Bissaka’ya Demokratik Kongo’dan davet
Arsenal’ın İngiliz kalecisi Aaron Ramsdale, hikayesini kendi kalemiyle anlattı. Kariyer yolculuğu, Mikel Arteta, ailesi, eşiyle hayatının zirvesindeyken yaşadığı trajedi ve çok daha fazlası… 10Haber sizin için çevirdi.
Aaron Ramsdale, Arsenal’a transfer olduğunda bu hamle birçok kişi tarafından eleştirildi. O dönemler orta sahaya hamle ihtiyacı olan takım 24 milyon sterlin gibi azımsanmayacak bir parayı küme düşen bir takımın kalecisine yatırıyordu. Bu yatırımın ileride getireceklerini kestiremeyen pek çok yorumcu ve taraftar hem oyuncuya hem kulübe ağır sözler söyledi. Ramsdale’ın yolculuğunun bir peri masalına dönüşeceğini, Arsenal’ın Mikel Arteta yönetiminde küllerinden doğuş sürecinde kalede İngiliz’in olacağını kimse hayal edemiyordu.
Aaron, bu süreci, ailesini, ülkesindeki homofobi lanetini, eşiyle hayatının ve kariyerinin zirvesindeyken yaşadığı trajediyi, Arsenal’ı ve çok daha fazlasını Players Tribune’a yazdığı yazıda anlattı. 10Haber bu yazıyı sizin için çevirdi. İşte Arsenal’ın kalecisi Aaron Ramsdale’in kendi kaleminden hikayesi:İşte Arsenal’ın kalecisi Aaron Ramsdale’in kendi kaleminden hikayesi:
Bu yazılar genelde güzel bir hikayeyle başlıyor değil mi? Komik bir hikaye belki. İngilizce dersimi hatırlıyorum. Bir espri patlatayım gibi.
Peki, korkarım burada ufak bir problemimiz var.
Arsenal’a transfer olduğum günleri hatırlıyorum da diğer çocuklar gibi hikayelerim yok. Diğerlerine “Ah evet Wenger beni aradı” hikayeleri ya da taraftarların evleri önüne gelip isimleriyle şarkı söylemeleri gibi hikayelere sahip…
Benim hikayem mi? Dürüst olmam gerekirse mi? Haberler çıktığımda hatırladığım tek şey tüm dünyanın bana bir b*k olduğumu söylemesiydi.
Aslında pozitif bir yanı da vardı. İngiltere’nin Euro 2020 öncesi kampına davet edildim. Bu yazın bir parçası olmak harikaydı. Oradayken menajerim bana Arsenal’ın “ilgi” gösterdiğini söyledi. Modern futbolda bunun ne demek olduğunu anlayamazsınız. Fazla heyecanlanmamaya çalıştım.
“İlgi. Bu ne demek?” dedim.
O da “Bilmiyorum. İlgi işte” dedi.
“Yani benimle imzalamak mı istiyorlar?” dedim.
“Belki. Belki de hayır. İlgi var” diye cevapladı.
Ertesi gün kahve alırken Bukayo Saka’nın yanına gittim, o zamanlar kendisini çok tanımıyordum, aklımdan “Ona direkt soramam değil mi?” diye geçirdim.
Yani ne söylemem gerekirdi?
“Günaydın Bukayo. Nasılsın? Iıı. Acaba oynadığın kulübün bana bir ilgisi olup olmadığını biliyor musun?”
Saçmalık.
Yani evet, tam olarak böyle yaptım.
O da bana bunun gerçek olduğunu ve menajerin kendisini benim karakterimin nasıl olduğunu ve nasıl bir insan olduğumu öğrenmek için aradığını söyledi. Sanırım Bukayo ona iyi bir insan olduğumu söyledi çünkü birkaç gün sonra menajerim bana transferin gerçekleştiğini söyledi.
İnanılmaz. Arsenal Futbol Kulübü. Hayatımdaki en güzel günlerden biri. Arkadaşlarım bana mesaj atıyorlardı. Efsanesin. Efsanesin. Ailem bulutların üstündeydi. Daha ne kadar iyi olabilir ki?
