Dizicinin Rehberi – Dilek Taşı: Hodri meydan!
Televizyonda yeni sezonun ilgi gören dizilerinden 'Dilek Taşı', Dizicinin Rehberi'nin odağında. Dün akşam yayınlanan dördüncü bölümde yaşananlardan başladık anlatmaya sonra da bir 'flashback'le ilk üç bölümde yaşananları özetledik.
Sezonun ilgi gören dizilerinden ‘Dilek Taşı’ 12 Eylül darbesinden birkaç gün önce başlayıp darbeden devam ederek seyirciyi 1980 Türkiye’sine götürüyor. Aslında bu tür bir diziye aşinalığımız var. ‘Hatırla Sevgili’, ‘Çemberimde Gül Oya’, ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’, ‘Seksenler’ ile devam eden bir damarın son örneği. Ki ‘Dilek Taşı’ da özlenen bu tadı yakalama imkânı sunduğu için belki de ilgi görüyor.
Şimdilik dört bölümü yayınlanmış olan ‘Dilek Taşı’nın ana karakterlerinden Mustafa (Salih Bademci) bir cinayet işlediği düşünüldüğü için hapse atılır. Eşi öldüğü için ardında küçük kızı Cemre’yi (Lena Naz Kalaycı) bırakır. Yetimhaneye gönderilen Cemre, zengin bir aile tarafından evlat edinilir. Bu zengin aile Ronalardır ve Cemre’yi evlat edinmelerinin sebebi, evin küçük çocuğunun hastalığına çare olmasıdır. Ronaların hizmetçilerinden Figen (Hazal Subaşı), Cemre’nin o evde sığındığı tek limanken hapisten firar eden Mustafa’nın da kızıyla arasındaki tek köprüdür.
Dün akşam yayınlanan bölümde Dilek Taşı’na gitmek için Cemre’yle yollara düşen Mustafa, askerlere görünmemeye çalışır. Bu yolculuklarını da Cemre için bir oyuna dönüştürür. Lunaparka saklanmalarıyla birlikte normalde oldukça gergin ve olabilecek bu deneyim Cemre için babasıyla geçirdiği unutulmaz bir masala dönüşür. (Çocuk gelişimciler muhtemelen ekranı alkışladı.)
İlerleyen zamanlarda anlarız ki tıpkı Mustafa’nın Cemre’ye tehlikeyi hissettirmemeye çalışması gibi Cemre de babasının tehlikede olduğunu bildiğini belli etmemeye çalışır. Ronaldinho’yla ilgili sosyal medyada dönen söylence gelir aklımıza. (Babası, çıplak ayakla oynarsa topu daha iyi kontrol edebileceğini söylediğinde Ronaldinho, babasının parasızlığın getirdiği çaresizlikten bunu söylediğini sezmiştir.)
Mustafa ve Cemre, Figen’le Dilek Taşı’nda buluşur. O sırada yanlarına polis gelir ve üçü de aileymiş gibi davranır. Bu küçük âna ek olarak Figen’in nişanı attığını Mustafa’nın öğrenmesi ve Mustafa’nın Figen’e teşekkür mahiyetinde ufak bir hediye vermesiyle artık bir şeylerin filizleneceğini biliriz.
Figen artık nişanlısı Kenan (Ozan Dolunay) ve köşkün zengin kızı Sevda (Elif Doğan) arasındaki çekimin iyice farkına varır ve nişanı bozar. Bir yıl öncesine gidip Figen ve Kenan’ın flört dönemine tanık olduğumuzda görürüz ki Kenan’ın gözü o zamandan beri dışarıdadır. O gün bugündür değişmeyen Kenan evlilikten kurtuluş yolu arıyorken sonunda Figen’in nişanı bozmasına sevinmek yerine kendini affettirmeye çalışmakla ne yapmak, nereye varmak istemektedir?
İki klişeye varmak istemekteymiş beyefendi. Evlenmek istemez, ama Figen de tam evlenilecek kız olduğundan onu bırakmak da istemez. Tek elimizin parmak uçlarını birleştirip elimizi yukarı döndürmek suretiyle sorarız: Yahu, evlenmek istemiyorsan evlenilecek kızın turşunu mu kuracaksın? Kuracaksan limon mu yoksa sirke mi kullanacaksın? Hemen tarif istiyoruz. Figen ve Sevda arasında kalmasını “Sevmek suç mu kardeşim?” diye savunan Kenan’a cevabımız; sevmek suç değil de herkesi idare etmeye çalışmak gönül suçu be kardeşim. (‘Sadakatsiz’ Volkan’ın akıl hocalarını da biliyoruz artık.)
