The Guardian’dan etik kararı: Bahis ve kumar reklamlarını yayınlamayacaklar
Vegas’ta olan Vegas’ta kalabilir ama bizdeki batakhanelerin kumar kültürü, dinlemek isteyene açıktır. “Görüyorum ve artırıyorum” diyorsanız, işte düşeş umup yek-i dü atanların alemi... Arka sokaklardaki batakhanelerin kumar dünyası, sizin için aralanıyor.
-Peki ama şimdi yarın çıkarsak buradan nasıl çalışırsın? Bunca kitap, dosyalar falan filan…
Kadir İnanır: Hepsinin canı cehenneme!.. İnsanlık için çalıştık, sokakta kaldık. Atom fiziği de profesörlük de yerin dibine batsın! Adi bir kumarbazın salak kızına rezil olduktan sonra… Bundan sonra başka bir adam olacağım! Nasıl başka bir adam?
K.İ: Babamı mezara itenlerden daha gaddar, daha insafsız… Onun için atom fiziğine de profesörlüğe de lanet olsun!
– Sen alim adamsın abi, başka ne iş bilirsin?
K.İ: Ama öğreneceğim. ?
– Neyi öğreneceksin?
K.İ: Kumarbazlığı, itliği, hergeleliği!
Yeşilçam sevdalıları bilir; Tatar Ramazan iken kumar postasını yasaklayan Kadir İnanır, bilim adamı olduğu Ceza filminde bir kumarbaz tarafından evsiz bırakılınca işte bu veciz sözleri etmişti. ‘Atom Profesörü’ olan Kadir İnanır bile, CERN’de ‘tanrı parçacığı’ aramak yerine yeşil çuhalı masalara dirsek dayadıysa, bizim de ‘ne olur ne olmaz’ diyerek batakhanelerin kumar raconunu öğrenme vaktimiz gelmiştir. Hep bir ağızdan “Lanet olsun atom fiziğine!” dedikten sonra, bir koyup hiç alanların dünyasına dalıyoruz:
Mehmet Kotan (53): Bak sakın sokaklarda “Buralarda kumarhane var mı?” diye sorma. Bizim Kıbrıs’ımız en arka sokaklardaki kahvehanelerdir. Bilen bilir, öğrenen gelir. Onun da iki türlüsü vardır: Ya böyle 3 kuruş parasına kahvede alenen oynanır ya da bazı kahvelerdeki etrafı perdeyle örtülen masalarda büyük paralarla kapışılır. Yani büyük dedikse, bize göre işte… Ben sana ulu orta oynananları anlatayım ki seni düzmesinler: Bak şimdi, şeytanın 3 bacağı vardır: kağıt, zar, taş. Zardan başlayalım çünkü ben onun ustasıyım, gençliğimde nam salmıştım, Şeşi Penç Mehmet derlerdi bana. Zar yüzünden çok dayak da yedim. Bak bir gün, bu Beyoğlu’nda Hortum Süleyman Emniyet’in başında, beni attılar nezarethaneye kumardan. İlk başta dövmediler. Ama yemek de yok, su da. Paran yoksa hiçbir şey yok orada. Nezaretteki adamlardan birini kafaladım, cepten çıkardım zarları, başladık barbuta. Derken vardiya mı değişmiş ne bok, iki polis gördü beni. Tam döveceklerken polisin biri dedi ki “İstediğin zarı atabilir misin lan sen?” Dedim “Hayır komiserim, senin istediğin zarı atarım ben”. Sonra bu iki polis iddiaya girdi, para koydular, ben tozlu, düz olmayan yerde 3 defa 6-5 atarsam beni bırakacaklar. Allaha inancın olsun o kadar korkuya rağmen, çat diye attım. Sonra “Hadi çık bakalım” dediler, bir çıktım 7-8 polis coplar havada bana koridor kurmuş. “E amirim hani bırakacaktınız?” dedim, “Bırakıcaz dedik de dövmeyeceğiz demedik ya pezevenk!” dediler. Orada komalık ettilerdi beni. E tabi onlar büyük it, büyük kumar tezgahlarından pay alırlar, bizim gibileri de sevmezler. Yani zarı atsan da atamasan da dayak, sefalet vardır bu işte hep.
