Alice Cadılar Diyarında!
Manu Larcenet, 'Sıradan Zaferler'de erkeklik, babalık, sanatçının insan halleri, işçi sınıfının öyküsü derken dört dörtlük bir grafik roman koyuyor okurun önüne. Karakarga Yayınları'ndan çıkan bu muhteşem eseri "Iskalamayın ve kitaplığınızda yer açın" derim.
30’lu yaşlarında, hafiften var oluş sorunları yaşamaya başlamış ve taşraya taşınmış bir fotoğrafçı… Marco, “Nereye gidiyoruz, ne yapıyoruz?” gibi sorularla meşgulken ‘Adolf’ adlı kedisinin tedavisi dolayısıyla tanıştığı Émilie adlı veterinere âşık olur ve birlikte yeni bir geleceğe yelken açmak isterler. Ne var ki bu gelecekte kız arkadaşının daha bir oturabilir çizgilerde bir ev, daha sonra da çocuk sahibi olma gibi istekleri vardır. Ve bunlar her daim yerleşik düzene sahip olma gerekçesini öne süren Marco için zor adımlar, zor kararlardır.
Öte yandan az-biraz hafıza sorunları yaşamaya başlayan babası, hâlâ buluştuklarında çocukluklarındaki şakaları sürekli yaptığı erkek kardeşi gibi unsurlar hayatındaki diğer köşe taşlarıdır. Bu arada çok uzun zamandır (yaklaşık sekiz yıl) gittiği terapistiyle de yollarını ayıran genç adam için, hayatında yeni bir noktas daha belirmiştir; evinin yakınlarındaki arazide sık sık karşısına çıkan ve ona hayat-doğa gibi konularda derin bir vizyonu olduğunu hissettiren gizemli bir yaşlı…
Marco bütün bu genel denklemler içinde yönünü bulmaya çalışırken geçmişte, kendi çocukluğunda ve gençliğinde kendisi için acı-tatlı anılar barındıran liman işçilerinin fotoğraflarını çeker ve bu karelerle mesleki açıdan çok önemsediği bir ustayla birlikte büyük bir serginin de hazırlıklarına girişir. Bu onun için hem bir hafıza tazeleme hem de bir vefa borcudur adeta…
Yakın bir zaman önce bu köşede son yapıtı ‘Thérapie de groupe’u (‘Grup Terapisi’) tanıttığım Manu Larcenet, söz konusu yazıda da belirttiğim gibi Fransız-Belçika ekolünün günümüzdeki en çarpıcı temsilcilerinden… 1969 doğumlu yazar-çizeri aslında daha bir tanınır, görünür kılan yapıtların başında yukarıda konusunu özetlediğim ‘Sıradan Zaferler’ (‘Le Combat Derniere’) geliyordu. Orijinali 2010’de basılan kitap, bizde de ilk kez 2016’da Karakarga Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılmış, büyük bir ilgi görmüş ve nihayetinde son baskısını (13. baskı) bu yılın nisan ayında yapmıştı.
İnsan “Bu sıra dışı ilginin kaynağında ne olabilir?” sorusunun cevabını kitabı okuduktan sonra kolaylıkla verebilir ya da bulabilir. Çünkü tam adıyla Emmanuel Larcenet, ana karakteri Marco eşliğinde günümüz çağdaş toplumlarında ‘erkek’ denen profilin belli bir yaş sınırlarına eriştiğinde yaşadıklarını, açmazlarını, aymazlıklarını, kaçışlarını, saklanmaya çalıştığı manzarayı son derece gerçekçi çizgiler (desen ya da tarz anlamında söylemiyorum!) ve metinlerle okurunu sunuyor.
Örneğin kız arkadaşı Émilie ondan ilişkilerini farklı bir aşamaya taşımalarını ve yeni bir düzene (ki bu düzen içinde bir çocuk da olacaktır) oturtmaları konusunda ısrarcı olurken, o var olan gidişatı sürdürmekten yana olduğunu deklare ediyor. Aslında Marco’nun bu ‘muhafazakârmış’ gibi görünen yapısının ardında kendi hayatındaki deneyimlerden yola çıkarak üstlenmekten kaçındığı ‘baba’lık fikri var. Kendi babasıyla olan ilişkileri, bu toplumsal yapının ona ve hepimize yüklediği zaman zaman ‘kutsallık’ çizgisinde dolaşan simgeler, ona hem bir hesaplaşma zemini yaratıyor hem de asıl olarak sorumluluklardan kaçma fırsatına kapı aralıyor gibi gözüküyor.
