Bu filmi hayatım boyunca sırtımda taşıyacağım
Beş filmlik haftanın iddialısı Antalya Film Festivali'nin galibi, on numara beş yıldızlı Özcan Alper'in 'Karanlık Gece'si. Kerem Ayan'ın 'Oregon'u bir dönem komedisi. Güney Kore'nin geçen yılki gişe şampiyonu 'Kuralsız' ise suç ve gerilim hikayesi. Vizyon Raporu fragmanlar eşliğinde başlıyor...
Not: Yazı filmin konusuyla ilgili bilgi içermektedir
Sezen Aksu’nun, Erdal Eren’in hikayesini anlatan ‘Son Bakış’ şarkısına ilham veren, Savaş Ay’ın Eren’in Mamak’ta idam edilmeden birkaç saat önce çektiği fotoğraftır. Eren’in idam edilmesinin üzerinden yıllar geçse de şarkının sözlerinde vurgulandığı gibi ‘son bakıştaki o gözler hep aklımızda’ takılı kalmıştır.
Özcan Alper’in son filmi ‘Karanlık Gece’de de İshak’ın (Berkay Ateş) aklında hep Ali’nin (Cem Yiğit Üzümoğlu) son bakıştaki gözleri var. O bakış İshak’ı hiç yalnız bırakmıyor. Öğretmen bir babanın idealist oğludur Ali. İnsanlara karşı dürüst ve sevecendir, farklılığa açıktır, doğa olan sevgisi ve hümanist kişiliği onun konforlu bir hayat sürmek yerine bir dağ köyünde yaşamayı tercih etmesine neden olur. Fakat Ali’nin idealist dünyasının sınırlarının ötesinde bu köy ve bu köyün üzerine uzun zamandır koyu bir karanlık çökmüştür.
‘Sonbahar’, ‘Gelecek Uzun Sürer’, ‘Rüzgarın Hatıraları’ filmlerinde toplumsal acıların, kolektif hafızamızdaki izlerini süren Özcan Alper ‘Karanlık Gece’de bu coğrafyanın en büyük karanlıklarından birine filmiyle fener tutuyor. Sürekli kendini üretmeyi başaran ve hep gölgelerde kalan organize kötülüğün ya da Rakel Dink dediği gibi “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığın” içinden bir hikaye anlatıyor. Ali bu kötülüğün kurbanı, İshak ise faillerinden biri. Ama filmden anlıyoruz ki o kötülüğün pençesine bir kere düşmeye gör, kötülüğün esiri oluyor insan. O karanlıktan çıkmak isteğiniz zaman bile bu pek mümkün olmuyor.
Alper de senaryosunu yazar Murat Uyurkulak ile birlikte yazdığı filminde bu kötülüğün ortaya çıkış nedenlerini, kendini var edişini ve nasıl sürekli kendini üretebildiğini gerçekçi ve acı bir hikayeyle karşımıza getiriyor. Kasabada yaşayan birkaç genç, kasaba dünyasının iki yüzlü ahlakına teslim olup, sistemin öğretilmiş bilgileriyle, tüm farklılıkları, şiddeti kullanarak bastırmaya çalışıyor. Ki verili düzenin öğretileri de takdir edersiniz ki makro iktidarın söylemleriyle şekilleniyor.
Bu söylemler çok erkek, çok şoven, çok nobran, çok ahlakçı ve kötücül. Hiçbir farklılığa açık değil. Bu söylemler o gençlerin her türlü eylemini meşrulaştıracak kadar da kabul görüyor geleneksel olarak. Ve gençler hakim söylemin bir anlamda tetikçi oluveriyor ve kendi ortamlarında bir mikro iktidar alanı yaratmalarına neden oluyor. Sonrası zaten linç kültürü…
Ne hukuk, ne ahlak, ne etik hiçbir şey engel olamıyor onların her şeyi önlerine katıp linç etmelerine. Hakim iktidarın söylemi toplumun kılcal damarlarına kadar ulaşıp şiddeti ve linçi meşrulaştırdıkça daha fütursuzca yayılıyor linç kültürü. Ali de bu şekilde bir linçin kurbanı oluyor. Lakin vicdan önemli ayrıntı. İshak’ın Ali’nin o son bakışıyla uyanan vicdanı bu karanlığı yırtmak istiyor. Bu sefer de İshak hedef oluyor.