Neyse zar diyorduk… Şimdi zarı nerede görürsün? Ya barbutta, ya tavlada. Zaten işin ehli değilsen barbuta oturma; o burada anlatılmaz. Tavlada da zar tutmanın 3 yolu var. Adam, tavlanın en pulsuz köşesine atıyorsa, zarları çıtçıtlatıyorsa, atmadan önce bir kıllan. Sonra izle. 2 şekil var: Ya zarın birini sabitleyip, onu hafifçe bırakıp diğerini yalandan yuvarlamak; ya da ikisini de aynı şekilde kurduktan sonra tavlada eşit şekilde yuvarlamak. İlkini anlarsın zaten. Bir zar yalandan döner, öteki zar deli olur. İkincisinde ise kural şu: zarlar birbirine, yan bantlara ve pullara değmeyecek. Yani öyle kolay değil ha! İlmi, el becerisi var bunun. Ama bak şimdi sorarsan bu abine, “Adamı yakalarsam ne yapayım?” diye, onu bilmem. Orada şeklin varsa, atarın varsa “Birader ayıp olmuyor mu?” diye çıkış. Eğer büyük parasına oynanıyorsa, kahvecinin de has adamı değilse kahveci s.ktir eder onu zaten. Yok değilse o elin parasını ver, “Anladık birader biz seni.” de oyundan çekil. Yalandan sitem et yani, hiçbir şey demezsen de adın enayiye çıkar. Ama bak ben sana diyeyim, girme bu işlere. Çıkamazsın. Hani bazıları diyor ya, “Kumarı bıraktım” diye, afedersin s.kime bırakırsın. Sen kumarı bırakamazsın, kumar seni bırakır. Kullanır, canı isteyince de zar gibi bir köşeye bırakır…
Burak (34): Beni iyi dinlemen lazım çünkü ben çıraklıktan yetişmeyim kardeşim. El kadar çocukken çay getir, çay götür, milleti izle, piçlerle arkadaş ol derken gediklisi olduk alemin. Şimdi en baştan başlayalım: Sen diyelim ki kumar oynanan bir kahve buldun. Diyelim ki eşli okey oynayacaksınız, el başına da 10 lira. Bak böyle böyle tatlı gelir sakın kanmayasın, 10 lira diye oturursun akşama kadar 100 el oynar, donunu verir çıkarsın. Donunu da sen vermezsin, onlar alır. Kimler mi? Şimdi birbirlerini tanımıyormuş gibi yaparlar, seni tufaya getirirler masada. Mekâna girer girmez oyun oynama. Otur, çayını söyle, iddaa kuponu falan bak. Bir yandan çaktırmadan kim necidir izle. Sonra oynarsın. Dikkat edeceksin, bakışlarından yakalayacaksın. Hep aynı işaretleri yapıyorlar mı, biri ikide bir kulağını mı kaşıyor, öbürü ıstakasına bir parmağıyla hep vuruyor mu, bir diğeri durup durup belli şarkıları mı söylüyor, bunları atlamayacaksın. Çoğu zaman sana eş verilen adam da onlardan olur, böyle alemlerde uyanık ol. İlk birkaç eli de almana izin verirler, kendini bir bok sanıp da kanma. Taşlı oyunların yancıları da çok olur. Sırf zarardır ibneler. Masanın hesabını şişirip karınlarını doyururlar. Günde 10 tane tost yiyip bir tane bile oyun oynamayan şerefsizler var. Ha onların daha beterleri de var. Senin eli çaktırmadan karşıya yansıtan falan. Şimdi iyice boku çıktı teknolojiyle. Fotoğrafını çekiyor adam çaktırmadan öbürüne yolluyor. Öyle yerlere sen de yalnız gitmeyeceksin.
