Madımak Katliamı anmasında ‘utanç müzesi’ vurgusu
Madımak Katliamı'nın bugün 30. yıl dönümü. Aydın, sanatçı ve şairlerin yakıldığı Sivas'ta her yıl olduğu gibi bu yıl da anma etkinliği yapılacak. Davayı ilk günden bu yana takip eden Avukat Sarıhan, 14 Eylül'deki duruşmaya dikkat çekiyor ve zamanaşımı olmamasını talep ediyor.
Şairler, halk ozanları, sanatçılar ve aydınlar 30 yıl önce Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin şenliğine katılmak için Sivas’a doğru yola çıkmıştı. Kente vardıklarında gergin bir hava ve onları öfkeyle karşılayan yerel gazeteler vardı. Aralarında ismi yıllarca unutulmayacak olan Behçet Aysan, Metin Altıok, Uğur Kaynar, Hasret Gültekin, Nesimi Çimen, Asım Bezirci de bulunuyordu. Bir de çocuklar: 16 yaşındaki Koray Kaya, 17 yaşındaki Menekşe Kaya ve Menekşe ile aynı yaştaki Özlem Şahin. Bu şenliği anmaya dönüştürecek olan olayın hesabının verilmesi için yıllarca çabalayacak olan Aziz Nesin de konuklardan biriydi. Nesin kısa bir süre önce Selman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri isimli kitabını Türkçe’ye çevirtmişti ve hedef gösteriliyordu.
Şenliğin ikinci gününe gelindiğinde Sivas’ta provokasyonlar hız kazanmıştı, Aziz Nesin de kitaplarını imzalarken sözlü saldırılara uğramaya başlamıştı ancak tüm bunlara rağmen Madımak Oteli’nin önünde de kent genelinde de herhangi bir önlem alınmıyordu. Bu atmosferde alınmayan önlemlerin sorumluluğunu katliam sonrası dönemin hükümeti de üstlenmeyecekti.
Bazı yerel gazeteler şenliği hedef alıyor, evlere isimsiz bildiriler dağıtılıyordu ve 2 Temmuz’da Aziz Nesin’e basın açıklaması yaptıran provokasyonlar dur durak bilmiyordu. Fakat yine de olaylar büyüyor şenliğin konukları saldırıya uğruyordu ve 2 Temmuz 1993’ün tarihin sayfalarına kara bir leke olarak düşmesini sağlayacak her hamle adım adım ateş ve dumana yaklaştırıyordu. Nitekim öyle de oldu, cuma namazından çıkan gruplar birleşe birleşe yol boyunca laiklik karşıtı sloganlar atarak yürüdü, yetkililer ise olanı biteni sadece izledi. Yolun vardığı yer ise Alevilerin yıllarca müze olması için çabalayacağı Madımak Oteli’nin önüydü ve artık büyük bir kalabalığın işgali altındaydı. Bu kalabalık otelin camlarını kırmış, yangın çıkarmıştı. Yangın sırasında hafızalara kazınan bir söz de kameralara yansımıştı: Yak lan yak, yak!
Dışarıdakilerin niyeti oteldekileri canlı canlı yakmaktı. Yangın sırasında da müdahale edilmiyordu ve otelin önündekiler, “Allah’ım bu senin ateşin”, “Cehennem ateşi işte” diyerek yangını çıkaranları destekliyor “Sivas laiklere mezar olacak” sloganları duyuluyordu. Tam 12 saat süren bu linç sonunda durduruldu ve ikisi otel görevlisi olmak üzere oteldeki 35 kişi yaşamını yitirdi. Diğer 51 kişi ise kendi olanaklarıyla katliamdan sağ çıkabildi.
Katliam sonrası hükümet kanadından yapılan açıklamalar da katliamın karasını artıracak nitelikteydi. O dönem iktidarda olan DYP-SHP koalisyonunun başbakanı Tansu Çiller, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” demişti. Dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu ise yıllarca olayları kışkırtmakla suçlandı ancak kendisi bu suçlamaları hiçbir zaman kabul etmedi. Bununla birlikte olaya ilişkin her konuşmasında ısrarla yaşananları ‘katliam’ olarak nitelememesi de onu eleştirilerin odağında tuttu.
Bugün bu katliamın 30. yılı ve olayda halen aydınlanmamış noktalar, yargılanırken serbest bırakıldığı için yurt dışına kaçan ama Türkiye’de ölen sanıklar, zamanaşımı ile karşı karşıya olan bir dava var. Davayı 30 yıldır takip eden Avukat Şenal Sarıhan 10Haber’e verdikleri hukuk mücadelesini anlattı ve 14 Eylül’de davanın duruşmasının görüleceğini, zamanaşımı kararı verilmemesi gerektiğini söyledi: İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zamanaşımı olmaz.
1993 yılında açılan davada 15 bin kişinin eyleme katıldığı iddia edilmişti ancak Avukat Sarıhan’ın verdiği bilgiye göre ilk gözaltı sayısı 156’ydı ve bu sayı zaman zaman 200’e kadar çıktı. Ancak davada sürekli temyiz süreci yaşandı. Sarıhan, eylemin örgütlü yapılar tarafından düzenlendiğini savunanlar arasındaydı. “Davanın açıldığı dönem eksik soruşturmayla 3 ayrı dava açıldı, bu davalar sonuç olarak birleştirildi. Birleşen davalarla ilgili mahkeme önce ‘adiyen yakarak adam öldürmek’ olarak değerlendirdi, temyizimiz sonrası Yargıtay’a göre de bizim düşündüğümüz gibiydi, bu eylem sırasında atılan sloganlar ‘Laiklik gidecek şeriat gelecek, cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak’ gibi sloganlar zaten eylemin amacını ifade ediyordu” diyen Sarıhan, saldıranların mağdurları tek tek tanımadığını da vurguluyor. Tanışıklığın olmamasının davadaki önemini de “Esas olarak gösteriydi, şeriat isteğinin gösterisiydi” diyerek açıklıyor.
