Vasat, heyecansız, sıradan: Efsane müzisyenler albümleri hakkında böyle düşünüyor
James Hetfield 60 yaşında. Metallica ile çıktığı yolculukta onlarca soruna rağmen yoluna devam edebilmeyi başardı. Kariyerine 11 stüdyo albüm sığdıran Hetfield, grubuyla birlikte 1991'de Moskova'da verdikleri konserde deyim yerindeyse demir perdeyi aralamıştı.
California sıcağında 3 Ağustos 1963 tarihinde Cynthia ve Virgil Hetflied çiftinin James Alan adını verecekleri oğulları dünyaya gelir. Üç çocuklu ailenin bu küçük bebeği ileride dünya müzik tarihinin en büyük isimlerinden biri haline gelecekti. Ancak tabii bunun için daha öncesinde aşması gereken pek çok dram bulunuyordu. ‘Fade to Black’ ve ‘Bleeding Me’ gibi şarkılardaki acılara benzer bir çocukluk dönemiyle karşı karşıyayız.
Hanımlar ve beyler karşınızda Metallica fenomeninin kurucusu James Hetfield. Annesi Cynthia kendi halinde, yerel bir opera sanatçısıydı. Babası ise uzun yol şoförü. Tırıyla Amerika Birleşik Devletleri’ni karış karış geziyordu. Baba Virgil, eşini, çocukları çok daha küçük yaştayken terk edip gitmişti. Cynthia, hayatın bu haksızlığına rağmen direndi ve yaşadı. Ancak ilerleyen yıllarda henüz 16 yaşındayken annesini kaybeden müzisyende bu kayıp büyük izler bırakacaıkt. Annesinin üyesi olduğu dindar topluluktaki kurallara göre tedavi göreeyn Cynthia, tedaviyi reddettiği için kısa sürede ve büyük acılarla hayatını kaybetmişti.
Annesi Cynthia’yı henüz 16 yaşındayken kaybeden James Hetfield için elbette bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.1970’lerde ilk gençlik yıllarını yaşayan müzisyen bu dönemde müziğe ilgi duymamıştı. İlk olarak bateriye merak salan müzisyen ardından gitarda karar kıldı. Bu dönemde en büyük ilhamı Aerosmith grubuydu. Zaten o yıllar İngiliz egemenliğindeki pop-rock dünyasına Amerikalıların Aeorsmith ile verdiği bir cevaptı aynı zamanda.
Depeche Mode, Wham ve U2… kökleri lisede atılan bu gruplara biri daha eklenecekti. Alman köklere sahip olan James Hetflied, lisede Danimarka’dan göç eden bir akranıyla tanışır. Bu akranı birlikte Metallica’yı kuracakları Lars Ulrich’ten başkası değildi. 1981’de California’da kurulan gruba ilk etapta Dave Mustaine ve Ron McGowney katılmıştı. Ancak Mustaine’in alkol problemleri daha yolun en başından sorun yaratmaya başlar. McGowney’nin bas gitarına bira döken Mustaine, grubun ilk büyük krizine neden olur. Kısa bir süre sonra da her ikisi gruptan ayrılır. Dave sonrasında Megadeth’i kuracaktı. Metallica yeni haliyle verdiği konserde aşağıdaki performansı sergileyecekti.
Daha başlangıçta iki üyesini kaybeden Metallica, o dönem kurulan yüzlerce grupla aynı kaderi mi paylaşacaktı? Belki de bu sevdadan vazgeçilmeliydi. James Hetfield babası gibi tır şoförü olabilirdi veya ona benzer bir iş. Tüm bunları düşününce iyi ki grupta kalan diğer iki üye pes etmemiş diyoruz. Çok geçmeden gruba iki yeni üye bulunur elektro gitarda Kirk Hammet, bas gitarda ise Cliff Burton grubun yeni üyeleri olmuştu. Taşlar yerine oturmuş gibiydi sanki. Grupta bir ahenk yakalanmıştı ve bu ortaya çıkan eserlere de yansıyordu. Grup o yıllarda ağırlığını hissettirmeye başlayan metal müziği yavaş yavaş başka bir boyuta taşıyacaktı. Devrin rock camiasında kalıplamış maço tavırlar, alkol ve uyuşturucu sorunları, taşkınlıklar, turne kazaları ve daha fazlasıyla Metallica, adeta oyunu kuralına göre oynayıp her şıkka bir tik atıyordu.