İkinci sebep olarak Kenan’ın bu hallerinin altından yine baba meselesi çıkar. Figen’e evlenmekten neden korktuğunu anlatır. Gördükleri aile modellerinin farklarından, annesinin çektiklerinden, çocuk olarak çaresiz hissettiğinden bahseder. Evlenince babası gibi hovarda olmaktan korkar. (O yüzden nişanlıyken babası gibi olmaya karar vermiştir herhalde.) Kenan’ın hikâyesi özelinde bu üzücü bir çocukluksa da ekranda bu ıssız adamlara doyduğumuzdan pek empati kuramayız.
Mustafa iş bulmak için amele pazarına gider ve bir inşaatta işçi olarak çalışmaya başlar. Sahne geçişleri bilindik bir temada ama özenle kurgulanmıştır. Bir sahne canı çıkarak çalışan işçileri, diğer sahne ajans etkinliğinde iki dirhem bir çekirdek sohbet edenleri görürüz. Bu döngü dönemin ikiliğini vurgulamak açısından yerinde olmuştur. Molada soğan, domates, zeytin ve yarım ekmekten oluşan yemeklerini yerler. (O dönem ekmeklerin daha büyük olduğu bilgisine rağmen elbette fiziki iş için yeterli değildir.) Mustafa’nın inşaattan arkadaşı Ferhat bu azıcık azığını çocuklarına götürmek için saklar, yemez. Mustafa da kendi ekmeğini onunla paylaşır. “Ekmeğimi bölüm de yedim” yankılanır kulaklarımızda. Yine zıt sahnelerle yapılan vurguda, Figen’i ajans etkinliği sırasında israf edilmiş yemeklere üzülürken görürüz.
Figen ve Sevda arasındaki bir husumeti, geçmişe yolculukla öğreniriz. Okuldaki şenlikte şarkı söyleyen çocuktan hem Figen hem Sevda hoşlanmıştır. Bu kişisel meseleye, Sevda’nın dedesinin hep Figen’i kollaması tuz biber olur. Evin hizmetçisini Sevda’yla bir tuttuğu ve Sevda’yı hep Figen’le kıyasladığı için dedesine kırgındır. Ancak asıl travmayı, boğulmak üzerelerken dedesinin önce Figen’i kurtarmasıyla yaşamıştır. Dede Harun Rona (Ahmet Mark Somers) vicdanlı ve âdil tek Rona’dır. Figen’e sınıf ayrımını hissettirmemek için onu torunundan ayırmaması takdire şayan. Ancak Harun, öğretmenlerin sınıfta torpil yaptıkları sanılmasın diye kendi çocuklarını daha çok azarlaması sendromuna yakalanmıştır. Figen’de yara açmamak için Sevda’da açmıştır, istemeden.
Harun, oğlu Aras’a da (Teoman Kumbaracıbaşı) ayar verir, yediği naneleri bildiğini, ayrıca torunu Sinan’ın (Ömer Toprak Yılmaz) sağlığı için Cemre’yi harcamayacağını söyler. Bu köşkün tıpkı Figen gibi Cemre’ye de zehir olacağından korkup sosyal hizmet yetkilisinin Cemre’yi götürmesinin daha hayırlı olduğunu söyler. Aras da tıpkı kızı Sevda gibi yılların birikmişliğiyle o soruyu sorar: “Senin için her şey ailenden önce gelir değil mi?” Kıssadan hisse: İyi bir insan olmak her zaman bir eş ya da ebeveyn olmak için yeterli olmayabiliyor. Harun’un ailesini ihmali mi onların bu bencil karakterlerine sebep olmuştur yoksa Harun sadece ailesi bakımından şanssız biri midir, sorgularız. Yine de niyetine sağlık koca yürekli adam.
Harun’un eşi Macide (Perihan Savaş) ve gelini Rüçhan (Özge Özberk), Sinan’ın hastalığına çare olması için Sinan’la Cemre’yi İsviçre’ye götürme planlarını Harun’dan gizli harekete sokar. Mustafa, arabayla götürülürken Cemre’yi görür ve peşinden koşar; yetişemez. Bölüm burada biterken gelecek hafta çocuklara ne olacağını, Mustafa’nın yurtdışına kaçmak için gereken parayı nasıl bulacağını merak ederiz. Mustafa’yı en başından bu duruma sokan acil para ihtiyacı, onu ikinci bir belaya sokacak gibidir.
* Bölümün teması karşıtlıklardır. Apolitik karakterler, sağ-sol çatışması sahnelerini yumuşatmak yerine ikiliği perçinlemiştir. Zengin-fakir karşıtlığını en net gördüğümüz bölüm de yine buydu. Ronalar ve Mustafa üzerinden giden bu karşıtlık, bu bölüm Mustafa’nın inşaattaki arkadaşı aracılığıyla aklımıza kazındı. Zenginlik meselesi bir de iyi zengin-kötü zengin ayrımıyla işlendi. İyi biri olma mücadelesini Ronalar içinde tek başına sırtlayan makbul zengin Harun ve sevimsiz zengin ailesi. Figen ve Sevda üzerinden, ama Kenan’ın cinsiyetçi bakış açısıyla evlenilecek-eğlenilecek kadın karşıtlığı, ayrı dünyalar temasının bir başka ayağıydı.
