‘Bakan toto’ başladı: ‘Kuliste duydum’ diye bakanlar kurulu listesi paylaşan bile var
Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek, TÜSİAD'la görüşmesinde ekonomiyi sıkıntıdan kurtarmak için 3 yıllık ekonomi programı hazırlamaya ve kadro kurmaya başladıklarını söyledi. Yapılacak çok iş olduğunu vurgulayan Şimşek, bu nedenle sabırlı olunmasını istedi.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, hükümetin “barışma hamlesi” çerçevesinde dün sabah Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) yönetimiyle kahvaltıda bir araya geldi. Kahvaltıda TÜSİAD Başekonomisti Gizem Öztok Altınsaç, Şimşek’e ekonomiyle ilgili bir sunum yaptı. Kahvaltıya katılan ve adının açıklanmasını istemeyen bir iş insanı, Şimşek’in tek başına katıldığı kahvaltıda gayet açık olduğunu ve karşılıklı iyi bir dinleme ortamı oluştuğunu söyledi. Kahvaltıya katılan bir başka iş insanı ise sunum sonrası TÜSİAD yönetiminden isimlerin başta “en önemli konulardan biri olduğunu düşündükleri bankacılıktaki regülasyonlar” olmak üzere ekonomide sorunlu gördükleri alanlara ilişkin söz aldıklarını belirtti.
Mehmet Şimşek de iş insanlarına ayakları yere basan ve rasyonel bir 3 yıllık ekonomi programı hazırlama çalışmalarının devam ettiğini söyledi. Şimşek daha önce yabancı yatırımcılara İngilizce olarak sosyal medya üzerinden tweet yoluyla yaptığı açıklamadaki gibi “rasyonellik ve şeffaflığı” da vurguladı. Kadro kurmaya başladıklarını söyleyen Şimşek yapılacak çok iş bulunduğunu ve bu nedenle sabırlı olunması gerektiğini söyledi. Aynı kaynağa göre Şimşek bu sözleriyle kırılgan ve fazlasıyla sorunlu bir ekonomiyi toparlamanın kolay iş olmadığını, zaman alacağını ve bu konuda bir mucize bulunmadığını ima etti.
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Tuncay Özilhan, toplantının ardından Mehmet Şimşek ile görüşme hakkında açıklama yaptı. Özilhan, “Bakan Şimşek’in çalışmaları tamamladıktan sonra ortaya koyacağı programın makroistikrara katkı sağlamasını bekliyoruz. Yeni ekonomi yönetimi ile ekonomik istikrarın kısa sürede tesis edilmesini temenni ediyoruz. Sayın Bakanın ortaya koyacağı ekonomi programının makro ekonomik yönden katkı sağlamasını umuyoruz” diye konuştu. Özilhan, YİK toplantısında yaptığı konuşmada ise “Yeni ekonomi yönetimi ile ekonomik istikrarın kısa sürede tesis edilmesini temenni ediyoruz” dedi.
TÜSİAD Başkanı Orhan Turan da YİK toplantısındaki konuşmasında Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek’le görüşmeye ilişkin şunları aktardı:
“Sayın bakanın (Şimşek) da ifade etmiş olduğu gibi kolay çözümler ya da hızlı sonuç verecek yöntemler bulunmuyor olsa da şeffaflık, hesap verebilirlik ve öngörülebilirlik prensipleri doğrultusunda kural temelli politika yapımına bağlı kalınması, ekonomideki bu zor durumun aşılmasını sağlayacaktır. Sayın bakanla son derece faydalı ve yapıcı bir toplantı gerçekleştirdik. Önerilerimizi paylaştık. Ekonomik ve Sosyal Konsey’in toplumun çeşitli temsilcilerinin katılımıyla ekonomik ve sosyal sorunları ile bunlara ilişkin çözüm üretilmesi konusunda önemli katkısı olacağını değerlendirmekteyiz.”
