Samanyolu’nda şimdiye kadarki en büyük yıldız kütleli kara delik keşfedildi
'10'ca bilim arasından'da bu hafta kara delikleri, 'hayalet' yıldızları, kıyıya vuran gizemli cismi ve antik yeraltı labirentini, 'gençlik iksiri'ni, zor günler geçiren NFT'yi ve GTA 6'nın kaynak kodunu sızdıran genci ele alıyoruz. Yolculuğa hazır mısınız?
Bilim ve teknoloji açısından çok verimli ve eğlenceli bir haftayı geride bıraktık. Yazıya 10Haber’in ‘Bilim ve Teknoloji’ kategorisine bir göz atmanızı tavsiye ederek başlamak istiyorum. Kategoride bu hafta yer almasa da radarımıza takılan bazı haberler, her hafta olduğu gibi bu hafta da ’10’ca bilim arasından’ köşesinde yerini aldı. Bu hafta bir değişiklik yaparak yolculuğumuza laboratuvarda başlıyoruz, hem de ‘yüksek teknolojili bir küvette’… Burada kara deliklere bir göz atıp yönümüzü gökyüzüne çeviriyor, Samanyolu’nda bir tur atıp ‘hayalet’ nebulalarla çakmak alevinden bile daha soğuk olan bir yıldızı inceliyoruz. Sonrasında aşağı inerek Avustralya kıyılarına vurmuş gizemli nesneye bakıyoruz. Oradan kıta değiştirerek Meksika’ya gidiyor, bu sefer de gizemli bir labirente iniyoruz. Labirentten çıkar çıkmaz yüzümüzü zor günler geçiren NFT sektörüne çeviriyor ve son olarak da GTA 6 sızıntısını yapan gencin hikayesine bir göz atıyoruz.
Galaksilerin merkezinde gizlenen en güçlü kozmik oluşumlardan biri olan kara delikler, çevrelerindeki cisimler üzerinde karmaşık bir etkiye sahip. Bunun nedeni, kara deliklerin her şeyi, hatta ışığı bile emebilecek kadar güçlü bir çekim gücüne sahip olmaları. Şimdi Profesör Silke Weinfurther’ın Nottingham Üniversitesi’ndeki ‘Kara Delik Laboratuvarı’ kara deliklerin gizemli doğasını daha iyi anlamak için ‘yüksek teknolojili bir küvet’te kara delik simülasyonu yapmaya çalışıyor. Weinfurtner, The Guardian’a verdiği demeçte, “Kara delikler hakkında düşündüğünüzde gözünüzün korkması normal. Kara deliklerin çevresinde oluşması beklenen etkiler öyle tuhaf ve farklı görünüyor ki” diyor.
Devam eden bu deneyde, süper akışkan helyumdan oluşan bir fanus içinde meydana getirilen küçük bir girdap yardımıyla kara delik koşulları sağlanıyor. Kara deliğin kuantum doğasını görmek için helyum -271 dereceye kadar soğutuluyor. Araştırmacıların bu deneyde özellikle helyumu seçmesinin sebebi ise sürekli bir bir hız aralığında dönen suyun aksine helyumun girdabının yalnızca sabit değerlerde dönmesi. Ekip nanometre hassasiyetindeki yüksek çözünürlüklü bir kamera aracılığıyla bu dalgalanma etkisini yakından inceliyor.
Weinfurther ve meslektaşları bu deneyi süper parlaklık olarak bilinen bir olguyu araştırmak için tasarlamış. Bu olguya göre, kara delik yakınına gelen herhangi bir ışığı yüksek miktarda enerjiye dönüştürebiliyor. Bu sürecin gerçekleşmesi için kara deliğin yavaş yavaş dönmesi gerekiyor ancak şimdiye kadar bu olgu sadece teoride kalmış, olgu üzerine doğrudan bir kanıt yok. Bilim insanları işte bu deneyle kara deliğin kuantum etkileri göstermesinin altında yatan nedenleri daha iyi anlayabilir.
Samanyolu’nun kalbinde ölü yıldızların ‘hayaletleri’ hizalanmış durumda, bilim insanları ise bunun nedenini sonunda öğrenmiş olabilir. Bu kozmik hayaletler, ölen yıldızların yaşamlarının sonunda dışarı attığı gaz bulutları şeklinde bulunuyor ve bunlara ‘gezegenimsi nebula’ deniliyor. Kelebeklere ya da kum saatlerine benzeyebiliyorlar, merkezlerinde ise yıldızın için için yanan kalıntıları bulunuyor. Güneş de yakıtı bittiğinde kırmızı bir deve dönüşecek, yıldız sistemindeki gezegenleri yutup şiştikten sonra patlayarak beyaz bir cüce yıldız olacak ve etrafına benzer gaz kalıntıları bırakacak.
