30-05-2023
İsmet Berkan

Tencere boş muydu ki, Erdoğan seçimi kaybetsin?

Tencere boş muydu ki, Erdoğan seçimi kaybetsin?

Süleyman Demirel’e atfedilen meşhur bir laf var, bu seçim boyunca çok duyduk, şimdi de yeniden dolaşıma girdi. Demirel zamanında ‘Boş tencerenin devirmeyeceği iktidar yoktur’ demiş.

Muhalefet uzunca bir süre bu sözün irfanına inandı, iktidarın değişeceğini, Erdoğan’ın düşeceğini varsaydı. Şimdi tersi çıkınca da, ‘Meğer Demirel’in sözü doğru değilmiş’ diyor.

İlk seferde de verilere yakından bakmıyorlardı, bugün de bakmıyorlar.

Doğru, Türkiye çok ciddi bir ekonomik sıkıntı döneminden geçiyor, sıkıntı zaman zaman kriz boyutlarına da ulaştı. Geçen yıl enflasyon yüzde 85’e kadar tırmandı; bir kilo soğanın fiyatı bir ara 30 lira oldu. (Bugünlerde 5-6 lira.)

Makro ekonomik seviyede son derece riskli bir ortamdayız. Merkez Bankası rezervleri eksi 70 milyar dolar seviyesinde; bu yüzden yurt dışından borç bulamıyoruz, yurt içinde doların fiyatı üzerinde büyük bir baskı var. Bütçe açıklarımız patlamış durumda, bizi çok yüksek yeni bir enflasyon dalgası bekliyor.

Ama bakın dün Türkiye İstatistik Kurumu açıkladı, ekonomik güven endeksi yükselmiş.

Nasıl oluyor bu? Bir çelişki yok mu?

Hayır yok. TÜİK bu endeksi çeşitli anketlerle hazırlıyor; en etkili anketlerden biri hane halkının gelecek beklentisini de ölçen ‘mutluluk’ anketi. İnsanlar bu ankete geleceğe dair ümitlerine ilişkin cevaplar veriyorlar ama bunu aslında hep bugünlerine bakarak yapıyorlar. Yani onlar ‘Yarın daha güzel olacak, hatta ben para biriktirmeye de başlayabileceğim’ diye cevap verdiğinde bugün cüzdanlarına bakıyorlar.

Makro seviyede ne oluyor olursa olsun, işler mikro seviyede aslında en azından şimdilik o kadar da kötü değil.

Enflasyonun benim ve sizin cebinize yansıması hayat pahalılığıdır, fiyatları takip edemez hale gelmektir. Biz bunu 2021 ve 22’de yaşadık, hem de çok feci ve ciddi biçimde yaşadık. Hayat pahalılığıyla başa çıkamadığımız, fiyatların artışını takip edemez hale geldiğimiz hızlı günler ve haftalar oldu.

Ancak hayat pahalılığıyla başa çıkmanın bir tane yolu var: Fiyatlar mevsimlik bazı ürünler dışında düşemeyeceğine göre bizim gelirlerimizin artması.

Peki gelirlerimiz arttı mı? Evet arttı. Asgari ücrete gelen zamdan memur ve emekliye yapılan zamma kadar bir sürü maaş artışıyla bu yaşandı. Son olarak kamu işçileri de iyi bir zam aldılar.

Ha, bu artış kalıcı olmayacak, sonunda hepimiz çok daha yoksul olacağız ama bugünkü durum bu.

Bir başka faktör daha var. Türkiye’de işsizlik, salgın sebebiyle doruk noktasına Nisan 2020’de ulaştı. O ay çalışma çağındaki 62 milyon 320 bin kişilik nüfustan sadece 25 milyon 614 bini iş sahibiydi. Bir yıl öncenin aynı ayına göre tam 2 milyon 585 bin kişi işini kaybetmişti. Ülkede istihdam oranı yüzde 41,1’e düşmüştü. Yaşadığımız sosyal krizin gerçek dip noktası buydu.

Bugün (Mart 2023’te) çalışma çağı nüfusumuz 65 milyon 257 bine ulaşmış durumda. Bu nüfusun 31 milyon 462 bin kişisi istihdam ediliyor. İstihdam oranı yüzde 48,2’ye yükselmiş durumda. Son üç yılda 6 milyona yakın insan iş bulmuş veya kaybettiği işine geri dönmüş, aynı dönemde çalışma yaşındaki nüfus 3 milyon artmış.

Türkiye’nin fabrikaları haftada 7 gün ve günde neredeyse 24 saat çalışıyor. TÜİK’e göre haftada 44,5 saat çalışıyoruz. Yani istihdamda olanlarımız fazla mesai yapıyorlar.

Peki eski refahımızda mıyız? Hayır, değiliz. 2013’ten beri refahımızdan kayıp yaşıyoruz, bu kayıplar salgınla birlikte ve ardından da Tayyip Erdoğan’ın yanlış politikalarıyla daha da büyüdü. Ama son iki yıldır ilk kez bu kayıpları dolar bazında telafi eder hale geldik.

