Son varoluşçu Milan Kundera da çekip gitti
Geçen hafta yazar Milan Kundera'nın 94 yaşında hayatını kaybettiği açıklandı. Ondan geriye bıraktığı onlarca kitap, altı çizili satırlar, cevapsız ve yeni sorular kaldı. Raf Gezgini, bu hafta Kundera'nın anısına saygı duruşunda bulunuyor, geride bıraktıklarına odaklanıyor.
Geçen hafta yazar Milan Kundera’nın 94 yaşında hayatını kaybettiği açıklandı. Ondan geriye bıraktığı onlarca kitap, altı çizili satırlar, cevapsız ve yeni sorular kaldı. İnişli çıkışlı, gitmeli terketmeli bir hayat yaşadı Kundera. Yazdıkları siyasetten bağımsız olmadı hiçbir zaman. Ama esas olayı varoluşun ta kendisini sorgulamak oldu. Belli ki var olmak ya da olmamak ve hatta görünmez olmak çok uzun zamandır aklındaydı. Bunu yıllar sonra şu sözlerle anlatacaktı:
“Küçük bir çocukken kısa pantolonlu bir çocuktum ve beni görünmez kılacak mucizevi bir merhem hayal ederdim. Sonra yetişkin oldum, yazmaya başladım ve başarılı olmak istedim. Şimdi başarılıyım ve görünmez kılan merhemi istiyorum.”
Ve ironik bir şekilde küçükken aradığı görünmezlik merheminden mahrum gitti Kundera. Fiziksek olarak görünmeyecek olsa da dünya var oldukça, edebiyat tarihinin en görünür, en bilinen yazarlarından biri olarak. Raf Gezgini, bu hafta Kundera’nın anısına saygı duruşunda bulunuyor, geride bıraktıklarına odaklanıyor. Tabii görevini ihmal etmiyor dumanı üzerinde tüten yeni kitaplara da ‘merhaba’ diyor.
Kundera, edebiyatın farklı türlerinde birçok önemli eser verdi ama romanı hep farklı bir yere koydu. “Bir roman hiçbir şey iddia etmez; bir roman araştırır ve sorular sorar. Milletim helak olur mu bilmiyorum ve karakterimden hangisi doğru bilmiyorum. Hikâyeler uydurur, birbiriyle yüzleşir ve bu sayede sorular sorarım” diyerek anlatıyordu türe verdiği önemi. 1967 tarihli ‘Şaka’ da kaleme aldığı ilk roman. Yazarın alametifarikası olduğu üzere bu romanda da insan varoluşunun sonsuz temalarına dalıp çıkıyor okur. Basit bir şakanın nelere sebep olduğunu politik göndermelerle anlatan bu kitap doğrudan sosyalist Çekoslovakya eleştirisi. Zaten bir süre sonra tüm Kundera kitapları gibi ‘Şaka’ da ülkede yasaklandı. 352 sayfalık bu romanda altı çizilecek birçok cümle bulabilirsiniz ama iştah açıcı bir tanesini buraya bırakalım: “… Kimsenin affedilmediği,herkesin kurtarılamaz olduğu bir dünyada yaşamak, adeta cehennemde yaşamak gibidir.”
Kundera’nın kariyerinin üçüncü romanı. Tam anlamıyla bir kara komedi. Her zaman olduğu gibi politik göndermeler mevcut. Roman boyunca nevi şahsına münhasır sekiz karakterle tanışıyor okurlar. Ünlü caz trompetçisi Klima, tek gecelik sevgilisi hemşire Ruzena, kadınların doğurganlığını artıran özel bir yöntem geliştiren jinekolog Skreta, zengin bir Amerikalı Bertlef, Klima’nın eşi Kamila, Ruzena’nın paranoyak hayranı Frantisek, eski siyasi mahkûm Jakub, babasını henüz küçük bir çocukken kaybeden Olga… Hepsi 1970’ler Çekoslovakya’da uzak bir kaplıca kasabasında bir araya geliyor. Kara komedi dedik ancak zorbalık, şantaj, sadakatsizlik ve hatta cinayet gibi birçok tema etrafında dönen bir anlatı var karşımızda.
Her ne kadar romanı başka bir yere koysa da ‘Saptırılmış Vasiyetler’, ‘Roman Sanatı’, ‘Perde’ ve ‘Bir Buluşma’ gibi denemelerle de çıktı okurların karşısına. Dokuz bölümden ‘Bir Buluşma’ da yazar, okurları “…düşüncelerimle anılarımı, eski (varoluşsal ve estetik) temalarımla eski aşklarımı (Rabelais, Janáček, Fellini, Malaparte) bir araya getiren bir buluşma…” diyerek karşılıyor. Sanat, edebiyat, günlük yaşam, sürgün gibi pek çok konuyu sorgulayan bu kitap soruları yanıtlar mı bilinmez ancak yeni soruları akla getireceği kesin. Tam da Kundera’nın istediği gibi…
Kundera denemelerinden devam… Kundera yedi bölümden oluşan bu kitapta, edebiyata odaklanıyor. Cervantes’ten Márquez’e, Rabelais’den Flaubert’e, Musil’den Stendhal’e roman ustalarını ele alıyor, diyaloglar yaratıyor ve romanı bir kere daha edebi türler arasında en çok hak ettiği yere, zirveye, çıkarıyor. Kitap, Kundera’nın son yüzyılın en iyi yazarlarından biri olmanın yanı sıra ne kadar tutkulu bir okur olduğunu kanıtlıyor.