Samanyolu’nun merkezinde bu tür nebulaların oluşturduğu hizalanma ise 10 yıl önce Manchesterlı doktora öğrencisi Bryan Rees tarafından keşfedildi. Bu hayalet yıldızların neden hizalandığı günümüze kadar gizemini korudu. Ancak Hubble Uzay Teleskobu’nun topladığı görüntülerle bugün gizem çözülmüş olabilir. Bu gezegenimsi nebulalar hakkında bilinen şeyler her birinin birbiriyle alakasız olması ve farklı zamanlarda ölüp yaşamlarını farklı yerlerde geçiren farklı yıldızlardan olmalarıydı. Benzerlikleri ise gökyüzünde aynı şekilde dizilmiş olmaları ve bunu Samanyolu’nun düzlemine neredeyse paralel olarak gerçekleştirmeleriydi.
Hubble’dan elde edilen veriler ise bu hizalanmanın yalnızca eşlikçisi olan nebulalarda görüldüğünü gösteriyor. Eşlikçi yıldızlar gezegenimsi nebulaların kalbindeki yıldız kalıntısının yörüngesinde döner. Hizalanma böyle bir eşlikçi yıldızı olmayan gezegenimsi nebulalarda yok ve bu da gökbilimcilere hizalanmanın, eşlikçi yıldızın hızlı yörünge hareketinin bir sonucu olabileceğini düşündürtüyor.
Sizi bu hafta da yeni bir yıldızla tanıştırmak istiyoruz. Astrophysical Journal Letters’da yayımlanan yeni bir çalışmaya göre, bilim insanları radyo dalgaları yaydığı tespit edilen bir soğuk yıldız keşfetti. WISE J062309.94−045624.6 adındaki bu yıldız, 425 derece olmasıyla bir fırından daha sıcak olsa da sıradan bir çakmak alevinden daha soğuk. Bu bağlamda yıldızlar arası bir karşılaştırma yaparsak Güneş’in yüzey sıcaklığı yaklaşık 5498.850 derece.
Güneş’ten çok daha hafif kahverengi bir cüce yıldız olan WISE J062309.94−045624.6, üzülerek söylüyoruz ki ‘başarısız yıldız’ olarak nitelendiriliyor. Diğer yıldızlara göre oldukça küçük kalan WISE J062309.94−045624.6, bunun bir sonucu olarak nükleer füzyon gerçekleştirmek için yeterli yerçekimine de sahip değil. Sydney Üniversitesi’nde astronomi profesörü ve çalışmanın yazarlarından olan Tara Murphy, NYT’ye verdiği demeçte, “Kahverengi cüceler kütle ve sıcaklık bakımından yıldız ile gezegen arasında bir yerde kalıyor” diyor. Nükleer füzyon yapamayan kahverengi cüceler sönük kaldıkları için insan gözüyle görülmeleri de imkansızlaşıyor. Araştırmacılar bu çalışmayı yaparken geleneksel teleskoplar yerine Güney Afrika’daki MeerKat radyo teleskobu, Avustralya Teleskop Kompakt Dizisi ile Avustralya Kare Kilometre Dizilimi Yol Bulucu radyo teleskobundan gelen verilere güvendiler.
Ufak bir parantez açıp eklemekte fayda var. Şimdiye kadar bulunan en soğuk yıldız WISE J062309.94−045624.6 değil, bu unvanı daha önce keşfedilen başka bir kahverengi cüce olan WISE J085510.83-071442.5 taşıyor. Yine de bu keşif, yüzde 10’undan daha azının radyo dalgaları yaydığı bilinen kahverengi cücelerin farklı manyetik alanları hakkında yeni bilgiler sunabilir.
Batı Avustralya’nın ücra bir sahilinde kıyıya vuran devasa metal cisim bu hafta en çok konuşulan konulardan biri oldu. Yaklaşık 2,5 metre genişliğinde ve 3 metre uzunluğunda olan bu bakımsız cismin nereden geldiği yetkililer tarafından araştırılıyor. Polis, kimyasal analizi yapılan cismin güvenli olduğunu söylüyor. Yetkililer bu silindir görünümlü yapıyla ilgili olarak vatandaşlardan çıkarımlarda bulunmamalarını istese de internet kullanıcıları bu fırsatı tabii ki kaçırmadı. Tahmin edersiniz ki internette öne çıkan teorilerden biri cismin okyanustan değil de uzaydan geldiği yönünde. Reddit’te bir kullanıcı, silindirin Hindistan’ın Polar Uydu Fırlatma Aracı (PSLV) roketinin üçüncü aşama motor kasasına benzediğine dikkat çekerken, Hindistan Savunma Araştırma Kanadı da cismin kendilerine ait olduğunu iddia etti. Sosyal medyada PSLV’nin fırlatma öncesi görüntüsüyle karşılaştırılan cisim gerçekten de roketin bir parçası gibi duruyor. Avustralya Uzay Ajansı bu konuda henüz Hindistan’ı teyit eden bir açıklama yapmasa da cismin ‘yabancı bir uzay fırlatma aracına ait olmasının mümkün olduğunu’ dile getirdi.