Manu Larcenet’nin kitabını neredeyse bir klasiğe ulaşma çizgisine taşıyan çerçeve de aslında birçok kişinin kendi hayat öykülerinde yaşadığı denklemlerden, açmazlardan beslenmesinin yanı sıra arka planında filizlenen ve hassas dokunuşlar içeren, ait olduğu coğrafyaya ilişkin hafıza tazeleme çabaları olmuş.
Çünkü Marco zamanla babasının Cezayir Savaşı’ndaki varlığından haberdar oluyor. Üstüne üstlük yan arazideki gizemli yaşlının da aynı zamanda Fransız tarihi için utanç dolu sayfalardan biri olarak gördüğü bu savaşta yer aldığını ve babasıyla yollarının kesiştiğini fark ediyor. Larcenet, söz konusu acılı ve utanılası döneme ilişkin hesaplaşmayı yapıtına koyduğu yan karakter vasıtasıyla ayakları yere basan bir perspektife sunmaya çabalıyor. Yazarın bakış açısına ne kadar saygı duyar ya da anlayışla karşılarsınız bilemem ama bu konudaki yaklaşımlarının tarihi yeniden okuma çizgisinde okura belli noktalarda farklı bir yaklaşım getirdiği muhakkak…
‘Sıradan Zaferler’in bir başka çarpıcı yanı da Marco’nun fotolarını çektiği liman işçileri üzerinden kayda değer bir ‘sınıfsal okumalar’a fırsat tanıması. Şimdiki zamanlarda eski ‘heybet’ini kaybeden bir topluluktur onlar.
Marco’nun onlara ilişkin karelerini görüp etkilenen ve kitap çıkarma fikrini ona açan yaşlı yayıncı Guy Payrac (çünkü o da bu sınıfa ait bir geçmişe, tecrübeye sahiptir) şöyle tespitlerde bulunur: “Sendikalara ya da partilere üye olmalarına bile gerek kalmaksızın o adamların arasında güçlü bir bağ olurdu. Belki de ağır işçiliğin getirisidir. Acıyla gelen haysiyet bunun kesin sebebi. İnsanların kırışıklıklarına yansıyan zor yaşam şartları ya da izleri de olabilir. Birbirlerini bu şekilde tanıyorlar. Lanetlilerin ortaklığı.”
Larcenet hem bu yayıncının görüşleri hem Marco’nun ana malzemesine dönüşen işçi portreleri hem de o sınıftan aile dostu Pablo eşliğinde çok geniş bir sınıf analizine soyunurken, liman emekçilerinin yaptıkları grevleri sayfalarına taşıyor ve onların çağdaş dünyada tutunamayış öyküsünü dillendiriyor. Tabii bütün bu süreçte Fransa’nın yeni bir politikacıyla, Nicolas Sarkozy’yle tanışmasını da aktarıyor.
‘Sıradan Zaferler’ Marco’nun kişisel problemleri, babalık kurumuyla hesaplaşması, siyasi arka plan derken dört ayrı dönemi anlatan dört ayrı kitabın toplandığı bir cilt. Ben Larcenet’nin ‘Grup Terapisi’ni de çok beğenmiştim ama orada Jean-Eudes de Cageot-Goujon adlı sanatçının yaratıcılık sorunları yaşama sürecinin izlerini takip ediyorduk. Sonuçta daha spesifik sularda gezinen bir çalışmaydı. Emre Yavuz’un çevirisiyle huzurlarımıza gelen ‘Sıradan Zaferler’ ise evet, yine bir sanatçıyı odağına alıyor ama bu kez karşılaşılan dertler yaratıcılıktan öte genel insanlık halleri; bu gezegenin tarihinde kısa bir süre yer alırken nereden nereye, nasıl, neden, ne şekilde gidiyoruz ya da gidiyor muyuz, gidebiliyor muyuz gibi meseleler ön planda.
Özetle “Bu muhteşem eseri ıskalamayınız, mutlaka okuyunuz” derim. Kitaplığımda bir süredir sessizce okuma sırasını bekliyordu, kısmet bugünlereymiş. Size de tüm içtenliğimle tavsiye ederim.