Daha sonra antrenmandan döndüm, telefonumu elime aldım ve yanıyordu. Yani cidden ateş gibiydi. 100 kadar bildirim gördüm. O küçük kuş. Bip, Bip, Bip. “Neler oluyor?” diyordum. Instagram. Bip, Bip, Bip. Bir gün öncesine kadar günde 15-20 bildirim alıyordum (3’ü annemden oluyordu). Bip, Bip, Bip. Twitter’a girdim ve haberlerin düştüğünü gördüm ve dalga geçilip küçük düşürülüyordum.
@AaronRamsdale98 BURAYA GELME. SEN BİR (B*K EMOJİSİ)
İKİ KEZ DÜŞME? BERBAT TRANSFER.
24 MİLYON STERLİN??? MASTÜRBATÖR
Aralarında bir tane iyi olan vardı:
Kuzey Londra’ya hoş geldin Aaron.
Bip, Bip, Bip.
MASTÜRBATÖR, MASTÜRBATÖR, MASTÜRBATÖR
İlk şoku atlattıktan sonra “Tamam bu kadarı yeter” diye düşündüm. Bildirimleri açık bırakmak benim hatam. Bu sadece modern futbol. Sosyal medya toksik bir yer. Sadece birkaç troll değil mi? Endişelenme.
Odama gittim ve televizyonu açtım. Futbol rahatlamanın tek yolu. Sinirliydim. Eşime sorabilirsiniz. Ben futbol oynayan bir futbol fanatiğiyim. Arabadaysam futbol podcasti dinlerim. Evdeysem ve Georgina televizyonda kendi dizisini izliyorsa ben de kenarda iPad’imde o an Sky’da hangi futbol maçı varsa onu izliyorumdur.
Dolayısıyla o an yine Sky Sports News’ü açtım ve eski futbolcularla yorumcular Sky’da oturmuşlar başlarını sallayarak ortada fotoğrafı olan biri hakkında konuşuyorlardı. Evet benim fotoğrafımdı ve uzmanlar pek etkilenmiş gibi değillerdi.
“Kötü transfer. Arsenal için yetersiz”
“Çok para, bunu sevmedim”
“İki küme düşme? 24 milyon sterlin? Mastürbatör”
Hayır sonuncu şakaydı. Fakat konuşmanın genel tonu böyleydi. Benim en büyük hayranım olmadıkları kesindi. İdol olarak benimseyip büyürken izlediğin efsanelerin tüm ülke önünde sana çöp dediklerini görmek ilginçti. Bu beni cidden etkiledi. Saatler içinde bulutların üstünden yeryüzüne geri indim.
Televizyonu kapadım. Sosyal medyadaki tüm bildirimlerimi kapadım.
Neyse ki Avrupa Şampiyonası’ndan sonra durumlar biraz düzeldi. Hayalimdeki kulübe katılmak ve bu tecrübeyi yaşamaya başlamak için heyecanlanıyordum.
Arsenal. İnanılmaz. Yazılanları unut. Trolleri unut. Kutlama zamanı.
Arkadaşlarımı aradım. Efsaneler. Beni asla yarı yolda bırakmazlar, değil mi? Asla.
Arkadaşlarım evime geldiler ve ağızlarından çıkan ilk şey ne oldu dersiniz?..
“Vuuuuuf, insanların hakkında ne dediklerini gördün mü?”
“Hayır! Bilmek istemiyorum!”
“Dostum bazı fotoğraflar çok komik baksana”
Ah Tanrım.
Ne derler bilirsiniz, kaleci olmak için biraz deli olmanız gerekir. Fakat benim ailemde normal olan benim.
En büyük kardeşim Edward bir hapishane gardiyanı. Ortanca kardeşim Oliver West End’de oyuncu. Babam klasik eski tip babalardan. Kalecinin topu ayağında tuttuğu bu gösterişli modern Avrupa futbolunu beğenmiyor. Hayır, hayır, hayır. Hala Bay Arteta’yı arayacağını ve “TOPU 9 NUMARAYA DOĞRU VUR EVLAT” diyeceğini söylüyor.
İşte benim babam.
Annem, en evhamlımız. Hapishane gardiyanı olan abim eğer barda arkadaşlarıyla ise eve gidip kendisine mesaj atana kadar uyumaz. Hala “Evet anne evde yataktayım, seni seviyorum” mesajını almalı.
