amana getirmek mümkün olduğu kanaatindeydiler. Bunu bana muahede esnasında açıktan söylemişlerdi. Bu dikkatle, memleketin ihtiyaç zamanlarında büyük buhran devirleri atlatılabilmiş, Lozan Muahedesi hükümlerinin temellerine toz kondurulmamıştır.
Lozan’ı ve sonrasını bir bütün olarak değerlendirmek lazımdır. Lozan Muahedesi, milletler tarihinde nadir görülen misallerden biridir. 45 sene sonra canlılığını hâlâ muhafaza ediyor. Lozan Muahedesi üzerinden bir İkinci Cihan Harbi geçmiştir. Bu İkinci Cihan Harbi’nden, Lozan hedefleri daha sağlamlaştırılmış olarak çıkarılabildi. Nihayet Türk tarihinde, 45 senelik bir barış devri, Lozan’dan sonra onun tabii sonucu olan laik cumhuriyete nasip olmuştur. Lozan Muahedesi bugün devletin temel idare kurallarına öncülük ve kılavuzluk edebiliyor. Diğer milletlerin hayatında bir muharebeden sonra yapılan siyasi akdin 45 sene sonra kendi değerini muhafaza eden bir vesika olarak kalması, nadir misallerden biridir. Bu gerçeği gelecek nesillerin hiçbir şekilde gözden uzak tutmamaları lazımdır.
Lozan Muahedesi, askeri zaferler gibi milletimizin hakkı ve kendi kabiliyetinin mahsulü olan bir kazançtır.