Özcan Alper sadece günümüzde hüküm süren karanlığın değil, geçmişten bugüne kadar süren koyu bir karanlığın otopsisini yapıyor filminde. Hakim söylem değişmediği sürece de daha çok karanlık geceler içinde kalacağımızı anlatıyor ince ince ördüğü hikayesinde. Ve o karanlık gecelerde kaldıkça da, içimizden birilerinin kurban olacağını, kurban olmayanların da filmde şahane performans sergileyen Taner Birsel’in canlandırdığı Ali’nin babası gibi acıdan deli divaneye döneceğimizi gösteriyor.
Önceki filmlerine göre daha hareketli bir kamera kullanımını tercih eden ve paralel kurguyla hem kurbanın hem de failin dünyasına uzanan yönetmen Özcan Alper o koyu karanlığın içinde yüzleşilmesi zor bir duygu ile seyirciyi baş başa bırakıyor. Sabahattin Ali’den Hrant Dink’e, filmin adandığı gazeteci dostumuz Nuh Köklü’den Ali İsmail Korkmaz’a kadar linç edilen insanların ölümleri karşısında yaşanan çaresizlikle karışık öfkeli bir duygu bu.
Ama tam da yüzleşilmesi gereken de bu. Hakim kültür ve onun söylemi insanileşmediği sürece organize kötülük kendini yeniden üretiyor ve faillerin de kurbanların da adı değişse de kötülük baki kalıyor. Ve bazen sarışın olmak, bazen okumuş olmak, bazen kar topu oynamak, bazen farklı bir müzik dinlemek, bazen eğlenmek, bazen sevgilinizle bankta oturmak, bazen farklı düşünmek, bazen cinsel yöneliminiz, bazen giydiniz kıyafet sizi her an linç kurbanı yapabiliyor.
Tüm bunları bir filmde anlatabilmek, tüm o organize kötülüğü ifşa etmek kolay iş değil. Berkay Ateş, Cem Yiğit Üzümoğlu ve Taner Birsel’in üst düzey performansları, Sibel Kekili ve Pınar Deniz’in sade oyunculukları ile o zorun altında kalkan bir film ‘Karanlık Gece’. Özcan Alper’in ‘Sonbahar’dan sonraki en iyi filmi. Lakin ne acıdır ki linçi ve organize kötülüğü anlatan bir filmin yönetmeni yaptığı bir konuşma nedeniyle linçe uğradı ve o kötülüğün kurbanı oldu memlekette. Naçizane Özcan Alper’in yaşadıkları nasıl doğru bir yerden hayatı okuduğunun göstergesi. Çünkü o hayat filmi doğrulamış oldu.
İstanbul’dan Bodrum’a yerleşmiş bir çiftin eski şehirlerini ziyaret ettikleri bir günle başlıyor ‘Oregon’. Arkadaşlarına bir kaset bırakıp oradan Bodrum’a dönecekler. Fakat bir apartmanın çatı katında oturan arkadaşlarını evde bulamıyorlar. Kapadokya’ya çekime gitmiş. Çatıdaki bir girişten emaneti bırakmak isterlerken kapıcıya yakalanıyorlar. Apartman oturan albay emeklisinin ‘hazır ol’da tuttuğu kapıcı, çiftimizi hırsız olarak mimleyince olaylar karışıyor ve çiftimiz karakola düşüyor.
12 Eylül’ün hemen sonrası. Ülke anarşiklerden yeni temizlenmiş! Çiftimiz de anarşiklere benzediği için karakolda masumiyetlerini ispat edene kadar tutulacaklar.
İstanbul Film Festivali’nin yönetici Kerem Ayan’ın yönettiği ilk uzun metraj film olan ‘Oregon’un senaristi Ümit Ünal. Epey de zengin bir oyuncu kadrosu var filmin: Serkan Çayoğlu, Aslı İnandık, Ferit Aktuğ, Selen Uçer, Özgür Emre Yıldırım, Nazlı Bulum, Burcu Biricik, Nejat İşler, Nevra Serezli ve Zihni Göktay.
Eski Türkiye’nin de eski zamanları. Polislerin yeşil üniformalı olduğu dönemler. 12 Eylül’ün gölgesinde bir hikaye var karşımızda ama film çok da bu gölgesi sirayet eden darbe atmosferiyle ilgilenmiyor. Çiftimizin oğlanı Hakan (Serkan Çayoğlu) belli ki eski günlerde kimi anarşik olaylara karışmış bir tedirginliği var. Kızımız Gaye (Aslı İnandık) ise onu sakinleştirmeye çalışıyor. Böyle imalarla darbe sonrası günlerdeki atmosfer ucundan hissettiriliyor.