* Zamanda geriye dönüşler sayesinde bölüm dinamik geçti ve karakterler derinleşti. 1979’da iki koldan gelen ülkücülerle devrimcilerin üniversite önünde birbirine girdiği sahne de dizinin toplumsallığının tutunduğu bir dal oldu.
* Mustafa’nın kendini gizlemedeki umursamazlığına anlam veremiyoruz hâlâ. Kaçtığı zannedilen Hüseyin’in kimliğine bürüneceği tahminimiz hepten boş çıktı. Hadi Don Draper el; ‘7. Koğuştaki Mucize’nin Memo’sundan örnek alaydın bari Mustafa.
* Figen’i durgun, mesafeli ve ağırbaşlı karakteriyle sevdik. Ancak ana karakterlerden biri olduğundan daha renkli taraflarını görmek isteriz. Mustafa ve Cemre hikâyesi olmasa merak edilecek tarafı yoktur. Gerçek hayat bağlamında değil, dizi bağlamında sıkıcı bir karakterdir.
* 12 Eylül sonrasında sokağa çıkma yasağı bitse de askerler firarileri aramaya devam etmektedir. Ancak bu noktadan sonra muhtemeldir ki (döneme paralel olarak ve Mustafa’nın özünde siyasi gayeleri olmayan bir karakter olmasından sebep) dizide toplumsal tema düşüşe geçecektir. Dizi Cemre’yi Mustafa mı alacak Ronalar mı sorusu etrafında dönecek, Mustafa ve Figen aşkı filizlenecek, köşkteki karakterlerin arasındaki çatışmalar artacaktır. Kenan’ın bu denklemde nasıl bir yeri olacak, dizinin gidişatına nasıl etki edecek onu da merak ederiz zira kızsak da en renkli ve merak uyandıran karakterdir.
* Birbirlerine kardeş edilmiş Cemre ve Sinan’ın birbirlerine âşık edilmeye çalışılması oldukça tuhaf ve rahatsız edici. İlk bölümde boşluklarına gelmiştir diye düşünmek istesek de dördüncü bölümdeyiz ve bunda ısrar edileceği belli oldu.
* Cemre’yle lunaparkta saklanırken Mustafa’nın anlattığı ‘masal’dan yürek burkan cümleler de kaldı aklımızda: “Aynı havayı solusalar da, aynı güneş ısıtsa da onları, aynı ağacın gölgesinde dinlenseler de, aynı türkülere ağlayıp aynı şiirlere gönül verseler de kıymışlar birbirlerine çocuklar…”
Mustafa (Salih Bademci), ailesiyle mutlu mesut yaşayan bir fabrika işçisidir. Türk dizisi olmanın gereği olarak mutluluklarına elbet bir gün düşecek olan gölge, bu aile için eşinin hastalığıdır. Sayılı günleri kalan eşinin iyileşmesinin tek yolu ameliyattır. Bu sebeple Mustafa, hakkı olan tazminatı patronundan istemeye gider. Patron kabul etmeyince Mustafa parayı zorla almaya kalkarken patronunu yanlışlıkla ağır yaralar. Mustafa paralarla birlikte oradan uzaklaşırken patronun öldüğünü öğrenir. Eve dönünce eşinin cansız bedeni ve minik kızı Cemre’nin (Lena Naz Kalaycı) çaresizliğiyle karşılaşır. Ardından polis tarafından götürülür. Götürülürken minik Cemre’yle yaşadıkları veda sahnesi, izleyiciye ihtiyacı olan dram dozunu verirken sektörün de gözyaşı stokunu doldurur.
Bir başka ailemiz, dönemin zenginlerindendir ve elbette oldukça sevimsizdirler. Karşınızda ‘Rona Köşkü’. (Biz özeliz diye bağıran bir soyadları olmasına şaşırmadınız herhalde?) Oğlunun çekirdek ailesiyle yaşayan ve gelininden hazzetmeyen otoriter babaanne eksiği de Macide’yle (Perihan Savaş) dolar. Macide, küçük torunu Sinan’ın (Ömer Toprak Yılmaz) hastalığından ötürü gelini Rüçhan’a (Özge Özberk) katlanır.