Göz çevrenizden tutun da beyninize kadar tüm vücudunuzu gençleştiren özel kimyasallardan oluşan bir iksir kulağa fazlasıyla bilim kurgu gibi görünse de yakında gerçek olabilir. Biliyoruz, çeşitli mecralarda ’10 günde 10 kilo verdiren ilaç’ gibi ilanlardan dolayı böyle bir habere inanmak zor gelebilir ancak bu seferki iddia Harvard Tıp Fakültesi ile MIT’deki araştırmacılardan geliyor. Ekibin bu ay Aging dergisinde yayımlanan çalışmasına göre tehlikeli bir düzensiz hücre büyümesine neden olmadan hücrelerdeki yaşlanmayı tersine çevirebilecek ve onları ‘daha genç bir duruma getirebilecek’ altı tedavi belirlemişler.
Ekip, çalışma kapsamında hayvan hücrelerini ‘yeniden programladığı’ ve onları bir organizma içindeki herhangi bir hücre türüne dönüşebilen pluripotent kök hücrelerine çevirdiği bilinen molekülleri inceledi. Bilim insanları bu molekülleri, bir hücrenin çekirdeğindeki proteinlerin, içindeki jöle benzeri madde olan sitoplazmaya sızması ve çekirdeğe geri ‘aktarılamaması’ halinde meydana gelen ‘nükleositoplazmik bölümlenmenin bozulması’ olarak bilinen belli başlı yaşlanma belirtilerini gözlemleyebildikleri özel hücresel kültürler üzerinde test ettiler. Bu laboratuvar testlerinde hücre kimliğini değiştirmeden sadece dört günlük tedaviyle yaşlanmayı tersine çevirdiğini iddia ettikleri altı kimyasal bileşim elde ettiler.
Tabii çalışmayla ilgili bazı endişeler de yok değil. Araştırmanın büyük bir kısmı laboratuvar ortamında üretilmiş dokularda denenmiş ve belirtilene göre ekip henüz hayvanlar üzerinde deneyler yapmamış. Dolayısıyla insanlar üzerinde deneylerin de yakın zamanda olacağı düşünülmüyor. Projenin baş araştırmacısı David Sinclair, insanlar üzerinde deney yapmak için hazırlıkların devam ettiğini söylüyor ancak böyle bir tedavi gerçekten geliştirilse bile piyasaya sürülebilme ihtimali var mı? İnsan sağlığını bir kenara bırakalım, böyle bir tedavi tüm gezegenin demografisini, sosyal dinamiklerini ve çevresel etkileri büyük bir değişime uğratacaktır. Biz yine de gelişmelerin takipçisi olacağız.
Bir rivayete göre antik Zapotekler, Meksika’nın güneyindeki derin bir çukura karmaşık bir tünel ağı inşa etmiş ve bunun yeraltı dünyasının girişi olduğuna inanmış. Ancak İspanyol misyonerler, 15’inci yüzyılda inşa edilen Katolik San Pablo Kilisesi’nin altında kaldığı tahmin edilen bu girişi kapatmış. Tarihi anlatılarda da bu yeraltından sıkça bahsediliyor. 1674 yılında Francisco Burgoa adındaki Dominikli bir tarihçi, bir grup İspanyol misyonerin Mitla’daki çukuru fark ettiğini anlatır. Burgoa, “Ancak labirente indiklerinde çürük ve kötü bir koku duydular ve zeminin rutubeti ile ışıklarının sönmesine neden olan soğuk rüzgar, kat ettikleri kısacık mesafeyi geri tepip gün ışığına çıkmaya karar vermelerine sebep oldu ve bu cehennem kapısının tamamen duvarla örülmesini emrettiler” diye yazar. Anlayacağınız misyonerler, Zapoteklerin ‘dinlenme yeri’ olarak gördüğü bu tünel ağının tüm girişlerini mühürlemiş.