Ben en gençleriyim ve en az ilginç olanlarıyım. Ne zaman bana futbol hayalimin peşinden koştuğum için cesur deseler gülerim. Oliver ailemizin gerçek süper yıldızı. Bedford’a üniversite için gitmeden üç hafta önce ideallerini değiştirdiğini aileme söyledi. Beden eğitimi öğretmeni olmak istemiyordu. Gerçek hayalini kovalamak ve tiyatro okuluna gitmek istiyordu. Pılını pırtını topladı ve Londra’ya bambaşka bir hayalin peşinden koşmaya gitti.
Fakat bu, yaptığı en cesurca şey değil. Ona hayranlık duyma sebebim bu değil. Benim abim gay ve okula gittiğinden beri hayatını açık ve özgün bir şekilde yaşadı. Onun abim olduğunu söylemekten gurur duyuyorum. Bundan daha önce bahsetmemiştim ancak şu an futbolda olan şeyleri görünce belirtmem gerektiğini düşündüm. Oliver birçok açıdan benim gibi. O normal bir arkadaş. Futbolu seviyor. Arkadaşlarıyla şakalaşmayı seviyor. Topçuları seviyor. Benimle gurur duyuyor ve ben de onunla gurur duyuyorum.
Yıllar yılı soyunma odasında veya sosyal medyada homofobik aptalca şeyler duydukça dilimi ısırdım. Ve belki abim de öyle yaptı, bunun hayatı daha kolay bir yer yapacağını düşündü.
Eh, bu bugün bitiyor.
Bu kadar açık olmak kolay değildir ancak hiçbir zaman “doğru zaman” diye bir şey yoktur. Bu yazıyı yazmak için yaz başından beri uğraşıyorum ve ailem beni bu süreçte teşvik etti.
Eğer kendi hikayemi anlatıyorsam dümdüz anlatmalıyım.
Arsenal’la sözleşme imzaladığımda benimle alakalı söylenen şeylere katlanabilirdim. Ancak ailemi işin içine katan birkaç yorum çizgiyi aştı.
Kaleci olarak hepsini duydum. Benim hakkımda istediğinizi söyleyebilirsiniz, güler geçerim. Belki dönüp size cevap veririm. Ancak homofobi çizgisini aşar da nefret boyutuna varırsa bu yanlış olur.
Şimdiden yorumları duyar gibiyim.
“Kapa çeneni Ramsdale. Futbola odaklan adamım”
Fakat bu, futbolla ilgili. Futbol herkes içindir. Eğer buna katılmıyorsan belki de senin çeneni kapatıp aynaya bakman gerekir.
Ve dinle, çizgiyi aşmadan bana söylenebilecek çok şey var. Ben de herkes gibi futbol aşığıyım. Eğer kendi kulübüm benle imzalasaydı ben de eleştirel yaklaşırdım. Arsenal’a kadar kariyerim hep geri adımlarla doluydu.
Size kaç kez hata yaptığımı söyleyecek ilk kişi ben olurum.
15 yaşındayken, Bolton tarafından serbest bırakıldım çünkü neredeyse giydiğim formayı dolduramıyordum. O kadar küçüktüm ki sanki babamın kıyafetini giymiş gibi görünüyordum. Bölgedeki 5-6 kulübe daha gittim ve hepsi beni geri çevirdi.
Çok utanç vericiydi. Okulda konuştuğum tek şey futboldu ve nasıl bir kaleci olacağımı anlatırdım. İnanılmaz İngilizce öğretmenim Bay Kerr vardı. Sınıfta her konuyu futbola bağlamama izin veriyordu. Konuyu 10 dakika boyunca West Brom veya Chelsea’ye getirip ardından öğrendiğimiz şeye döndürüyordum. Serbest bırakıldığımda yıkıldım. Çünkü bu benim kimliğimin önemli bir parçasıydı. Bay Kerr eskisi kadar konuşmadığımı gördü. O kadar aşağılanmıştım ki arkadaşlarıma anlatmak dahi istemiyordum.
Kafamın içinde hayalim bitip gitmişti.
Bay Kerr bir gün beni kenara çekti ve sorunun ne olduğunu sordu. Anlattım. Samimi bir şekilde “Peki, ülkede kaç kulüp var? 80 civarı bir şeydir, değil mi? Birini bulacaksın. Pes etme. Asla hayalinden vazgeçme” dedi.
Birkaç hafta sonra Sheffield United akademilerine katılmama izin verdi. Keşke beni aldılar diyebilseydim ancak daha çok izin vermek gibiydi.