Dönemin pek çok müzisyeni gibi alkol sorunları yaşasa da James Hetfield’in kendisini bırakma lüksü yoktu. Bir şekilde ne olursa olsun hayata tutunmalıydı. Grup ne zaman sendelese elinden tutması gereken kişi oydu. Üstelik zor bir karakter olan Lars Ulrich’i de idare etmesi gerekkiyordu. Tabii kendi egosundan feragat etmeden. 1980’li yıllarda grup yüselmeye başlarken acı olaylar da peşi sıra geliyordu.
James Hetfield konser verdiği sırada yanlış yere konan hava fişeklerin patlaması sonucu ölüm tehlikesi atlatır. Kolunda ikinci derece yanıklar oluşur. Uzun bir süre gitar çalamaz ve grupte sadece vokaliyle var olur. Aynı dönemde Metallica için çok daha trajik bir hadise yaşanacaktır. 1986 yılında grubun basçısı Cliff Burton, içinde bulunduğu otobüsün İsveç’te kaza yapması sonucu hayatını kaybeder. Bu hadise grubu derin bir hüzne sürükleyecektir. Çok geçmeden Metallica’yya Jeson Newsted kaatılır. Genç ve başarılı basçı işini kotarmaktadır. Ancak yaşanan kayıp öyle büyüktür ki müzik otoriteleri de bu ölümü sadece Metallica’nın değil tüm müzik dünyasının trajedisi olarak nitelendirir. Ancak yine de gösteri devam etmeliydi.
Ölümün bıraktığı hüzün, alkol sorunları ve Lars Ulrich ile yaşadığı yer yer sert tartışmalar James Hetfield’i yıpratıyor ama yok etmiyordu. Öldürmeyen şey güçlendirir önermesinden de yola çıkacak olursak tüm bu yaşananların belki de müzisyenin daha iyi bir olgunlaşma dönemi yaşamasına vesile olduğunu söylemek mümkün. Elbette kuruluş yıllarında sendelese de grup daha oturaklı bir hal almaya başlıyordu bile. Bunu neye istinaden mi söylüyoruz? Tabii ki müzik tarihinin en özel albümlerinden biri olan ‘The Black Album’ü hesaba katarak. 12 Ağustos 1991’de 20. yüzyılın en özel kayıtlarından biri yayınladı. Bu kayıt Metallica’nın ilk dönem hayranlarının bazılarında büyük tepkiye hatta gruptan kopmaya dahi neden olmuştu. Kimileri ise albümü metal müziğe bir ihanet olarak görüyordu. Peki öyle miydi?
James Hetfield, yanan kolunu ve kırılan bacağını iyileştirip sahalara tüm görkemiyle döndüğünde ortaya çıkan bu albüm o dönem sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde 17 milyon adet satmıştı. Her şarkısı grubun tarihinde bir başyapıt olarak yerini alan ‘The Black Album’ aradan geçen 32 yılda her an dünyanın bir yerinde yankılanıyor. Tıpkı ‘Dark Side of the Moon’ gibi. Albümün yakaladığı bu başarı tarihi bir olaya daha vesile olacaktı. Black Tour kapsamında Metallica öyle bir yerde konser verilecekti ki dünyada yer yerinden oynayacaktı.