Yeni bir saha çalışmasında, bu alanın altında gerçekten de geçitlerden oluşan büyükçe bir ‘yeraltı labirenti’ olduğu teyit edildi. Ekip tünelleri antik bir kent olan Mitla’nın kalıntılarının altında buldu. M.Ö. altıncı yüzyılda Meksika’nın Oaxaca Vadisi’nde ortaya çıkan bir topluluk olan Zapotekler için dini bir merkez olan Mitla’nın çarpıcı yer üstü mozaikleri ve duvar resimleri yerli yerinde duruyor. Araştırmacılar yere nüfuz eden radar, elektrik özdirenç tomografisi ve sismik gürültü tomografisi gibi jeofizik tarama teknolojilerini kullanarak Mitla’nın yeraltı geçitlerinin 3 boyutlu bir modelini oluşturdu. Böylelikle arkeolojik alan bozulmadan kaldı. Yeni keşfedilen bu labirentteki odalar ve tüneller doğrudan antik Zapotek inançlarıyla bağlantılıydı. Bu bulgularda, yeraltındaki odalarda ölüler ve atalar kültüne uygun bir şekilde gerçekleştirilen ritüel ve törenlerin kolonyal anlatıları doğrular nitelikte olduğu görüldü.
NFT piyasasının başı büyük dertte. Blok zinciri ve metaverse hikayesinin yerini yapay zekanın almasıyla NFT’lere olan ilgi epey azaldı. Galaxy Research’ün yakın zamanda yayımladığı bir rapora göre, risk yatırımcılarının geçen yıl 8 milyar dolar yatırım yaptığı blok zinciri firmaları, bu yılın ikinci çeyreğinde ancak 2,3 milyarlık bir yatırım gördü. NFT Now, bunun kripto firmalarına yapılan risk yatırımlarının art arda beşinci düşüşü olduğunu belirtiyor. Bu düşüşün en somut örneği, merakla beklenen anime temalı Ether NFT koleksiyonunun bu ayın başlarında piyasaya sürüldüğünde fiyaskoyla karşılaşması oldu. NFT koleksiyoncusu MANI geçen hafta attığı bir tweette, “Halka açık satış, talep olmaması nedeniyle durduruldu. Son 20 dakika içinde OpenSea üzerinden sadece 5 NFT satıldı” diye yazdı. CryptoSlam, on binlerce alıcı ve satıcının hâlâ aktif olmasına rağmen küresel satış hacimlerinin son yılların en düşük seviyelerine ulaştığını söylüyor. Bir blok zinciri oyun şirketi olan Dapper Labs’ın CEO’su Roham Gharegozlou, geçen hafta 51 personeli işten çıkardığını duyurarak son bir yılda üçüncü kez işçi kıyımına gitti. Konuyla ilgili Google’da biraz araştırma yaparken iki gün önce çıkan bir haber gözüme takıldı. Zamanında 14 bin 969 EHT (46 milyon TL) değer biçilen tarihin ilk tweetinin NFT’si şimdilerde ancak 103 TL ediyormuş. Uzun lafın kısası imtiyaz sahibi olduğunuzu iddia etmekten başka elle tutulur bir değeri olmayan NFTlerin artık lafı geçmiyor.
GTA 5, 8 milyar dolarlık geliriyle tüm zamanların en çok satan oyunlarından biri oldu. Oyunun bu başarısı, GTA 6’yı doğal olarak en çok beklenen oyunlardan biri haline getiriyor. Hayranların GTA 6 ile ilgili çıkan her söylentinin üzerine atlaması ya da oyunun geliştiricisi Rockstar Games’in oyunla ilgili sızıntıları önlemeye çalışması da hiç şaşırtıcı değil. Tabii Rockstar genç bir hacker’ın dört gözle beklenen oyun için kendilerine şantaj yapmasını muhtemelen beklemiyordu.
Hikayemiz Lapsus$ adlı hacker grubunun bir üyesi olan 18 yaşındaki Arion Kurtaj’ın GTA 6 kaynak kodunu internette yayımlayıp Rockstar Games’e şantaj yapmasıyla başladı. Bu sızıntılarda oyunun farklı yerlerinden çeşitli görüntüler yer alıyordu. Kurtaj daha önce dev şirketleri hackleme girişiminde bulunmuştu, bunun en büyük örneklerinden biri de Uber’e özel bilgileri yayımlayarak yaklaşık 3 milyon dolarlık bir zarar vermesiydi. Kurtaj’ın İngiliz mobil ağ operatörü EE’ye 4 milyon dolar için şantaj yapan 17 yaşında bir suç ortağı daha var. Bu iki hacker, Lapsus$’un ‘önde gelen hacker’ları olarak tanınıyor.
Kurtaj, üç şantaj suçunun yanı sıra dolandırıcılık da dahil olmak üzere toplamda dokuz kusurlu davranışla suçlanıyor. Ne var ki bir grup psikiyatrist Kurtaj’ın mahkemeye çıkamayacak durumda olduğuna kanaat getirdi. Bu nedenle 18 yaşındaki genç mahkemeye çıkmayacak ancak jüri onun hack olaylarından sorumlu olup olmadığına karar verecek.