Şimşek, daha sonra Türkiye Bankalar Birliği (TBB) üyesi bankaların yöneticileriyle TBB’nin Akmerkez’deki yerinde bir araya geldi. Basına kapalı gerçekleşen toplantı, yaklaşık 3 saat sürdü. Toplantı sonrası gazetecilere değerlendirmelerde bulunan Şimşek, “Bu dönemde yeni program çalışmaları çerçevesinde toplumun bütün kesimleriyle, iş alemi ile de, finans sektörü ile de, sendikalarımızla da, bütün kesimlerle istişare edeceğiz. İnşallah ülkemizin yatırım, ihracat, üretim, istihdam noktasında güçlü bir şekilde, toplumda refah artışını sağlayacak bir modelle yolumuza devam edeceğiz” dedi. Toplantının bir istişare toplantısı olduğunu belirten Şimşek, Türkiye ekonomisini ve bankacılık sektörünü konuştuklarını söyledi. Şimşek, “İlginiz için teşekkür ediyorum. Doğrusu bu kadar ilgi olacağını (basının toplantıya ilgisi) beklemiyordum. Bu aşamada söyleyeceklerim bunlar” diye konuştu.
Tuncay Özilhan, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile görüşmesinin ardından TÜSİAD YİK toplantısında, “İtibarı yüksek bir ekonomik programın hazırlanarak ilan edilmesi, kilit kurumlara liyakati ön planda tutan ve piyasalara güven veren atamaların yapılması bu içinde bulunduğumuz tablodan çıkışta çok yardımcı olacaktır” dedi.
Göstergelerin ekonominin belki de son 10 yılın en sıkıntılı döneminde geçtiğini gösterdiğini belirten Özilhan şunları söyledi:
“Buna göre, ihracat geriliyor, cari açık artıyor, net rezervler eksiye geçiyor, bütçe açığı büyüyor, hayat pahalılığı satın alma gücünü düşürüyor, yüksek enflasyon bilançoları bozuyor ve işlem maliyetlerini artırıyor, mevduat ve kredi faiz oranları yükseliyor, politika faiz oranının düşüklüğüne rağmen yatırımlar canlanmıyor, TL değer kaybediyor, yabancı yatırımcı gelmiyor. Uzun süredir ilk defa ‘ikiz açık’ yaşıyoruz” dedi. Özilhan’ın konuşmasından bazı satır başları şöyle:
-Arka arkaya sıralayınca sıkıntılı bir tabloya işaret etmesine rağmen, aslında bu sorunlar çözümsüz değil. Yeter ki sorunun kaynağını doğru teşhis edelim ve buna uygun bir politika setini şeffaf ve takvime bağlı olarak uygulayalım. Bu çerçevede Cumhurbaşkanı yardımcımız Sayın Cevdet Yılmaz’ı ve Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’i ve Merkez Bankası Başkanı Sayın Hafize Gaye Erkan’ı kutluyor ve görevlerinde başarılar diliyoruz. Yeni ekonomi yönetimi ile ekonomik istikrarın kısa sürede tesis edilmesini ve ülkenin yeniden hızlı ve sağlıklı bir büyüme patikasına girmesini temenni ediyoruz. Şimdiye kadar yapılan açıklamalar doğrultusunda itibarı yüksek bir ekonomik programın hazırlanarak ilan edilmesi, kilit kurumlara liyakati ön planda tutan ve piyasalara güven veren atamaların yapılması ve Merkez Bankası başta olmak üzere ekonomi politikalarının şekillenmesinde etkili olan kurumların esas görev tanımlarına uygun bir çalışma düzenine girmesi, bu içinde bulunduğumuz tablodan çıkışta çok yardımcı olacaktır. Bu adımların atılmasıyla hem içeride hem de dışarıda ekonomiye güven hızla toparlanacak ve güvenli adımlar ile yol almak mümkün olacaktır.