Albümün yayınlandığı yıl olan 1991 dünyada pek çok şeyin değiştiği bir dönemde. Gorbaçov önderliğindeki Sovyetler Birliği ayakta kalabilmek için bir takım reformlara imza atıyordu. Amaç ülkeyi dünyaya açmaktı. Müzik de bunun için iyi bir araçtı. Bir dönem dinlenmesi suç, albümlerini bulundurulması yasak olan Sovyetler’de şimdi değişimin parçası olarak Metallica sahnede olacaktı. Evet, daha önce Scorpions Moskova’da konser vermişti ama bir Alman ile bir Amerikalı grup siyaseten aynı kefeye konamazdı. James Hetfield ve arkadaşları 28 Eylül 1991’de tarihin en kalabalık ve coşkulu konserlerinden birine imza atmak için Moskova’daydı. Demir perde artık aralanmıştı. Amerikalı bir grup ilk kez Moskova’da konser veriyordu.
Konsere kimi tahminlere göre iki milyondan fazla kişi katılmıştı. Olabilir. Ancak sonrasında yarattığı etki çok daha büyük oldu. Politik açıdan keskin bir duruşu olmayan Metallica, olabilecek en politik olaya imza atmıştı. Queen’in 1986’daki Wembley Konseri gibi bu da unutulmazlar arasına girmişti. Ses getiren albümün turnesine devam eden Metallica’yı aksilikler de yalnız bırakmıyordu. Yanan ele, kırılan bacağa James Hetfield bir de kısılan sesini eklemişti. Turnede bir müzisyenin başına gelebilecek en kötü şeyle sınanan müziisyenin imdadına bir şancı yetişir ve kısa süreli bir şan eğitimi sonrası ses eski halini alır.
James Hetfield yaşadığı bu stresli anların ardından sesi konusunda hep daha ihtiyatlı oldu ve şancısından aldığı eğitim kasedini yanından hiç ayırmadı. Evet, bugün bile. 1991 tarihli albümün yakaladığı başarı beraberinde yeni bir sorunu getirmişti. Metallica artık zirvedeydi ve işin zor kısmı da şimdi başlıyordu. Zira hep zirvede kalmaları gerekiyordu. Yeni bir albüm için grubun hayranları beş yıl beklemek zorunda kaldı. Uyum sorunu, ilham konusunda yaşanan tıkanıklıklar, varoluşsal sancılar ve daha pek çok meselenin ardından alev alev yanan kapağıyla ‘Load’ geldi. Bizim toprakların deyimiyle bu, Metallica’nın en arabesk albümüydü. Acının, hüznün, kederin kol gezdiği albümdeki ‘Bleeding Me’ müzisyenin yaşantısına dair de bir şeyler barındırıyordu.
‘Load’ın hüzünlü ve bir o kadar sert sesinden iki yıl sonra Metallica ‘Garage Inc’ albümünü piyasaya sürer. James Hetfield, vokalinin sertlğini bu albümde de sürdürecekti. Albümde daha önce Metallica çalışmalarında eşine pek rastlamadığımız cover çalışmaları da yer alacaktı. ‘Whiskey in the Jar’, ‘Turn the Page’ ve ‘Tuesday’s Gone’ buram buram motorlu taşıt ve uzun yol kokan bu albümü tam da bu açıdan besliyordu. 1998 çıkışlı albümün kapağında grubun tüm üyeleri dört bir yanları motor yağına boyanmış biçimde karşımıza çıkıyordu. Metallica için şimdi köklere dönüp işin içine biraz da country müziği katma zaamanıydı. Ancak elbette kendi tarzlarıyla…
Albüm her şeyiyle bir uzun yol albümüydü. ‘Load’ albümünün turnesi sırasında babasını kaybeden James Hetfield, belki de arasının pek de iyi olmadığı Virgil Hetfield’e böyle bir selam göndermeyi uygun bulmuştu. Tır şoförü olan babası annesi ve kendisini terk ettiğinde küçük bir çocuk olan müzisyen babasıyla uzun süre sorunlu bir ilişki yaşamıştı. O halde Bob Seger tarafından yola dair yazılmış bir başyapıtın coverı başbaşa bırakalım sizi.