Peki bu sürdürülebilir mi? Makro göstergelere baktığımızda sürdürülemez olduğunu biliyoruz, hatta bizi korkutucu bir ekonomik durgunluk ve işsizlik dalgası bekliyor olabilir, eğer işsizlik olmayacaksa uzun süren yüksek enflasyon yaşayacağız demektir. En korkutucusu ikisini birden yaşamak.

Ama bugün itibarıyla baktığımızda bir baharda yaşıyoruz; veya Tayyip Erdoğan bizi yalancı bir baharda yaşatıyor. Cumhuriyet tarihinde görülmemiş büyüklükte bir seçim ekonomisi yaşadık, seçimde vaat edilenlerin ve bir kısmı şimdiden gerçekleşenlerin toplam büyüklüğü yüzlerce milyar lirayı buldu.

Evet, seçim 2021’de veya 2022’de yapılsaydı, boş tencere iktidarı devirecekti ama Mayıs 2023’te yapıldı ve o sırada o kadar da boş değildi!

CHP’de değişim kavgalı mı olacak, barış içinde mi?

CHP’de değişim kavgalı mı olacak, barış içinde mi?

Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybetmesinin hiçbir siyasi sonuç doğurmayacağını düşünenler yanılıyor. Her şart altında bu yenilginin siyasi sonuçları olacak. CHP’de değişim kaçınılmaz.

Peki bu değişim kavgalı gürültülü mü olacak, yoksa görece barış içinde ve serbest bir yarışmayla mı?

Sorunun cevabı biraz Kemal Kılıçdaroğlu’nun tutumuna bağlı. Yoksa parti her şart altında kurultaya gidiyor zaten. Geçen yıl ‘Seçim öncesi yapmayalım’ diyerek ertelenen kurultay bu yıl yapılacak. Normal şartlarda illerde kongre süreçlerinin ardından kurultayın eylül ayında yapılması beklenir. (9 Eylül malum CHP’nin kuruluş günü.)

Kemal Kılıçdaroğlu’nun önünde iki seçenek var:

1. Kendi yapacağı zamanlamayla olağan kurultayda aday olmayacağını açıklayıp partisini kurultaya kadar yarı müstafi şekilde yönetmeye devam eder.

2. Genel Başkan olarak devam etmek ister ve partisini mesela Temmuz ayında olağanüstü kurultaya götürebilir.

CHP’nin tüzüğüne göre genel başkan olağanüstü kurultay çağrısı yapabiliyor, isterse bu kurultayı seçimli de yapabiliyor. 45 gün içinde gidilen olağanüstü kurultayda ancak mevcut delegeler oy kullanabiliyor.

CHP’de homurtular şimdiden başlamış durumda. Dün sabah Ekrem İmamoğlu imalı açıklamalar yaptı, daha sonra partinin önemli isimlerinden Akif Hamzaçebi de değişim istedi, yenilgiden söz etti.

İmamoğlu kendisi aday olur mu, bunu bilmiyoruz ama olacakmış gibi bir havayı bütün yakın çevresine verdiğine ve yakın çevresinin de gazetecilere bu havayı aktardığına kuşku yok.

Eğer Kemal Kılıçdaroğlu birinci yolu tercih eder, kendisinin aday olmayacağını söyleyip partiyi olağan kurultaya götürürse, o zaman partinin bütün ilçe ve il kongreleri yapılacak, yani karşımıza yeni bir delege yapısı çıkacak.

Yok Kılıçdaroğlu aday olarak veya olmayarak olağanüstü kurultay çağrısı yaparsa, mevcut delegelerin oyunu kazanmak gerekecek.

Kılıçdaroğlu yeniden aday olacaksa, seçime mevcut delegelerle gitmek daha fazla işine gelecektir. Çünkü o delegeler zamanında onu seçmiş olan isimler.

CHP kazanı fena halde kaynamaya başladı.

Ekonomiye Mehmet Şimşek mi gelecek, yoksa ruhu mu?

Ekonomiye Mehmet Şimşek mi gelecek, yoksa ruhu mu?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan harıl harıl yeni kabinesini oluşturmaya çalışıyor. Söylendiğine göre yeni kabine cuma günü ilan edilecek.

Tabii kabinede en çok merak edilen şeylerin başında, ekonomi yönetiminin başına kimin geleceği ve dolayısıyla yakın dönemde hangi ekonomi politikalarının uygulanacağı geliyor.

Erdoğan dün Mehmet Şimşek’le bir kez daha görüştü. Bu görüşme öncesi yeni kabinede Dışişleri Bakanı olmayı uman Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın bir açıklama yapıp Şimşek’in kendisinin olmasa bile fikirlerinin ekonomide etkili olacağını söyledi.

Şimşek’in bizzat bakan olmak için bazı şartları olduğu biliniyor. Merkez Bankası’nın saygınlığını yeniden tesis etmek, yani orayı siyasi müdahaleden uzaklaştırmak bu şartlardan biri gibi duruyor.