-Türkiye’de piyasa ekonomisi köklü bir tarihe sahip. Bunu yakın zamanda bir kez daha gördük. Türkiye geçmişte hem piyasa ekonomisini hem de piyasaya devletçi müdahaleleri tecrübe etmişti. Ancak ta Osmanlı’dan beri, kısa süren kısmi uygulama dönemleri hariç, piyasaya öncelik veren model gündemde oldu. Türkiye’de hiçbir zaman Çin’de, Sovyetler Birliği’nde veya başka Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi sürekli ve ekonominin her alanına yayılan bir devletçi ekonomi geleneği görülmedi. Zamanında karma ekonomi modeli çerçevesinde piyasa müdahalesini benimsemiş olan başka ülkeler gibi biz de bu anlayışı, mahsurlarını görerek, terk ettik. Türkiye gibi girişimci sayısı çok, rekabet ortamı oldukça gelişkin, iş yapma kültürü zengin, üretim yapısı güçlü, sosyal ve sendikal haklar tarihi köklü bir ülkede, devletin piyasaya yoğun müdahale anlayışı sonuç vermiyor. Demek ki, ekonomi politikalarını, bizim gibi sosyalizm geçmişi olmayan liberal demokratik ülkelerin piyasa modeli doğrultusunda düzenlemek gerekiyor.
-Piyasa modelinde devlet piyasa dengelerini şekillendirmek için selektif olarak müdahale etmez ama özel sektöre yol göstermek üzere veri derler, yayınlar, araştırmalar yapar, analizler ve tahminler hazırlar. Devlet denetim yapar, piyasaların rekabetçi biçimde işleyişini sağlayacak önlemleri alır, piyasa aksaklıklarının önüne geçer ama fiyatlar arz ve talep tarafından belirlenir. Devlet vergi toplar ve kamusal mal ve hizmetleri tedarik eder. Devlet ayrıca piyasa aksaklıklarının olduğu durumlarda toplumsal sonucu iyileştirmek için de müdahale eder. Örneğin çevre, bölgesel kalkınma, gelir adaletsizliği, istihdam yaratma gibi alanlar için maliye politikaları, sosyal politikalar, üretim ve dış ticaret politikaları kullanılır.
-Ekonominin sorunlarının çözümü için üç ayaklı bir program gerekiyor. Bu üç ayağı makroekonomik istikrar, yapısal reformlar ve hukuk devleti oluşturuyor. Bunların üçüne de eş zamanlı başlamak gerekiyor. Bu durumda her birisi diğerlerinin etkinliğini artıracak ve sorunların daha kısa sürede ve daha az maliyetle çözülmesi mümkün olacak.
-İşe, her şeyden önce makroekonomik istikrarı sağlayarak başlamak gerekiyor. Enflasyon şeytanıyla mücadele ve TL’ye güveni yeniden sağlamak birinci önceliğimiz. Ancak enflasyonla mücadelenin yolu TL’ye değer kazandırmaktan geçmiyor. Çünkü TL değer kazanınca, bu durum ister istemez ithalatı ucuzlatıyor, ihracatı pahalandırıyor ve dış açık yükseliyor. 2001 krizi sonrasında yaşadığımız süreç bize bu dersi iyi öğretti. Bu nedenle yurtdışından para girişi yaşanması halinde TL’de ortaya çıkması muhtemel değerlenmenin önünü almak ve döviz akışını piyasada bırakmak yerine zaten zayıflamış olan Merkez Bankası rezervlerini tahkim etmek gerekiyor.
-Ana hedef enflasyonla mücadele olurken, sıkı para politikası tercihleri büyümede arzu edilmeyen bir yavaşlamaya ve yaşam standartlarında bozulmaya yol açmamalı. Burada maliye politikası devreye girmeli. EYT uygulaması, vatandaşın hayat pahalılığı karşısında ezilmemesi için doğru olarak yapılan harcamalar, deprem felaketinin yol açtığı hasarın telafisi için tabii ki yapılması gereken ilave harcamalar gibi nedenlerle bütçe açığında ister istemez bir artış ortaya çıkıyor.
-Fakat, itibarı yüksek bir ekonomi programının açıklanması, bütçe açığındaki arızi bozulmanın istikrarsızlık unsuru olarak görülmesinin önüne geçer. Zaten böyle bir program kısa sürede olumlu sonuçlarını hissettirmeye başlar ve ülke yeniden sağlıklı bir büyüme patikasına döner.
