Beşiktaş için dönüm noktası, Fenerbahçe’nin olmazsa olmazı
Şampiyonluk hasretini bu sezon bitirmek için kararlı gözüken Fenerbahçe, ligin ‘Apertura’ kısmında emin adımlarla yürümeye devam ediyor. Bu sezon oynadığı 12 resmi mücadeleden galip ayrılan Sarı-Lacivertliler, dün Başakşehir'i farklı geçtiler.
Hasreti bu sezon bitirmek için kararlı gözüken Fenerbahçe, ligin ‘Apertura’ kısmında emin adımlarla yürümeye devam ediyor. Bu sezon oynadığı 12 resmi mücadeleden galip ayrılan Sarı-Lacivertliler, dün üçüncü haftaya ait erteleme maçı dolayısıyla Rams Başakşehir’i evinde ağırladı. Bir önceki randevusunda sahasında Galatasaray’a 2-1 mağlup olan konuk ekip, malum yıllardır “İstanbul’un Büyükleri” için her yeni karşılaşma öncesi zorlu bir viraj olmuştur. Lakin müzesinde bir de ‘Süper Lig’ şampiyonluğu bulunan ‘Turuncular’ için bu sezon felaket başlamıştı, görünen o ki aynı tablo sürüyor ve pek de ‘zorlu bir viraj’ görüntüsü sunamıyorlar. Gerçi Kadıköy’deki ‘erteleme’ buluşmasına eksik kadroyla çıktılar fakat yine de eski ‘tehlikeli takım’ kimliğini yeniden bulmaları zaman alacak gibi…
Lakin dünkü maçı onların kötülüğünden ya da zayıflığından ziyade Fenerbahçe’nin iştahı üzerinden okumak lazım; şöyle ki İsmail Kartal’ın öğrencileri mücadeleye baskılı, oyunu hemen rakip ceza sahasına yıkarak ve bir an önce golü bulma sevdasıyla başladı. Seyircinin de yarattığı boğucu atmosferde Başakşehir’in gardı çabuk düştü. Beşinci dakikada adeta rakiple duvar pası yaparak önünde bulduğu topu kavisli bir vuruşla ağlara yollayan Alexander Djiku perdeye açan isimdi. 10’da Duarte’nin kendi kalesini yoklaması, 20’de Szymanski derken fark açıldıkça açılmıştı.
Ligdeki kötü başlangıç sonrası kulübeyi Emre Belözoğlu’ndan devralan Çağdaş Atan, kanı durdurmak üzere iki değişikliğe gitti ve 31’de Pelkas’la Piatek’i kenara alıp yerlerine Figueiredo ve Keny’yi sahaya sürdü. Bu, çaresizliğe çözüm arama görüntüsündeki hamlelerden evet belki Yunan orta sahayı kulübeye çekmek doğruydu ama Leh forvetin sahadaki kötü oyunda pek de suçu yok gibiydi, nitekim o da protesto babında direkt soyunma odasının yolunu tuttu.
Değişiklikler tabii ki Sarı-Lacivertlilerin hızını kesmedi, sadece kimi son vuruş eksiklikleri farkın daha da açılmasını önledi.
İkinci devrede de görüntü ilkinin aynıydı, Kartal’ın öğrencileri yüklenmeye, Atan’ın takımı ise bir-iki kontrayla en azından ‘şeref sayısı’nı bulmaya çabaladı. Maçı baştan sona domine eden Fenerbahçe, Tadic’in isabetli uzun pasının ardından Batshuayi’nin adeta “Buyur, boş kaleye yuvarla” şeklindeki asist servisi sonucu Szymanski’nin ikinci kez ağları görmesiyle farkı da dörde çıkardı. Bu gol aynı zamanda skoru da resmileştiriyordu.
Böylece Kanarya bir dönemeci de adeta kalesinde hiçbir tehlike görmeksizin, kolayca aştı. Bu noktada bir parantez açayım: Piatek’in yerine oyuna giren Keny, iki kez ‘tehlikemsi’ oldu ama o hantal yapısıyla Sarı-Lacivertli savunmanın dişlileri arasında eriyip gitti, bu arada günümüz modern futbolunda bu kadar ağır forvet profili de ilginç tabii ki. Bir de yıldız oyuncu olarak sürekli ön plana çıkarılan Berkay Özcan dünkü dökülen Başakşehir’in en kötülerindendi, en basitinden aldığı toplarda çevre kontrolü yapmaktan bile acizdi.
Ev sahibi adına belki Dzeko’nun böylesine baskın bir oyun şablonunda gol kaydedememesi (ki uygun fırsatları buldu) onun adına küçük bir moral bozukluğu yaratmış olabilir ama önemli olan takımının galibiyetiydi ve bu başarıldı. Fenerbahçe ‘altıda altı’yla ligin zirvesinde (bizim çocukluğumuzda ve gençliğimizde gişede ilgi gören filmlerin afişlerinin yanına ‘bilmem kaçıncı zafer haftası’ diye bir ibare eklenirdi, dünkü mücadelenin ardından da ‘Altıncı zafer haftası’ diyebiliriz). Üstelik ‘uğursuz’ addedilen ‘13’ sayısı da dün itibariyle Sarı-Lacivertlilerin doludizgin gidişine ve iştahına engel olamadı!
Elbette her şey için çok erken ama görünen köy ‘İkili bir zirve yarışı’ diyor hepimize. Şimdilik önümüze gelen tabloda araya girecek bir takım yok.
Fenerbahçe-Galatasaray ikilisi bu sezonu domine edecekler ve ipi göğüsleyecek olan takımı aralarındaki maçlar belirleyecek sanki. Ama bu türden bir rekabeti daha da ilginç kılacak olası formülün ‘Play-off’ türü bir garabet olmadığı kesin.
Ülkedeki ekonomik zorlukları, vatandaşın üzerine binen yükleri futbolun cazibesiyle bir nebze hafifletmeye çalışan sistemin “Daha fazla maç seyretsinler ki gündelik hayatın zorluklarından bu yolla uzaklaşsınlar” türü bir hamlesi gibi bir süredir sahaya sürülen bu seçeneğin, mantık açısından da sıkıştırılmış maç trafiğinde pek yeri yok. Ayrıca ne kadar çok para kazanırlarsa kazansınlar futbolcular da nihayetinde insan ve de bu oyunun emekçileri. Naifçe bir ifadeyle belirteyim; onları bu türden bıktırıcı noktalara sürüklememek gerek. Gerçi dün Futbol Federasyonu bu sezon için böyle bir durumun söz konusu olmadığını belirtti ama ben yine de gelecek sezonlar için şimdiden “Play-off’a hayır” şeklindeki itirazımı yapayım. Bu lige bu kadar takım zaten fazla, sayının düşürülmesiyle birlikte oyunun kalitesinin ve o meşhur ifadesiyle ‘marka değeri’nin de artacağı aşikâr. Lütfen oyunun ayarlarıyla oynamayalım, o klişe deyimiyle ‘Hak eden, süregelen bu format dahilinde kazansın.’ Bugün ve daima…