O dönem 765 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 146. maddesinin 1. fıkrası gereğince Anayasal düzenin tebdil, tadil ve ilgası yani; Anayasal düzenin değiştirilmesi amacıyla bu eylemin gerçekleştiğini savunduklarını anlatan Sarıhan, Yargıtay’ın da kararı bozduğunu, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 38 kişi hakkında idam cezası verdiğini sözlerine ekliyor. Bir dönem ÇHD Genel Başkanı olan Sarıhan, o dönem de idam cezasına karşı olduklarını bu nedenle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesi gerektiğini söylüyor ve konuşmasının devamında yargılama sürecindeki eksikliklere dikkat çekiyor. İlk duruşmada 46 kişinin tahliye edildiğini ve bu tahliyelerin duruşmalar boyunca devam ettiğini belirten Avukat Sarıhan, “Daha sonra bu insanlar bu kadar büyük bir cezayı almış olmalarına rağmen tahliye edilmişlerdi ve bunlar örgütlü biçimde yurt dışına kaçırıldı. Bu dava 2001 yılında esas olarak kesinleşti. Yargıtay onadı. Fakat o tarihten bu yana aranan sanıklar yönünden, kaçmış olan sanıklar yönünden, tefrik edilmiş dosyalar yönünden bu davaya devam ettik” diyor.
Sonraki yıllarla 7 kişilik bir gruba yönelik tekrar yargılamalar olduğunu hatırlatan Sarıhan, “Bu sanıklarla ilgili, 38 sanıkla ilgili -ki bunun 5 tanesi indirimli ceza almışlardı-. Ağırlaştırılmış müebbet hapse döndü cezaları. Bizim bildiğimiz ceza alan 9 kişi yurt dışına kaçmıştı onların infazı mümkün olmadı. Hemen kaçmışlardı. Cezaları kesinleşmeden. Bu hem kendi eylemlerinin ağırlığının bilincinde oldukları hem de örgütlü bir biçimde dışarı çıkarıldıklarına işaretti. Bu konuda çok mücadele ettik” cümleleriyle aktarıyor süreci.
Bu davada en dikkat çeken isimlerden biri ise Refah Partili Belediye Meclis üyesi Cafer Erçakmak’tı. Erçakmak, 18 yıl boyunca aranırken Sivas’ta ölmüştü. İkinci davada Erçakmak ve arkadaşlarının yargılandığını kendilerinin ise zamanaşımı nedeniyle bu davanın düşmemesi yönünde talebi olduğunu anlatıyor Sarıhan. Ancak bu dava da zamanaşımına uğradı. “Davanın düşürülmesine karşı temyiz hakkımızı kullandık kabul görmedi sadece 146/1’den yargılanan Erçakmak’ın öldüğü için davanın düşürüldüğü buna insanlığa karşı suç denebileceği çünkü resmi bir görevi olduğuydu. Mesele resmi görevinin olup olmaması değil suçun niteliğiydi. ‘Yaşıyor olsaydı uygulardık’ gibi bir karar çıktı” diyen Sarıhan, şu anda davanın 3 kişi üzerinden ilerlediğini ifade ediyor.
“Topluma kazandırma yasası diye bir yasa çıktı bu yasadan yararlanmak için hepsi başvuruda bulundular. Hiçbir bilgi de vermedikleri için bu davada bir sonuç alamadılar. Topluma kazandırma yasasından yararlanmaları için bilgi vermeleri lazım. Kimler buna ele başılık yaptı, kimler örgütledi?” diye soruyor Sarıhan ve sözlerini şu ifadelerle noktalıyor:
“Şimdi bu 3 kişiyle ilgili dava sürüyor. Biz ısrarla diyoruz ki 2 Temmuz’da iç hukukumuza göre zamanaşımından dava düşmüş olacak. Ama diyoruz ki bu insanlığa karşı suç. Çünkü hiç tanımadıkları bir gruba tamamen siyasi amaçla siyasi görüşleri nedeniyle saldırı oldu. Bunların önemli bir kısmına dini inançları sebebiyle saldırı oldu. Bu bir de Türkiye’de sistemli bir olay haline geldi. Kahramanmaraş, Çorum… Bu sebeple biz bu olayın insanlığa karşı suç olduğunu zamanaşımından düşürülmemesi gerektiğini savunuyoruz. Düşme için mahkemenin karar vermesi gerekiyor. Heyet değişiklikleri oldu. Son duruşmalarda yeni gelen ve 3 kadından oluşan bir heyet davaya girdi. Ellerindeki dosya 3 kişiyle sınırlandırılmış bir dosya. Onların vicdanlarıyla da hareket etmeleri gerektiğini talep ettim. Duruşmayı eylüle bıraktılar.
Mayıs’ta duruşmaya girdik, duruşmayı 14 Eylül’e attılar. Epey bir zaman var arada. resmi bir zamanaşmı kararı yok elimizde. Bu 3 kadın yargıcın insanlığa karşı suçların zamanaşımına uğramayacağına imza atmış olmalarını bekliyorum. Öldürülmüş olan çocukları, gençleri, aydınları, yaşlıları düşünsünler diye bekliyorum. Tarihin zamanaşımı yok. İstiyoruz ki hukuk da kendi tarihini yazmış olsun.”