-Açıklanacak programda maliye politikasında harcama disiplinine uyulup uyulmadığına dikkat edilecektir. Deprem ve halkın satın alma gücünün korunması gibi zorunlulukların kamunun harcamalarında ister istemez yol açtığı artışın dengelenmesi için bazı kalemlerde tasarrufa gidilebilir. Özellikle üretim hamlesi açısından etkisi sınırlı, henüz planlama aşamasında olan, çevresel etkileri yüksek olabilecek projeler ertelenebilir. Ayrıca, kamunun satın almalarında ve sağladığı hizmetlerde haksız rekabete yol açabilecek uygulamalar konusunda hassas olunması, ülkedeki üretim ve yatırım ortamının sağlıklı işleyeceğinin işareti olacaktır.
-Standart para ve finans politikalarına dönülmesiyle makroekonomik istikrarın tesisi sağlanacak olmakla birlikte cari açık sorununun çözümü daha zor olacak ve daha uzun zaman gerektirecek. Bunun için kapsamlı politikalara ve iyi bir planlamaya ihtiyaç var.
-Cari açık sorunu, Türkiye ekonomisinin başlangıçtan itibaren en temel sorunu ola geldi. Sorunun temelinde hammadde ve temel girdilerde ithalata bağlı üretim yapısı var. Cari açık sorununu çözmek için bu yapıyı dönüştürmek gerekiyor. Bu eğitimden teknoloji politikalarına, dış ekonomik ilişkilerden adalet mekanizmasına kadar uzanan geniş bir alanda bir dizi reformu gerektiriyor. Bu reformlar olmadan, dünyada talebin güçlü olduğu ürünlerde, yüksek teknolojiye dayalı, yüksek katma değerli bir üretim yapısına geçmeden, cari açık sorunu çözülmüyor. Sadece TL’nin değer kaybetmesi, cari açığı fazlaya dönüştürmüyor.
-Dolayısıyla hem cari açığı azaltmanın hem de enflasyonu aşağı çekmenin, işe yaradığı teoriyle olduğu kadar tecrübeyle de bilinen tek yolu üretim ve tasarruf artışıdır. Üretimi ve tasarrufları artırmadan tüketim artışının sonu cari açığın bozulması oluyor. Bunun sürdürülebilir olmadığı aşikar.
-Türkiye geçmiş dönemde altyapıda önemli bir atılım yaptı. Otoyollar, tren yolları, limanlar, havalimanları ve köprüler hem Türkiye’nin dört bir köşesini birbirine bağladı hem de Türk ürünlerinin dünyaya ulaşmasının imkanını açtı. Şimdi bu yolları ve limanları Türk ürünleriyle doldurmak istiyorsak daha fazla üretmeli ve yatırım yapmalıyız.
-Üretimi ve yatırımı artırmak için önce makroekonomik istikrarı sağlamak gerekiyor. Beraberinde eğitim, bilim, teknoloji, bölgesel kalkınma, kayıtdışı ile mücadele, vergi ve teşvikler, Kobilerin kurumsallaşması, ölçek ve verimlilik artışı temelinde dönüşümü, yeşil ekonomi gibi başlıklarda yapısal reformları hayata geçirmeliyiz.
-Bu reformlar, üretimi artırırken, gelirin paylaşımını daha adil yapmak açısından da önemli. Çalışanların üretimden hak ettiği payı almasını sağlamak ve geniş kesimlerin satın alma gücünü korumak gerekiyor.
-Üretim yapısını dönüştürürken yaşadığımız deprem felaketini ve bizi bekleyen Marmara depremini de unutmamamız gerekiyor. Makroekonomik istikrar ve yapısal reformların yanı sıra yatırımı artırmak için uzun vadeli öngörülebilirliği sağlayacak kurumlara ve kurallara dayalı bir ekonomi yönetimi ve girişimci ekosistemi gerekir. Bu da bizi üçüncü başlığımız olan hukuk devleti alanına getiriyor.