Kundera hayatının ilk 45 yılını doğduğu topraklarda, Çekya’da, geçirdikten sonra Fransa’ya göçmek zorunda kaldı. Ülkeye olan bağlılığını “Çekoslovakya’da 45 yaşına kadar yaşadım. Gerçek yazarlık kariyerim 30 yaşında başladığına göre, yaratıcı hayatımın büyük kısmının Fransa’da geçeceğini söyleyebilirim. Fransa’ya daha çok bağlıyım, düşünüldüğünden çok daha fazla” diyerek anlatacaktı. Yani göçmenliği de sürgünü de sığınmayı da çok iyi bilen bir yazar Kundera. ‘Bilmemek’ de bu temalar etrafında dönen bir roman. Yazarın da en önemli yapıtları arasında. Irena ve Josef’in kısa süreli tanışıklıklarının geçmişin tozlu sayfalarında kalmadığı hatta farklı nedenlerle ortak bir kaderi yaşarken onları tekrar bir araya getirdiği bir kitap var karşımızda. Kitapta hatırlama, yalnızlık, yabancılaşma, yurtsuzluk, bellek gibi temalar merkezde.
Milan Kundera’ya 1970’lerin sonlarında ilk büyük uluslararası başarısını getiren ‘Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’ birbiriyle doğrudan bağlantısı olmayan karakterleri bir araya getiren yedi ayrı anlatıdan oluşuyor. Kundera bir kere daha varoluşunun farklı yönlerini sorguluyor, üzerine düşünüyor, inceliyor, analiz ediyor ve deneyimliyor. Romanı özel kılan bir ayrıntı daha:Fransa’ya yerleşmesinin ardından yazdığı bu romanın yayımlanışından hemen sonra Çek hükümeti tarafından yurttaşlıktan çıkarılmıştı.
Kundera’nın ilk olarak 1968’den önce Prag’da basılan, ancak daha sonra yasaklanan kitaplarından biri. Yedi öyküden oluşan bu kitap edebiyat tarihinde de karşılık bulmuş, zamansız bir kitap ancak daha da önemlisi Kundera’nın en keyifle yazdığını söylediği eseri. Her öyküde karşılaşılan birbirinden farklı karakterlerin her birinin yolu farklı şekillerde aşkla kesişiyor.
Milan Kundera denilince herkesin aklına ilk olarak ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ geliyor. Büyük bir çoğunluk, dünyanın en büyük yazarlarından birinin belki de en büyük başarısı olarak tanımlıyor bu kitabı. Yazarın en iyi kitabı mı bilinmez ancak adının hemen arkasından anılan bu kitap, Tomas, Tereza, Sabina ve Franz’ın hayatları etrafında şekilleniyor. Kitap, 1988’de Philip Kaufman’ın, Daniel Day-Lewis ve Juliette Binoche sinemaya uyarlandı ve olanlar oldu… Artık Milan Kundera’yı tanımayan yoktu.
‘Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’ ve ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’yi okuyup bitirdiyseniz sıra ‘Ölümsüzlük’e gelmiş demektir. Tabii zorlama yok, doğrudan bu kitabı alarak da başlayabilirsiniz. Başlı başına bağımsız bir eser aynı zamanda. Kundera yine mizah dürtüsünü yanına alarak hayatın anlamını çözmeye çalışıyor. 1988 yılında Çekçe yazılmış yedi bölümden oluşan bir romandır. İlk olarak 1990’da Fransızca olarak yayınlandı.
Sizin hiç bambaşka dünyalardan gelen, barbar bir savaşçı sınıf arkadaşınız oldu mu? O kadar şanslı değilseniz bile üzülmeyin, Eastwood İlkokulu’nun yeni öğrencisi Fangbone ile tanışabilirsiniz. Tabii önce onun çok önemli ve zorlu görevini tamamlaması lazım: Ölümcül bir silahı Kurukafanya’nın en azılı düşmanı Zalim Drool’den korumak! New York Times çok satan yazarlarından Michael Rex imzalı ‘Fangbone’ romanlarının ilk kitabı ‘Üçüncü Sınıf Barbar’ Irmak Taştan Kaplan’ın çevirisiyle ilk kez Türkçede.
Hayatta hiçbir şey tesadüf değilmiş. Tabii hiçbir karşılaşma da. Ve bir de hayatın daima iki yamacı varmış; ya tırmanır ya da aşağı kayarmışız. Bunları Véronique Maciejak imzalı ‘Yarın Güneş Yeniden Doğacak’tan öğreniyoruz. Sıcak havalardan şikayet edilse de güneşin yarın yine yine yeniden doğacağını hatırlatan iç açıcı kapak tasarımı ve Gülşah Ercenk çevirisiyle okuma listenizi güncellemeye değecek bir anlatı.
Destek Yayınları’nın mitoloji serisi Tanrıların Çağrısı’nın yeni kitabı ‘Hekate’ raflarda. Özlem Ertan imzalı kitapta, tek başına ayakta durmayı bilen, sırtını bir erkeğe yaslamayan, kendi olmayı ve özgürlüğü seçtiği için ötelenen, şeytanlaştırılan kadınların da simgesi Anadolu tanrıçası Hekate’nin hikayesi ele alınıyor.