Ertuğrul Özkök bir okuyucusu onu şarap konusunda eleştirince bu konuya girmiş, Türkiye'den ve dünyadan önemli şarap haberleri vermiş, kendi kurallarını tek tek sıralamış.
Dün, hayatımın belki de en hafif ve zarif bedduasını aldım.
Pek siyaset yazmadığım halde nasıl oluyor da hala böyle beddua mesajları alıyorum kendim de şaşırıyorum bazen.
Bu defaki konu şaraptı…
Bild Gazetesi genel yayın yönetmeni Kai Diekmann’ın hatıra kitabından bahsederken orada geçen bir Türk şarabının adını vermiştim.
Kaç yaşında olduğunu bilmediğim bir okur bana şu mesajı yazmış:
“Seksen yaşa merdiven dayadığın zamanda hala şarap propagandası yapabiliyorsun. Allah seni bildiği gibi yapsın…”
Herhalde muhafazakar bir okur olmalı ki, şarap kelimesini görünce yazmış.
Hayatım boyunca muhafazakar kesimin fanatiklerinden aldığım en hafif ve zarif bedduaydı.
Çünkü bazıları en ağır küfürlerle yakınlarıma bile vuruyordu.
Bazıları ise orada bırakmayıp ölüm tehditine kadar gidiyordu.
Bu defa bir okur benim işimi kendi halletmek yerine hiç olmazsa Allah’a barakmış.
Ben de kendisine bir teşekkür mesajı attım ve şunu dedim:
“Allah sizin için de benim için de ne yapacağını bilir. Bize de sormaz…Ben hayatımdan memnunum.
Siz de memnun olun. Bırakalım Allah hakkımızda ikimiz hakkında da bildiğini yapsın…”
Bana karşı cevap yazmadı. Bu sükutu, anlaştığımız şeklinde yorumladım.
Mesajda en hoşuma giden şey,“80’ine merdiven dayadığın zamanda hala şarap propagandası yapabiliyorsun” demesi oldu.
Bu demek ki Allah bana sağlık vermiş ve hala şarap içebiliyorum.
Rahmetli Vehbi Koç öldüğü güne kadar akşam üzerleri bir kadeh viskisini içerdi.
Rahmetli babam da rakısından hiç vazgeçmedi.
Ben de bunu şöyle yorumluyorum.
Allah bildiğini yapıyor demektir.
Allahtan dilediğim şeylerden biri de hayatımın son gününe kadar bana akşam üzerleri bu keyfimi bağışlaması.
Buna karşılık hayatımda kimseye içki içmesini tavsiye etmedim etmem.
Neyse madem konu açıldı, siyaset yorgunluğumuzdan da istifade edip, size şarapla ilgili yeni bazı gelişmelerden söz edeyim.
Dünyanın en ünlü şarap ve içki dükkanlarının başında New York’un Manhattan bölgesindeki “Sherry-Lehmann” butiği vardır.
İşte bu ünlü markanın alkollü içki satma lisansı iptal edilmiş ve kapanmış.
Arkasında çok ilginç bir finansal dolandırıcılık hikayesi var.
New York’a her gittiğimde bu mağazayı gezerdim.
Müşterileri arasında bir zamanların efsane kadını Greta Garbo ve benim efsane şarkıcım Mick Jagger da var.
Sattığı şarapların fiyatı bana hiç uygun değildi.
Raflarındaki Romanee Conti’leri, La Tachle’ları, Chateau Lafitte ve Petrus’ları seyretmek bile başlı başına bir zevkti benim için.
Ama benim için dünün haberi bu değil, New York Times gazetesinin 25 yıllık Şarap yazarının itiraflarıydı.
Eric Asimov yıllardır takip ettiğim bir şarap yazarı.
Ünlü bilim kurgu yazarı Isaac Asimov’un yeğeni.
Onun “25 dolar altı iyi şaraplar” yazılarını çok severdim.
Yirmibeş yıllık kariyerinden sonra dün gazetesinin bir başka yazarına mülakat verdi.