-Yatırımların artması için elverişli koşullar, hukukun üstünlüğünün ve yargı bağımsızlığının şüphe götürmediği, güçler dengesinin sağlandığı, çoğunlukçuluğun değil çoğulculuğun esas olduğu, ifade özgürlüğünün tam olarak korunduğu, şeffaflığın ve hesap verebilirliğin tesis edildiği, atamalarda liyakatin esas olduğu, özerk kurumların bağımsızlığının güvence altında olduğu, politikalarda ve kararlarda sürekliliğin sağlandığı bir yönetim modeli ile sağlanır.
-Türkiye’nin rekabetçi olmak dışında başka bir seçeneği yok ve aslında bu durum çoğulcu demokratik bir sistemin vazgeçilmezliğini de güçlendiren bir unsur. Yaşadığımız küreselleşme çağında ekonomik büyüme ve refah artışı, dünya ekonomisi ile nasıl entegre olduğumuzla da yakından ilişkilidir. Türkiye’nin küresel politikada hangi ticaret bloku içinde yer alacağı ekonomik performansını da etkiler. Bir ülkenin dış politikasında o ülkenin itibarı, güvenliği ve refahı esastır. Ülkelerin dış politikası ve yer aldıkları uluslararası ittifaklar, benimsedikleri ekonomik çerçeve ve iç politikada geçerli olan norm ve değerlerle uyum içinde olmalıdır. Türkiye dış politikasını hiç şüphesiz kendi menfaatleri doğrultusunda belirlemeli. Hem bölge ülkeleriyle hem de küresel güçlerle ilişkilerini ilkeler ve kurumsal yapılar üzerinde geliştirmeli. Jeopolitik gerilimlerin arttığı, küresel dengelerin hassas olduğu günümüzde, Türkiye açısından demokratik ülkeler topluluğunun içinde yer almak önemlidir. Ekonomik ilişkilerimiz açısından en önemli partnerimiz olan Avrupa’nın dijital ve yeşil dönüşüm projelerinin dışında kalmayı düşünemeyiz. İnisiyatifi ele alarak AB müktesebatını uygulamaya dönük ev ödevlerimizi yapmaya başlayabilir, özel sektörümüzün ısrarla beklediği gümrük birliğinin dekarbonizasyon ve dijitalleşme süreçlerini destekleyecek şekilde güncellenmesi için müzakerelerin önünü açabiliriz.
-COVID-19 pandemisi, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan savaş, deprem felaketi gibi arka arkaya gelen bir dizi olayla sınandığımız zor bir dönemden geçtik. Birçok yara aldık. Bu yaraların sarılması ne kolay ne de hızlı olacak. Ancak bu bizim ülkemiz ve hepimiz üstümüze düşen sorumluluğu üstlenmeye hazırız. Siyasetçilerimizin de iktidarı ve muhalefetiyle aynı sorumluluk duygusuyla hareket edeceğine inanıyoruz. Uluslararası kabul gören, sınanmış politikaları kararlılıkla uygulayarak; ortak aklı devreye sokarak; istişare ve görüş alış-verişini yürüterek bu zor günleri el birliğiyle aşacağımıza inanıyoruz.
TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ise şunları söyledi:
Göstergeler ekonomide ciddi bir tabloya işaret ediyor. Hem cari açık hem bütçe açığı veriyoruz. Çifte açık, çözülmesi zor bir denklem yaratıyor.
Gösterge faiz oranının sürekli olarak düşürülmesine rağmen reel sektörün kredi erişimi giderek zorlaştı, ticari kredilerin artış hızı enflasyonun bir hayli altına indi, finansmana erişim sorunu yatırımları baskıladığı fiyatların ekonominin gerçeği yansıtmaz hale gelmesi özel sektörün risk ve getiri hesaplamalarını güçleştirdi. Bu da yatırım kararlarının ertelenmesi ne yeni istihdam yaratma kapasitelerinin azalmasına ve büyümenin de zayıflamasını yol açtı.