4 sene sonra kariyerimdeki ilk profesyonel maçıma Chesterfield için çıktım. Deplasmanda Accrington Stanley’ye karşı oynuyorduk. Ocak ayının ortasında. Zemin çamur banyosuydu, en azından hafızamda öyle. İkinci yarıda görüp görebileceğiniz en kötü kendi kalesine golü attım. 3-0 gerideydim ve bütün tribün “Hepsi senin hatan! Hepsi senin hatan” diye bağırıyordu.
O an 15 santimetre boyunda gibi hissediyorsunuz. Arkamı döndüğümü hatırlıyorum, League Two’da tribünler o kadar yakındır ki sanki taraftarla göz göze geliyor gibi olursunuz.
Sanki dönüp cevap vermemek garip kaçar çünkü o kadar yakınsınızdır. “Biliyor musun? Arkadaşlarımla beraber karnımda birkaç kadeh bir şeyle şu tribünde olsam ne güzel olurdu.”
Bir sonraki deplasmanda beni neyin beklediğini bilmiyordum ve taraftarlar sözlü olarak beni taciz etmeye başladılar. Ben de döndüm, aralarından birini seçtim ve ona arsız gıcık bir sırıtışla beraber el salladım.
Bütün tribün ihtiyar adama döndü ve kahkaha atmaya başladılar.
O an sanki omuzlarımdan bir yük kalktı.
Tüm maç, ne zaman oyun dursa döndüm ve küçük bir şaka yaptım. Eğer iyi bir şey yaptıysam tüm tribün gülüyordu. Eğer çuvalladıysam bana fırça atıyorlardı. Kulağa saçma gelebilir ancak bu, benim baskıyla başa çıkma yolumdu. Eğer League Two’daysanız hatta Championship’teyseniz insanların mahalleri için oynuyorsunuz. Chesterfield’la küme düştüğümüzde hatırlıyorum da tüm çalışanlar son maçın ardından evlerine karton kutularla gittiler. Bunun sadece filmlerde olduğunu sanıyordum. Şöyle düşündüğümü hatırlıyorum: Malzemeci, temizlikçi, biletçi… Sahada olanlar yüzünden işlerinden oldular.
Bu, gerçek hayat.
Bu çok, çok zor bir dersti ve öğrenmeye devam etmek zorundaydım. Profesyonel futboldaki ilk dört sezonumu 24. 20. 18. ve 20. sırada tamamladım. Geçen sezonki şampiyonluk yarışına kadar hiçbir kulüpte kupa için rekabet etmedim.
Belki de bu, mükemmelin altındaki herhangi bir şeyin hayallerinin sonu olduğunu düşünen çocuklar için akıllarında tutmaları gereken bir şey olabilir.
Doğru insan sana inandığında, ne kadar fazla çalıştığını gördüğünde ve takıma neler katabileceğini bildiğinde, karşı çıkanların ne söylediği önemli olmuyor. Mikel Arteta bende özel bir şey gördü ve hepsi buydu. Onunla ilk tanışmamı hatırlıyorum, bana “Sadece kendin ol” demişti.
Belki bazı insanlar bizim komik bir çift olduğumuzu söyleyebilir çünkü o inanılmaz derecede yaptığı işe bağlı ve ciddi. Bense şaka yapmayı seviyorum. Fakat her nasılsa bir şekilde işler yürüyor.
Bana açılarak oynamamı söylediğini hatırlıyorum ve çok daha agresif oynamamı istediğini. Ben de dediğini yapıp her antrenmanda daha açılarak daha da agresif oynadım.
Ve bana “Hayır hayır daha da açılarak” derdi.
Her gün, açılarak.
“Evet, evet. Hayır, açılarak”
Ben de şöyle düşünürdüm: Lanet olsun, orta saha çizgisindeyim, ne kadar açılabilirim ki?
Aslında harikaydı, çünkü bu kadar agresif oynarken biraz açığa çıkmış hissetmemle ilgili duygularımı açıklamama izin verdi ve bana 10, 20 kez kendi istediği şekilde oynayan farklı takım örnekleri gösterdi. Bazen “Lanet olsun patron, burada eski Barcelona’yı izliyoruz. Bunu yapabileceğimizden emin misin?” derdim.
Ancak yolun sonunda, üstüne fazla düşünmediğim bir orta noktaya geldik ve sonuçlar kendiliğinden gelmeye başladı.
