Ertuğrul Özkök, Almanya'nın Bild gazetesini bir bulvar gazetesi olarak devralıp ülkenin en etkili yayını haline getiren arkadaşı eski genel yayın yönetmeni Kai Diekmann'ı yazmış. Diekmann'ın anı kitabı Almanya'da piyasaya çıktı ve hemen çok satarlar arasına girdi.
Hafta sonu Berlin’deydim.
Kitapçıların vitrininde arkadaşım Kai Diekmann’ın yeni çıkan kitabı vardı.
Kitap şu sıralar en çok satanlar listesinde ilk 10’a girdi.
Adı da çok ilginç ve iddialı…
Kitabın adını vermeden önce kendimce önemli gördüğüm bir sorudan başlayayım.
Eski bir genel yayın yönetmeni olarak bana sorsanız…
“Dünyanın gelmiş geçmiş en güçlü genel yayın yönetmeni kimdi?”
The Washington Post’un efsane yönetmeni Ben Bradlee mi?
Nasır Mısır’ının devlet gazetesi El Ahram’ın eski yönetmeni Hasan Heykel mi?
1970’li yılların Türkiye’sinde, sağ eğilimli Tercüman gazetesini Fransız Figaro kadar etkili hale getiren, sonra kendi kurduğu gazeteyi zirveye çıkaran Güneri Cıvaoğlu mu?
1980’li yıllarda Cumhuriyet gibi sol muhafazakar bir gazeteyi The Guardian kalitesinde modern bir gazete dönüştüren Hasan Cemal mi?
Veya bir zamanlar Sovyetler Birliğinin Pravda’sının adını bile bilmediğimiz bir yönetmeni mi?
Evet bana sorarsanız “Kai Diekmann’dı” derim.
Yani Almanya’nın Bild gazetesinin eski genel yayın yönetmeni.
Güçlü derken kastettiğim şey, siyasi, sosyal, kültürel konulardaki etkisi değil…
Evet Almanya’da Cumhurbaşkanı istifa ettiren bir gazeteyi yönetiyordu.
Bir gazete yönetmenini hiçbir zaman siyasileri “Devirmesi”, o bakanı, bu yöneticiyi istifa zorunda bırakmasıyla değerlendirmedim.
Yönettiği gazeteye getirdiği yenilikler, medya sektörünü dönüştürme gücüne bakarak yaptım değerlendirmemi.
Kai benim gözümde işe öyle bir genel yayın yönetmeniydi.
Çok satan bir bulvar gazetesini, ana özelliklerini koruyarak toplumda çok etkili bir mecra haline dönüştürdü.
Çok da cesurdu ve gücünü oturduğu koltuktan değil, Alman medyasının yerleşik düzeninin paradigmalarını kıran yönetimi ve anlayışından alıyordu.
İkimiz de Davos’ta toplanan Dünya Ekonomik Forumu tarafından seçilen “Dünyanın en etkili 100 medya kişisi” grubunda yer aldık.
Neredeyse 12 yıl boyunca, Thomas Mann’ın “Büyülü Dağ” romanını yazdığı Schatzalp Oteli’nde kaldık.
Burda grubunun verdiği akşam davetlerinde Alman iş dünyasının ve siyasetinin en büyüklerinin Kai’la konuşmak için sarfettiği gayreti gözlerimle gördüm.
İşte öyle günlerin birinde, yani kariyerinin zirvesindeyken Genel Yayın Yönetmenliği koltuğunu bırakarak Silikon Vadisi’nde Palo Alto’ya gitti.
Bir ev kiraladı ve Bild’den 5 arkadaşı ile birlikte bir yıl boyunca dijital geleceğin kalbinin attığı bu yerde, vadinin en önde gelen genç isimleriyle tanıştı, konuştu, öğrendi.
Tekrar genel yayın yönetmenliği koltuğuna oturduğunda artık dijital dönüşümün Almanya’daki öncüsüydü.
Kağıt gazetenin tepetaklak gittiğini görmüş ve Bild’e dijital dönüşümünü yaptırmıştı.
Bild’in bir zamanlar 5 milyon olan tirajı bugün 900 binlere inmiş durumda.
Ancak gazetenin dijital versiyonunun 22 milyon takipçisi var.
Ve Bild, her gün 900 bin adet sattığı kağıt baskısını kaldırmayı rahatlıkla tartışıyor.
Bana göre New York Times’la birlikte dijital dönüşümü en başarılı yapmış gazete o.
Ayrıca Springer grubu bugün Washington’un en etkili siyasi internet sitesi olan “Politico” ile Amerika’nın en etkili ekonomi mecralarından biri olan “Insider’ın” da sahibi.
Kai’ın belki de en büyük başarısı işte buydu.
Kai geçen hafta gazetecilikte geçen günlerini anlattığı kitabını çıkardı.
Penguen yayınlarından çıkan kitabın adı çok iddialı:
“Ich War Bild…”
Yani “Ben Bild’dim…”
Voooaaaav dedim.
Çok iddialı bir başlık.
Ben böyle bir kitap yazsam adını “Ben Hürriyet’tim” koyabilir miydim?
Asla…
Evet Hürriyet tarihinin en uzun süreli genel yayın yönetmeniydim.