Enflasyon bu ay için biraz gerilemiş görünüyor ancak devam eden zamlar ve TL’de yaşadığımız hızlı değer kaybı, bu sorunun bir süre daha bizimle kalacağını gösteriyor. Oysaki sağlıklı bir büyüme ortamının ilk şartı, fiyat istikrarı.
Paranın değerini korumak, parasal ve finansal istikrarı sağlamak görevi, merkez bankalarına verilmiştir. Merkez bankaları ekonomi yönetiminin merkezinde yer alırlar. Fiyat istikrarını sağlamak, mali sistemin sistemik risklerini kontrol altında tutmak ve ödeme sistemlerinin kesintisiz işleyişini gözetmek üzere çalışırlar. Merkez bankalarının bu fonksiyonları büyüme, istihdam ve refah artışı için, yaşamsal önemdedir.
Önümüzdeki dönemde merkez bankamızın, kurumsal bağımsızlıkla birlikte bu misyonunu yerine getireceğini görmek, en büyük dileğimiz.
Fiyat istikrarının acilen sağlanması konusu, Türkiye’nin rekabet gücünün artırılması ihtiyacının ihmal edilmesine yol açmamalı. Türkiye ekonomisinin tek meselesi, enflasyon ve faiz politikası değil. Ülkemiz uzun yıllardır ekonomik yapısında gerekli dönüşümü sağlayamadı. Ekonomi politikası olarak hep para ve finans politikalarına biraz da, dış ticaret politikasına başvuruldu. Ama ekonomi deyince sadece konjonktürü hedefleyen politikaları anlamamalıyız. Umuyorum ki para politikalarında başarıyı yakalarız. Makroekonomik istikrarı kısa sürede sağlayıp, artık para politikasını konuşmaktan vazgeçeriz. Böylece asıl konuşmamız gereken konuya yoğunlaşabiliriz. Ekonomik yapıyı dönüştürmeye ve rekabet gücünü artırmaya başlayabiliriz.
Önümüzde uzun bir yapılacaklar listesi olabilir. Çünkü ülkemizin potansiyelinin güçlü olduğuna inanıyoruz. Dinamik, genç nüfusumuz ve bilim insanlarımız var. Demokrasi kültürümüz köklü. Dünyaya entegre bir iş dünyamız var. Bürokratik kadrolarımızın sorunları çözme kapasitesi yüksek.
Uluslararası rekabet gücümüzü artırmamız gerekir. Bilim, teknoloji ve sanattaki sıralamamızı üst sıralara taşıyabiliriz. Bunun için de konuşmak, söyleşmek gerekiyor.
Cumhuriyet yönetimi toplumun tüm vatandaşlarının eşit katılımı üzerine kuruludur. Temel beklentimiz eşit vatandaşlık konusunda ileriye gitmek. Toplumun farklı kesimleriyle inanç, etnik kimlik, sınıf farkı gözetmeden Türkiye hayalimizi konuşmaya başladık.
Toplumun yarısını oluşturan kadınların hâlâ şiddet görmesi, Türkiye’nin ikinci yüzyılına yakışmıyor. Beklentilerimizden biri de İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmesidir.
Kadınların ve erkeklerin toplumsal hayata eşit katılımı olması gerektiğine inanıyoruz, parlamentodaki kadın oranının yüzde 20’ye yükselmesine rağmen toplumun yarısının temsiline göre yetersiz olması, sorumluluğumuzu artırıyor.
Yeni döneme ilişin bir diğer talebimiz de, eğitim reformu.
Gençlerimizin iyi yabancı dil konuşmasını sağlamalıyız. Dünyadaki gelişmeleri takip edebilmeli, eğitim sistemimiz tüm çocuklarımıza fırsat eşitliği sağlamalı. Tüm çocuklarımıza kreşlerden başlayarak kaliteli eğitim vermeliyiz. Büyümenin nimetlerinden sadece iyi bir eğitimi finanse edebilenler yararlanmamalı. Bu unsurları hayata geçirecek bir eğitim reformunu hızla gündeme almalıyız.
Demokratikleşme, hukukun üstünlüğü, toplumsal cinsiyet eşitliği gündemimizin önemli konuları.