Bir Çarşamba akşamı Lig Kupası’nda West Bromwich’e karşı çıktığım ilk maçı asla unutmayacağım. Hatırlıyorum da stadyumun köşesinde taraftarımız avazının çıktığı kadar tezahürat yapıyordu. “Tanrım umarım beni yuhalamazlar” diye düşünmüştüm.
Maçın ilk beş dakikasında neredeyse topa değmemiştim. Kurtarış yapmamıştım ve benim ismimle şarkı söylemeye başladılar.
Tüylerim diken diken oldu. Bir ara hepsini görmek için kalabalığa baktım. O an şunu anladım: Bunlar gerçek taraftar. Çarşamba akşamı West Brom’a geliyorlar. Evet internet sohbetlerinde birkaç salakla karşılaşıyorsunuz. Kimin umurunda? Gerçek taraftar senin arkanda.
İşte o an evimde hissettim.
Kuzey Londra’da geçen bu iki sene olağanüstüydü. Kesinlikle geçen sezon nihai hedefimize ulaşamadık ve bu hala canımı yakıyor. Ancak gösterdiğimiz gelişimi gördükçe gurur duyuyorum. Bir an olsun futbolcu şapkamı kenara bırakıp bu takıma dışarıdan baksam içerideki çocukların ne kadar mükemmel olduklarını görürüm.
2021-22 sezonunda ilk dördün dışında kaldığımız anı asla unutmuyorum. O an doğru yolda olduğumuzu anladım. Newcastle’a deplasmanda 2-0 kaybettiğimiz maçın ardından otobüste Bukayo’nun yanında oturuyordum. Herkes yıkılmıştı ancak akademiden arkadaş olan Bukayo ve Emile’in üzerinde ekstra baskı vardı. Maçın ardından soyunma odasında adeta yerdelerdi. Otobüse bindiğimizde Bukayo sessizdi. Kaybettikten sonra bile onunla konuşacak bir şeyimiz olurdu. Ancak bu sefer ölüm sessizliği vardı. Ben de yanımda oturmasına rağmen ona mesaj attım ve iyi olup olmadığını, konuşmak isteyip istemediğini sordum.
Beş dakika konuştuk ve konuşmanın çoğunu aramızda tutacağım. Fakat ona kendimin ne kadar hata yaptığımı hissettiğimi, onun 8.’likten 5.’liğe çıkış yolculuğunda özellikle Avrupa Şampiyonası finalinde kaçırdığı penaltı atışının ardından yaşadıklarından sonra yaptıklarının ne kadar gurur duyulası olduğunu anlattım.
O zamana kadar en fazla 18. olmuştum.
Herkesin kıçınızda dolaştığı ve her şeyin iyi gittiği zamanlardan ziyade hata yaptığınız anlarda çok daha fazla şey öğreniyorsunuz.
Evet geçen sezon şampiyonluğu kaçırdık ancak 8. sıradan 5’e daha sonra da 2’ye çıktık ve kulüpte yarattığımız kültürü de çok seviyorum. Gooner olmak için mükemmel bir zaman. Ve kişisel olarak takım arkadaşlarıma, menajerime, tüm ekibe ve taraftarlara geçen sezon arkamda oldukları için teşekkür ediyorum.
Korkarım işlerin ciddileştiği yer tam olarak burası.
Hayatımızda insanların fikirlerinin dahi olmadığı bazı şeyler oluyor, geçen sezon da ben ve ailem için duygusal açıdan inişli çıkışlı bir sezon oldu. Premier Lig’de zirvede olduğumuz ve benim ilk Dünya Kupası deneyimimi yaşadığım sırada eşimle ilk çocuğumuzu beklediğimizi öğrendik. Dünya Kupası’nda sonra Mikel bana tatil için ekstra izin verdi. Samimi şekilde hayatımızın en mutlu günleriydi. Ve evet… Bunu söylemenin kolay bir yolu yok ama insanların bilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum…
Eve dönüş uçağında, eşim düşük yaptı.