Ama arkamda Sedat Simavi’nin kurduğu, Erol Simavi’nin devam ettirdiği sağlam bir patronluk geleneği; Necati Zincirkıran’ın içerik yenilikçiliği, Nezih Demirkent’in teknolojik yenilikçiliği vardı.
Ve arkamda Aydın Doğan gibi şirket yönetimini modern ve güçlü bir yetenekle yürüten bir patronun desteği olmasaydı orada bir şey yapmam mümkün değildi.
Ama itiraf edeyim, Kai’ın kitabının kapağında “Ben Bild’dim” başlığını gördüğümde hiç yadırgamadım.
Çünkü bunu söyleme hakkına sahip bir genel yayın yönetmeni kim olabilir deseniz, aklıma gelecek iki isimden biri odur.
Öbürü de belki Ben Bradlee’ydi…
Hak edilmiş bir başlıktır ve kitap işte bu başlıkla Almanya’da en çok satan kitaplar listesinde ilk 10’a girdi.
Kitap’ta Türkiye ile ilgili çok geniş bir bölüm var.
O bölüm Boğaz’da ilginç bir geceyle başlıyor.
Ve ilk paragrafta bir Türk şarabının ve üzümünün adı geçiyor.
Kayra Imperial Öküzgözü…
Kai Diekmann’ın Türkiye’de sevdiği şarap.
İstanbul’un önde gelen simalarının yer aldığı bir davette her şey devam ederken aniden bir telaş başlıyor ve önündeki şarap kadehi kaldırılıyor.
Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan salona giriyor ve bir anda masalardaki bütün alkollü içecekler kaldırılıyor, herkes kendine çeki düzen veriyor.
Diekmann Erdoğan’la yaptığı mülakatları, onun ekibiyle mektuplaşmalarını anlatıyor.
Ama bütün bölüme hakim olan en belirgin duygu büyük bir Türkiye sevgisi.
Oradan öğreniyoruz ki, büyük kızı Yella kendi isteği ile bir yıl Türkiye’de okudu.
Hem de terörün en yüksek olduğu yıl.
Neredeyse 15 yıldır bütün yaz tatillerini Türkiye’de geçiriyor.
Pandemi ve terör yıllarında bile Türkiye geldi ve bütün Almanlara “Hiç çekinmeyin siz de tatilinize buraya gelin” çağrısı yaptı.
Buna karşılık bazı Türk yayınlarının hedefi olmuş.
Evinin önündeki arabası yakılmış.
Kitapta Cumhurbaşkanı Erdoğan’la birlikte çekilmiş 3 fotoğrafı da yer alıyor.
Dünyanın önde gelen liderlerini tanımış mülakat yapmış.
Putin, Beşar Esad, Trump, Papa, Dalay Lama bunlardan bir kaçı.
Berlin Duvarı’nın yıkılmasında en büyük etkisi olan Bush, Gorbaçov ve Kohl’u yan yana getirmiş, duvardan alınan küçük parçaları üçüne de imzalatarak bazı insanların şahsi müzelerine hediye etmişti.
Kohl’un en iyi dostlarından biriydi.
Mezarının yerini bile Kohl’un eşiyle birlikte belirlediler.
Cenazesini tören yerine götüren teknede tabutun yanındaki üç beş kişiden biri de oydu.
Ama aynı zamanda Lady Gaga, Johnny Depp, Tom Cruise da arkadaşı.
Bild’in genel yayın yönetmenliğinden ayrılma kararını eşi Katia’dan sonra bildirdiği ilk iki üç arkadaşından biri de bendim.
“Kai şimdi neler olacak biliyor musun” dedim.
“Her gün gelen telefon ve mesaj sayısı daha ilk gün dörtte bire inecek…”
Ayrıldıktan bir hafta sonra İstanbul’a geldi ve daha hava alanından beni aradı ve şunu söyledi:
“Ertuğrul dediğin aynen çıktı. Evvelden Berlin’den İstanbul’a geldiğimde telefonumda en az 15-20 cevapsız arama, 20-30 WhatsApp mesajı ve email olurdu. Biraz önce indiğimde bir tane bile yoktu…”
Dünyanın en güçlü genel yayın yönetmenlerini ve siyasileri bekleyen ortak kaderdir bu…
Hayat basitleşir…
Kitapta benden “Arkadaşım ve Soulmate’im” diye söz ediyor.
İkimiz de görevlerimizden ayrıldık..
Dostluğumuz daha da yoğunlaşarak devam ediyor.
Onun sayesinde, her yıl dünyada en zor bilet bulunan müzik festivali Bayreuth’a gidip Wagner operalarını dinliyoruz.
Almanya’nın en etkili sosyal medya içerik üretici şirketlerinden biri olan Storymachine’i kurdu.
Berlin’in göbeğinde tarihi bir binada çalışıyor.
Eşi Katia iç mekan tasarımcısı ve harika bir iş mekanı kurdu.
Kai önümüzdeki ay 59 yaşına girecek. Hala çok fit ve acayip spor yapıyor.
Hala Almanya’nın en çekici erkeklerinden biri.
Bir kadeh Öküzgözü şarabı ile başlayan Türkiye bölümü çok duygusal bir cümleyle bitiyor:
“Türkiye’de bunca yılım geçti en büyük üzüntüm Türkçeyi öğrenememekti.
Ama benim için çok gerekli iki kelimeyi çok iyi biliyorum:
‘Teşekkür ederim…”
Ve ‘Hürriyet…”