Bence şarap konusuyla ilgilenenler için çok basit ama çok ilginç itiraflarda bulundu.
Size kısaca özetleyeyim:
Önce bizim markalara alerjisi olan, kendi kendisini “Ombudsman” ilan etmiş yazarları ifrit edecek bir soru ile başlayayım.
– Tatmak için her gün şarap gönderiyorlar mı size?
-Evet örnek olarak çok sayıda şarap alıyorum. Bazen üreticiler, bazen satıcılar, bazen somelyeler gönderiyor.
Dolayısıyla iç rahatlığı ile bu şarapları yazıyor, adlarını verebiliyor ve övebiliyorlar.
Tabii muhafazakarlarından da beddua almıyorlar.
İkinci soru kendini şarap uzmanı olarak tanıtanlarla ilgili…
– Okuyucularınızdan en çok hangi tepkileri alıyorsunuz?
-“Çok sayıda okuyucu tanıttığım ve eleştirisini yazdığım bir şarap konusunda hiç de aynı fikirde olmadığını yazıyor. Bazıları da teşekkür ediyor. Tabii bunlar cevabı zor sorular. Her şeyden önce şunu söyleyeyim. Şarap konusunda hiç kimse her şeyi bilen insan değildir. En uzman kişiler bile her şeyi bilemez. Açılan her şişe ayrı bir gerçekliktir.”
Üçüncü soru ise “Ben Burgogne ve Bordeaux dışında şarap tanımam” diyen uzmanlar için.
– Dünyada daha çok insanın tanımasını istediğiniz bir tek şarap adı ver desem hangisini verirdiniz?
-“Aslında çok basit ve herkesin bildiği bir şarabın adını veririm. Chianti Classico. İtalyan restoranlarının en klasik ve ucuz şarabı. Bana göre dünyanın en büyük şaraplarından biridir. Bir de Alman şarapları. Önyargıların aksine çok iyi şaraplardır.”
Asimov en iyi şarap için bir de markadan bağımsız ölçü veriyor:
“Yemeğinizle en iyi eşleşen şarap…”
Bu da tamamen size ait bir uzmanlık alanı.
Aşağı yukarı 30 yıldır şarap üzerine yazılar yazıyorum.
Bir çok insanın gözünde bir şarap uzmanıyım.
Yazılarıma “Türk şarapçılığının gelişmesini istiyorsanız, Türk şarabı içmeyin” anlayışı ile başladım.
Şimdi geriye baktığım zaman “Haklıydım” diyebiliyorum.
Çünkü gümrük duvarlarının arkasına saklanan ve korunan Türk şarapları iyi değildi.
Daha sonraları Türk şarapçılarına, biraz da aşağılayarak, “Öküzgözü, danaburnu gibi ‘Mahalli’ üzümleri bırakıp, Cabernet Sauvignon, Merlot Pinot Noir gibi dünyaca bilinen üzümlere gidin” diyerek hayatımın en aptalca önerisini yaptım.
Bugün geldiğim noktada ise, artık Türk şaraplarının iflah olmaz bir tutkunu ve savunucusuyum.
İçtiğim şarabın yüzde 90’ının Türk şarabı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Ayrıca, Öküzgözü, Narince, Bornova Misketi gibi yerli üzümlerin de hastasıyım.
Yavaş yavaş Kalecik Karası’na ve Boğazkere’ye de giriyorum.
Ve nazik bedduacı okuruma söylemek isterim ki bütün bunları seksenime merdiven dayadığım günlerde daha da güzel keşfediyorum.
Yukarda da belirttiğim gibi bir çok kişi beni “Şarap uzmanı” olarak biliyor.
Bazıları “Sahte tevazu” diyor ama samimi olarak uzmanlığı reddediyorum..
Ben şarap uzmanı değil, iyi bir şarap içicisiyim.
Hiç kuşkusuz şarabın hikayesini çok iyi bilen uzmanlar da var.