Şu an bile Londra’ya döndüğümüz bu 6 saatlik uçuşun ne kadar zor olduğunu açıklayamam. Eğer bunu yaşayan insanlar varsa yalnız olmadıklarını bilmelerini isterim. Döndüğümüzde birçok kişiye ne olduğunu anlatmadım. Sadece ailem, takım arkadaşlarım ve elbette Mikel öğrendi. Her konuda inanılmazdı. Şampiyonluk yarışının ortasında, kulüp olanca baskının altındayken bana olanlarla başa çıkabilmem için zamana ihtiyaç duyup duymadığımı sordu. Mikel, benim ve ailemin iyi olduğundan emin olmak için elinden gelenin fazlasını yaptı.
Benim için menajer, işte budur.
Her şeyi göz göze göremeyiz. Bazen futbol için gösterişli konuşmalar yaparız. Ancak o, oyuncularını çok önemsiyor ve bizim acımızı yaşadığımız günlerde yaptıklarıyla benim saygımı kazandı.
Üç gün sonra derbi maçında Tottenham’la oynuyorduk ve benim zihnimi boşaltmamın tek yolu oynamaktı. Futbol benim için her zaman kaçış oldu. Menajere oynamak istediğimi söyledim. Daha iyi bir akşam olamazdı. 2-0 kazandık ve deplasman tribünü olağanüstüydü. Maçı tekrar izlerseniz son düdükten sonra sevinçle topa vurduğumu görebilirsiniz. Sonra kalenin arkasından suyumu almaya gittim ve milyon yıl düşünsem aklıma gelmeyecek şekilde bir Tottenham taraftarı tarafından sırtıma tekme yedim.
İngiltere’nin dört bir yanındaki taraftarlarla acı sohbetlerim oldu. Aklınıza gelebilecek her şey bana dendi. Ancak kimse çizgiyi bu kadar aşmamıştı. Soyunma odasına döndüğümü hatırlıyorum da kutlama dahi yapamadan polise ifade vermeye gitmiştim.
Biliyor musunuz, bunu yapan kişi için üzülecektim neredeyse çünkü şöyle düşündüm: Eğer beni kişisel olarak tanıyor olsaydı ve şu an neyle mücadele ettiğimi biliyor olsaydı yaptığı şeyi yapmazdı. Bir gün karşılaşsak ve futbol konuşsak muhtemelen arkadaş oluruz.
İşte bu yüzden bu yazıyı yazmak, benim ve ailemin hikayesini anlatmak istedim. Son birkaç yılda futbolda fazlasıyla negatiflik ve toksiklik gördünüz. Sosyal medyada olsun, tribünlerde olsun insanlar bakış açılarını kaybettiler.
Bu yazıyı yazdıktan sonra üzülerek söylüyorum ki eşim ve kardeşimle alakalı mesajlar alacağım. Diğer oyuncular daha da kötü mesajlar alacaklar özellikle de siyahi takım arkadaşlarım. Bir sebepten ötürü sosyal medya şirketleri bunları engellemek için adım atmak istemiyorlar gibi görünüyor.
Fakat bana göre bu durdurmayla alakalı değil. Bu trollerle alakalı değil. Onlara ulaşamayacağımı biliyorum. Bence bu tamamen doğru olanın yanında olmakla alakalı.
Bu, nasıl bir insan ve nasıl bir baba olmak istememle alakalı.
Bu yaz ben ve Georgina alabileceğimiz en güzel hediyeyi aldık. Tekrar hamile olduğumuzu öğrendik. Yolda bir Gooner’ımız var ve biz bulutların üstündeyiz.
Baba olacağınızı öğrendiğinizde bu, geleceği düşünmenizi ve nasıl bir adam olmak istediğinizi düşünmenizi sağlıyor.
Benim için, elbette ligi kazanmak ve Kuzey Londra’yı kupayla gezmek isterim. Dünya Kupası. Şampiyonlar Ligi. Tüm bunların hayalini kuruyorum ancak bunların hepsi futbolla alakalı hayaller.
İnsan olarak, bir başka hayalim var.
Sevdiğim bu oyunun herkes için güvenli ve kucaklayıcı bir yer olmasını istiyorum. Kardeşim Ollie’nin -veya herhangi bir cinsiyet, ırk ya da dinden birinin- tacize uğrama korkusu olmadan maçlara gelmesini istiyorum.
Emirates Stadyumu’nda kupayı kaldırdığımızda kardeşimi de yanımda görmek istiyorum.
Troller o zaman bize ne diyebilirler ki? Hiçbir şey.
Seni seviyorum kardeşim,
Aaron