Geçmişte Tayyip Erdoğan’ın faiz ısrarı yüzünden o dönem Merkez Bankası Başkanı olan Erdem Başçı, ‘Faiz koridoru’ adlı bir şey icat etmiş, bankanın politika faizini Erdoğan’ın istediği düşük seviyede tutarken bankaları fonladığı bir başka faiz uygulamıştı. Şimdi de benzer bir uygulamaya gidileceği, bankaların fonlama maliyetlerinin piyasa normallerine getirilip paranın sıkılacağı söyleniyor. Ama tabii bu bir temenni de olabilir.

Şimşek’in uluslararası alandaki saygın isminin bir faydasının olabilmesi için Türkiye’de parta piyasasındaki fiyatların normali ve gerçeği yansıtır hale gelmesi lazım. Ancak o zaman Türkiye yurt dışından makul faizle borç bulabilir hale gelebilir.

Şimşek veya ruhu çok fark etmiyor: Beklenen, mevcut ekonomi politikasının ve ekibinin kökünden değişmesi.

Ama unutmayın, o ekip de Erdoğan’a seçim kazandırdı!

Hakan Fidan Cumhurbaşkanı Yardımcısı mı olacak?

Hakan Fidan Cumhurbaşkanı Yardımcısı mı olacak?

Ankara dedikodusuna bakacak olursanız Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan’ı daha üst düzey ve daha etkili bir yeni görev bekliyor.

Söylenene göre Fidan, Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak görevlendirilecek, görev alanı da genel manada dış politika ve güvenlik olacak.

Fidan, Erdoğan’ın 20 yılı aşan iktidarının en başarılı bulunan isimlerinden biri. Onun aynı anda hem perde gerisinde olması hem de aslında adının çok duyulması, Türkiye için alışılmadık bir durum. 

Bir teknik görev yürüten bürokrat olmasına rağmen Fidan, Ak Parti tabanında çok popüler, çok sevilen ve çok özenilen bir isim. Ak Parti döneminin bu önemli isminin bir başka önemli özelliği, adının iç politika tartışmalarına bugüne kadar hiç karışmamış olması.

2015’te onun milletvekili olmasına Tayyip Erdoğan şiddetle karşı çıkmıştı. Bugün ise bunca yılın MİT müsteşarlığının ardından daha siyasi içerikli daha üst düzey bir göreve getirilmesi, çok önemli bazı gelişmelerin kapısını da açabilir.

Erdoğan kabinesi için bilinmeyen önemli bir faktör, Hakan Fidan’la arasının çok iyi olmadığı bilinen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun aynı görevde kalmaya devam edip etmeyeceği. Soylu bakan olacaksa daha başlamadan milletvekilliğinden ayrılması gerekecek.

Benzer pozisyondaki bir başka güçlü isim, Hakan Fidan’ın da çok iyi anlaştığı kişilerden biri olan Hulusi Akar. 15 Temmuz darbesi sonrası silahlı kuvvetlerin yeniden biçimlendirilmesinde önemli rol üstlenen Akar’ın Milli Savunma Bakanı olarak kalıp kalmayacağı da Ankara’nın en önemli dedikodu konularından biri.

Sonucunu merakla beklediğim bir deneme…

Sonucunu merakla beklediğim bir deneme…

Bugün fazla siyasete gömüldük, gelin bir bilim – teknoloji konusuyla bitirelim. Dün açıklaması yapıldı, uzayda elektrik üretip bunu dünyaya ‘ışınlama’ yarışına Avrupa’nın ardından Japonya da katılıyor. Japonya bu konudaki ilk denemelerini 2024’te başlatacakmış.

Esasen güneş panellerini uzaya yerleştirip burada elektrik üretmek çok da yeni bir fikir değil. Mesele şu: O elektriği dünyada kullanılabilir hale nasıl getireceksiniz?

Bunun teorisini de yüzyıldan fazla zaman önce ünlü mucit Nikola Tesla yapmıştı. Elektrikten manyetik alan yaratmak, sonra da o manyetik alanı yeniden elektriğe dönüştürmek, arada ciddi enerji kaybı olsa da mümkün. 

Zaten bunu çoğumuz evimizde ve otomobilimizde yapıyoruz. Cep telefonlarımız kablosuz da şarj edilebiliyor, tam olarak bu yöntemle.

Uzaydaki elektriği de manyetik alan olarak dünyaya odaklamak mümkün. Dünyadaki alıcı istasyon bu manyetik alanı alıp yeniden elektriğe dönüştürecek ve şebekeye verecek.

Basit gibi gözüküyor ama değil. Bir kere o manyetik alanı odaklamak bir büyük mesele. Ne kadar odaklarsanız odaklayın manyetik alan sizin hedefiniz (istasyon) ve etrafındaki bir bölgeye geliyor, tek bir noktaya değil. Yani evinizdeki minik kablosuz şarj aracının düşük voltajına benzemiyor bu. 

Peki acaba bu muazzam büyüklükteki manyetik alanın insan sağlığına ve çevreye etkisi ne olacak?

Hep birlikte Avrupa’nın ve Japonya’nın denemelerinin sonuçlarının bekleyelim bakalım. Çok heyecanlı.