Bak kumarda racon falan olmaz, kahpeliktir çünkü. Ya sen karşındakini aç bırakacaksın ya da o seni. Ama bak bunları unutma: kumar masasını kazanan terk edemez. “Var mı lan öyle!” derler adama. Kumar borcu da her halükarda ödenir. Tak diye ödeyemeyecek durumdaysan masaya oturmadan söyleyeceksin. Bir de ya hile yapmayacaksın ya da yakalanmayacaksın. Yoksa başına ne gelse razı olacaksın. Pert ederler adamı burada. Diyelim ki hile yapmadın ama başın dara girdi o masada. Ara bir arkadaşını, o komiser yardımcısıymış gibi konuş. Ama komisermiş gibi konuşma, hemen uyanırlar. Şansına işte… Mekanda sivil yoksa, seni pusulayanlar da çok akıllı değilse belki yutarlar da kurtulursun. Taş çalacaksan evde çok çalışman lazım. Bir sürü taktiği var ama sakın üstünde taş taşıma yöntemine girme. Kalmadı o. Hem yakalarlarsa hacamat ederler. En güzeli, sağ elinle taş çekerken sol elini attığın taşlara vuracaksın aynı anda. Dikkatler oraya kaçacak. Ama aldığın taştan kurtulmak da zordur, elinde saklama. Çok normal bir şeymiş gibi, solundaki taşların oraya bir taş bırakıyor gibi iki taş bırakıver. Masanın altından da oyun olmasın istiyorsan, örtüsü uzun olmayan bir masaya otur. Adamlar ayaklarını elleri gibi kullanıyorlar, maymun olmuşlar ama seni de maymun ederler.
Hikmet Çağpınar (57): Kumarda şah, kâğıttır. Taştı, zardı onlar zevk işi, genç işidir. Kağıtta hile daha zordur. Yani nasıl diyeyim: okeyde hile yaparsan PTT’yi, ağır kâğıt masasında hile yapabilirsen Merkez Bankası’nı soymuş olursun. Ama bizim burada yaptırmazlar. Sülo, gebertir valla adamı. Bırak kahveye gelmeyi, sokaktan geçemez bir daha adam. Şimdi buradaki o perdeli masaya geçip oturamazsın. Herkes herkesi bilir, kahveci Sülo’ ya işaret çakarsın, o da masadakiler ayarlayınca sana haber eder, geçer oturursun. Pek kılıç oynanmaz burada. Poker, ihale, king oynanır. Sülo da gelir odanın bir köşesinde durur. Tavla pullarını da para ederiz kendimize. Genelde tanesi 20 liradır. Eğlencedir bizim için. Öyle her şeyi kaybetmesine oynamayız ama oynayanlar da var tabii. Geçenlerde ben yoktum, bizim masadan birinin misafiri gelmiş. Oturmuş bizimkilerle masaya. Adam kaybettikçe kaybediyor. Ter döküyor. Bizimkiler, “Kardeş bırak istersen” falan demiş ama nerde! Herif 8 bin lira kaybetmiş düşün! Sonra çıkarmış belinden silahı kafasına dayamış. “Paramı alacaksanız kendimi vururum, karı öğrense beni boşar” falan diye ağlamış. Bizim Sülo da ikna etmiş bunu, “Paranı falan istemeyiz. Bırak silahı, siktir git, bir daha da gelme” demiş. Bu da silahı bırakınca atlamışlar üstüne. Dövmüşler bir güzel. Sonra senet imzalatmışlar buna. Karısını da aramışlar, “Kocana sahip çık, kendini iyice kaptırırsa yuvanız yıkılır, yardımcı ol adama” demişler. İyi de yapmışlar! Bizde böyledir… Biz açıkça söyleriz kumar oynadığımızı. Zenginler ayıplanmıyor da biz niye ayıplanalım? Hırsızlık mı yapıyoruz? Ayakkabı kutusunda bir tek ayakkabı saklarız biz, onu da gerekirse iskambile yatırırız, kime ne!
Papelciler/paracılar: Zenginlerin kumarhanelerinde kasa her zaman kazanır da gariban kumarhanelerinde su tersine mi akar! Hayır, her zaman en çok yüzü gülen papelciler yani kumarhane sahipleri ya da görevli kabadayılardır.