Kanser olma ihtimali nedeniyle soğuk terler döken karakolun namlı başkomiseri Şevket (Ferit Aktuğ) çiftimize, evlerine girmeye çalıştıkları arkadaşları karakolu arayıp tanıdığını anlatırsa serbest kalacaklarını söylüyor. Yoksa savcılığa sevk edilecekler. Böylece dışardakiler ve içerdekiler hikayesine dönüşüyor ‘Oregon’. Dışarıdakilerin önüne çıkarılan her engelle de içeridekilerin bekleyiş tedirginliği artıyor.
Ümit Ünal’ın senaryosu ilk elden hemen karakterleri tanıtıp hızlı bir şekilde seyirciyi filmin içine sokuyor. Ama hikaye bir türlü beklenen ritmi bulup akıp gidemiyor. Oyunculuk şovu izliyoruz bol bol. Hem de kuşaklar arası. Ama bu şov, güçlü bir çatışmanın olmadığı ritmini bulamamış hikaye içinde işlevsel hale gelemiyor.
Yönetmen Kerem Ayan’ın sinematografik tercihleri o eski günlere nostaljik bir gözle bakma eğiliminde. Bugünden 80’ler dünyasına bakarken ne naif günlerdi algısı filmde de karşımıza çıkıyor. Lakin tam da içinden polis, karakol, 12 Eylül, Kenan Evren, anarşik olaylar gibi meselelerin geçtiği bir filmin 80’ler dünyasına yönelik bakışının nostaljik olması biraz tuhaf duruyor. Ki o günlerin gerçekliği hiç de naif değildi üstelik.
İlk filmin günahı olmaz derler. Kerem Ayan’ın ilk uzun metrajlı filmi ‘Oregon’ belli bir çabayı ortaya koymakla birlikte, iyi oyuncu performansları sunsa da iyi bir deneme denilebilecek bir yapım.
Elif ve arkadaşlarının başarılı geçen okul döneminin yorgunluğunu üzerlerinden atmaları için öğretmenleri İpek, Kapadokya’ya bir gezi düzenler. Çocuklar Kapadokya’nın eşsiz güzelliklerinde geçen günün ardından, rehberleri Leyla’nın ateş başında anlatmış olduğu peribacalarının efsanesini öğrenir. Böylece gökyüzünde yaşayan Perişler’den haberdar olurlar. Çocuklar efsaneden o kadar çok etkilenir ki gökyüzüne çıkmanın ve Perişler’le tanışmanın hayalini kurarlar. İsa Doğmuş’un yönettiği animasyonun senaryosu Arzu Demirel Birinci imzasını taşıyor.
Haftanın bir diğer çocuk filmi ‘Büyük Macera: Hazine Peşinde’. Ahmet Toklu’nun yönettiği filmde Emir Ali Doğrul, Muharrem Türkseven, Güzin Usta gibi isimler rol alıyor. Demir ‘Gömü’ Kaya, Eylül ‘Maviş’ Birgül, Can ‘Cancan’ Kantar, Ali ‘Muhtar’ Kaygısız, aynı mahallede yaşayan dört yakın arkadaştır. Onlar, mahallede başlarına bela olan Osman ‘Junior’ Akbaba ve yancısı Ali ‘Ünsüz’ Bakan ile mahallenin tek oyun parkı için mücadele ederler.
Mahallenin zengini olan kayınpederinin vasiyetini ele geçirip saklayan Bekir Akbaba, mahalledeki birçok dükkan ve araziyi haksız bir şekilde ele geçirir. Gözünü babaannesi Nazmiye ile yaşayan Demir’in evlerine diken Bekir, onlardan 10 gün içinde evlerinden çıkmalarını ister. Bu sırada Gömü, eski bir hazine haritası bulmuştur. Gömü, Maviş, Cancan ve Muhtar, hazinenin de yardımıyla babaannesiyle yaşadıkları evi kurtarmak için zorlu bir maceraya girişir.
15 Kasım 2024 - Savulun Roma’nın kaderini değiştirecek adam arenaya çıkıyor
8 Kasım 2024 - Ara tatilin sürprizi: Robot da olsa insan insandır!
5 Kasım 2024 - Trump mı kazanacak yoksa Harris mi? Sinemacılar sonuçları açıklıyor!
4 Kasım 2024 - ‘Yandaki Oda’ Oscar’da karşınıza çıkarsa şaşırmayın!