Mesela Mehmet Yalçın…
Onun bilgisine hayranım.
Ama tadım konusundaki uzmanlık derseniz…
İşte o uzmanlık konusunu kabul edemiyorum.
Bazı kurallarım var.
Bir numaralı kuralım şu:
Davetli olduğum bir yerde, parasını kendimin ödemediği şarabı asla seçmem…
Çünkü “Noblesse exige…”
Masada asalet bunu gerektirir…
Seçeni de ayıplarım.
Seksenine merdiven dayamış bir şarapsever olarak artık önümde iki engel var.
İlki şu:
Dünyanın en iyi ‘Millesime” (En iyi rekolte) yıllarından biri 2005.
Ancak bugün benim gibi bir insanın 2005 rekoltesi bir Bordeaux’ya ulaşması zor.
İkincisi ise;
Son yıllardaki iyi bir Milessime yılı şarabını alsam, bu defa önümde onu bekleyecek yıllarım yok.
O nedenle artık ikinci kuralım şu:
Fiyatı ve kalitesi iyi bir şarabı bekletme lüksüm yok. Beş altı yıllık şarapları büyük keyifle içiyorum artık.
İşin garibi artık “Şarabın yıllanması” konusu da bana artık demode bir önyargı olarak görünüyor.
Asimov’un en çok aldığı tepkilerden biri de şuymuş:
“Hiç bir şarap 5 dolardan fazlasını etmez…”
Şarabın hangi çabalarla üretilen bir ürün olduğunu bilseler bu cümleyi ağızlarına bile almazlardı.
Çünkü eder…
Eder ama…
Ama şurası da bir gerçek.
Hiçbir şarap bugünün pahalı Bourgogne’ların, Bordeaux’ların fiyatını haketmez.
Ne yazık ki Çin’in, Rusya’nın ve Arap ülkelerinin hödük yeni zenginleri belki de şarapçılığın sonunu getirecek bir yolu açtılar.
Fiyatları mantıksız şekilde uçurdular…
Hayatım boyunca hep şuna inandım.
Şarapçılığın gelişmesi için, ucuz ve orta segment şaraplarının kalite ve fiyatlarının uygun olması lazım.
O nedenle Türkiye’de bu segmentte çalışan Pamukkale, Sevilen gibi markaları hep savundum.
“Dürüst şarap” kavramını yerleştirmeye çalıştım.
Şarap bir ülkede parası olan üç beş hödük zenginin imtiyazı olamayacak kadar önemli bir kültürel üründür.
Geldiğimiz noktada şunu sevinerek görüyorum.
Bugün bana göre dünya standartlarında şarap üreten en az 40-50 üreticimiz var.
Daha geçen hafta Pamukkale ailesinin bir üyesi olan Selda Tokat’ın Denizli Güney platosunda kendi küçük parselinde ürettiği “Sarı Kedi” isimli şarabını tattım.
Bir kere daha anladın ki şarap bir tutku ürünü.
Bu bir kadının tutkusu haline gelince sonuç da çok iyi oluyor.
Almanya’nın tanınmış eski genel yayın .yönetmeni Kai Diekmann’ın kitabında Türk Kayra şarabının ve Öküzgözü üzümünün ismini görüyorum.
Kavaklıdere’nin üçüncü nesil kızları bugün Bordeaux’da bile iyi birer üretici haline geldiler.
Ege’de, Trakya’da, Kapadokya’da harika üreticilerimiz var.
Bunları görünce, bana nazikçe beddua edenr muhafazakar okuruma şunu diyorum:
“ Seksenime dayandığım şu yaşta Türk şaraplarını usanmadan anlatmakta haklıydım…Hala haklıyım…”
Ama şunu da söylüyorum.
Bugün dünyada kıymeti henüz anlaşılamamış en iyi şaraplar arasında Türk şarapları da var.
Siz muhafazakar okurlarım belki hiç anlamayacak ama dünya birgün bunu mutlaka anlayacak.