Sirkat: Tayyip Erdoğan “Şecaat arz ederken sirkatini söylemek” deyimini muhalefete yüklenirken sıkça kullanır. Malum, bir kişinin kendisini övmeye çalışırken aslında suçlarını itiraf etmesi demektir. Bu deyişi bu kadar severken paradoksal şekilde “Ne istediler de vermedik” ve “Çocuklarıma helal lokma yedirmedim” gibi gafların sahibi olsa da bir konuda haklı: sirkat, hırsızlık demek. İskambilde kâğıt çalan adamlara sirkatçi denir.
Kıyakçılar: Bir veya iki kâğıda zar üstündeki paranın hepsini koyanlar.
Papalyacılar: Kumar dünyasının Nuri Alçoları. Paralı acemiyi, enayiyi kandırıp kumarhaneye düşürenler.
Raconcular/ hakemler: Oyunda ‘teknik’ bir sorun çıktığında tarafları dinleyip karar verenler.
Pundacı: E ne bekliyordunuz? Kumarbazların birbirine “kumarbaz” diye hitap etmesini mi?
Kapıcılar/erketeciler: Kumar oynanırken aynasız nöbeti tutanlar. Bazı yerlerde bu kişiler, hile yapılıp yapılmadığını da kontrol etmekle görevlidir. Tüm bu görevleri avantaya tabidir.
Çaprazcılar/makasçılar: Kumar masasında ‘kurbana’ çaktırmadan birlikte davranan ve bu sayede paraları toplayan kumarbaz ikili.
Boğuntu olmak/ Kerkerize gelmek: Kumarda karşısındakinin/ karşısındakilerin hile yaptığını anlamayarak yenilmek, ütülmek.
Koçlar/ işçiler: Temizlik, masa hazırlama, gereç getirme gibi işlere bakan kumarhane çalışanları.
Mano/ plakacı / fasulyeci: Oyun sırasında alacak verecek yazmakla görevli kişi.
Farfarallu: Taa Osmanlı’dan kalma ve Yunancadan (Perperos) gelen bir argo tabir. Yunan yurttaşların işlettiği kumarhanelerde icat olunmuştur. Kumarhanede isminin yazılmasını istemeyen müşterinin adının yazıldığı yere yazılan kelimedir. Eski İstanbul’da esnaf defterlerine, kolluk kuvvetlerine verilen haftalık rüşvet de bu isimle not düşülürdü. Bazı semtlerde gelenek hâlâ sürüyor.
Kaparozcular/ sigortacılar: Hem kumarhane sahiplerinin hem de masadaki diğer oyuncuların en sevmediği kumarbaz tipidir. Bir-iki el kazanınca paralarını toplayıp giderler.
Kaşkorikacılar: Birini kurban seçerler, onunla ortak olup bilerek oyunu kaybettirirler. Bunun karşılığında rakiplerden çaktırmadan avantalarını alırlar. Kumar dünyasında dayağa en yakın aktörlerdir.
Temize havale etmek: Kumarda bir adamın tüm parasını almak. Her şeye rağmen bu durumda fazla sevinmek ayıplanır. Biri yerle bir olurken onun üstüne basıp yükselmiş adamın, en azından kendisini sesli övmemesi, vakur kalması beklenir.
Balkoncu: Kağıt ve taş oyunlarının iflah olmaz gıcığıdır. Diğer oyuncuların eline çaktırmadan bakıp ona göre oynamaya çalışır. Ama bu taktik, kumarın en kolay yakalanan hilesi olduğu için o bakışlar onu başarısız bir çapkın yapmaktan öteye taşıyamaz. Dayak ve aforoz da cabası.
“Argo, bir dilin gizli örgütüdür” diyen üstat Hulki Aktunç’un Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘Büyük Argo Sözlüğü’nden faydalanarak hazırlanmış, sokaktaki ve internetteki bilumum kaynakla harmanlanmıştır. Saygıyla anıyoruz…