Metallica hayranları ‘Garage Inc’ sonrası yeni bir albüm için 2003 yılına kadar beklemeleri gerekecekti. Bu süre zarfında grup epeydir gün yüzüne çıkmayan sorunları yeniden yaşamaya başlamıştı. James Hetfield ile Jason Newsted arasındaki sürtüşme Metallica açısından tatsız bir biçimde sonlanacaktı. Grubun basçısı Newsted gruptan ayrıldı. Ancak anlaşma gereği de bir süre başka yerde çalamayacaktı. Etik ve insani tartışmalar tüm hızıyla devam ederken hayatta kalma refleksleri çok güçlü olan Metallica hemen yeni basçı arayışına koyuldu. Aranan kan Rob Trujillo’dan başkası değildi. Heybetli ama bir o kadar da sempatik görüntüsüyle Rob, gruba belli ki renk katacaktı.
Rob’un da katılımıyla “aziz öfke” artık ortaya çıkacaktı. 2003’te yayınlanan ‘St. Anger’ albümü grubun hayranları tarafından heyecanla karşılanmıştı. Grup üyeleri tarzlarını biraz değiştirmiş, zaman itibarıyla da olgunlaşmıştı. Ancak bu olgunluk sakinlik yerine daha sert bir hava katmıştı. Amerika’nın en belalı hapisanelerinden birinde albümle aynı adı taşıyan şarkının klibi bu yönüyle tam da Metallica’ya yakışan bir meydan okuma oldu.
Artık alışıla geldiği üzere beş yılda bir albüm yayınlama geleneği ‘St. Anger’ sonrası da devam edecekti. Yine James Hetfield’ın yazdığı şarkı sözlerinden oluşan ‘Death Magnetic’ 2008 yılında Metallica hayranlarıyla buluşur. Ancak pek de istediği etkiyi bırakamaz. Belki de zaman değimiştir ve rock ölüyordur. 2000’li yılların sonlarından itibaren bu soru daha yüksek sesle sorulmaya başlanmıştı. Üstelik Türkiye’de mor ve ötesi ile Duman gibi gruplar fırtınalar estirip Rock’n’Coke eğlence kültürüne damga vururken. Rock müzik ölmüyordu elbette. Ancak zamanın ruhuna dair yakalaması gereken bir şeyler de vardı elbette.
Bu kez sekiz yıllık bir aranın ardından 2016’da Metallica 10. stüdyo albümü ‘Hardwired… To Self-Destruct’ı yayınlar. Metallica’nın özünü yansıtan bu albüm için grup yeniden yollara düşer. Kalbine dokulunacak binlerce hayran vardır neticede. Üstelik Metallica değişen dünya şartlarında stadyumları doldurabilen bir avuç topluluktan biri olarka kalmıştı. Pek çok müzisyen 1980 ve 1990’ların o yüzbinlerce kişilik konserleri biraz geride kalmıştı. Ama Metallica onlardan biri değildi. Fakat yeni hit parça çıkarmakta eskisi gibi yürümüyordu işler. James Hetfield aradan geçen zamanda alkol sorunlarını çözmüş kendisini ailesine adamış birine dönüşmüştü. Eşi ve üç çocuğuyla birlikte San Francisco’da tam da Amerikan aile tipine uygun bir yaşam sürdüren müzisyen uzun soluklu konser maratonun ardından yeni bir albüm için kolları sıvamıştı.
60 yaşına gelen James Hetfield hayatının ilk 18 yılına ve bu 18 yılın 72 mevsimine dair bir şeyler söyleyecekti. Farkındayım yazı yeterince uzun oldu. Dolayısıyla Metallica’nın bu yıl yayınladığı ’72 Seasons’ hakkında ayrıntılı incelemeyi 10Haber’deki bu yazıya yönlendiriyorum. İyi ki doğdun James Hetfield. Müzik seninle daha güzel.