Aile bu hastalığa çare olabilmesi için eczaneden ilaç alır gibi kimsesizler yurdundan bir çocuk evlat edinir. Bu çocuk, Mustafa hapse girdikten sonra geride bıraktığı Cemre’dir. Ronalarda Cemre’nin sevdiği tek yetişkin, hizmetçilerin kızı ve de diğer başrolümüz olan Figen’dir (Hazal Subaşı). Figen doğal, rahat, şefkatli tavırlarıyla Cemre’nin kalbini, Hazal Subaşı’ysa rolünün hakkını vererek izleyicinin onayını kazanmıştır. Figen’in başındaki dertse annesi Asuman’ın (Çiçek Dilligil) dilinden kurtulmak için nişanlısı Kenan’la (Ozan Dolunay) evlenmesi gerekliliğidir.
Cemre’nin Ronalara evlatlık gitmesi, ana karakterlerimiz Mustafa’yla Figen’in yollarını kesiştirir. Figen, Cemre’nin güvendiği tek isim olmanın bedelini üzerine büyük bir sorumluluk almakla öder: Nihai cezasını almadan önce Mustafa’yla kızını görüştürmelidir. Bu sırada Mustafa hapiste şişlenir. Hızır gibi yetişen Yılmaz karakteri (Taner Cindoruk), Mustafa’nın can güvenliğini sağlama almak için onu siyasi koğuşa aldırır. Dizinin sonunda 12 Eylül 1980 darbesi gerçekleşir. Mahkûmlar için bunun önemi malum. Figen için önemiyse Mustafa’yla Cemre’yi bir araya getiremeyecek olmasıdır.
Darbe atmosferiyle başlıyoruz. Mahkûmlar asılma ihtimaliyle avluda beklerken yaşanan itiş kakış, mahkûm Hüseyin’in (Ziver Armağan Açıl) darağacına çıkarılmasıyla sonuçlanır. Hapishane müdüründen o meşhur yürek yakan sözü duyarız: “Asmayalım da besleyelim mi?”
Hüseyin asılmaktan kurtulur fakat grupça at dışkısı içindeki Atyaşamaz koğuşuna kapatılırlar. Hüseyin sabah yaşadığı stresin üzerine bir de bunun eklenmesine dayanamayıp gardiyanlardan birine saldırınca mahkûmlarla gardiyanlar arasında kavga başlar. Mustafa arkadaşının perişanlığına dayanamaz ve duvar yazısı olabilecek nitelikte “Madem zulüm size meşru, isyan da bize haktır!” diye haykırarak sağcıların da katıldığı bir isyan başlatır.
Hapishane müdürü iki grubun da elebaşlarının Diyarbakır Cezaevi’ne sürülmesine karar verir. Orada maruz kalacakları işkence türlerini soğukkanlılıkla anlatır. Pek dikkat çekmeyen ama en tüyler ürpertici sahnedir aslında (ve bunları gerçekten yaşayanlar için ziyadesiyle tetikleyici). Siyasi mahkûmların o dönemde yaşadığı şiddetin çok azı ekrana yansıdığı halde izleyiciler olarak bu denli etkilendiysek bunu, dahasını araştırmak için bir davet olarak algılayabiliriz. Dönüp dolaşıp gelinen açmazsa şu: Şiddet sahneleri farkındalık mı yaratıyor yoksa şiddeti içselleştirmemize, en iyi ihtimalle duyarsızlaşmamıza mı sebep oluyor?
Mahkûmları Diyarbakır’a götüren aracın devrilmesiyle Mustafa ve Hüseyin kaçar. Firarilerimiz, Hüseyin’in bir zamanlar ailesiyle yaşadığı eve sığınır. Mustafa ve sağlık durumu iyice ağırlaşan Hüseyin çatıda dertleşirlerken polisler gelir. Zaten öleceğini bilen ve Mustafa’nın kızına kavuşmasını canı gönülden isteyen Hüseyin teslim olur. “Ben Mustafa Yılmaz. Ve bu ismi bir daha asla unutamayacaksınız,” diye haykırarak çatıdan atlayıp ölen Hüseyin’i unutursak kalbimiz kurusun. Mustafa artık hayatına Don Draper kimlikli Dick Whitman gibi mi devam edecektir?
Üç silahşorumuz Mustafa, Cemre ve Figen köşkün bahçesinde bir kulübeye saklanır. Figen, Mustafa’yı iyileştirebilmek ve Cemre’yle babasının görüşmelerini idare edebilmek için Ronaların otoriter babaannesi Macide’ye (Perihan Savaş) yalvarıp kendini tekrar işe aldırır.
Bu arada Sevda ve Kenan arasındaki cinsel gerilim, artar. Köşkün bahçesinde alenen Sevda’ya kur yapan Kenan’ın rahatlığı mı yoksa patronunu öldürdüğü fabrikaya hiç gizlenmeden giden Mustafa’nın rahatlığı mı alır diye düşünürken cevap gecikmez. Mustafa, patronun kardeşine yakalanır ama köşke dönebilmeyi başarır. Fabrikaya, kalacak yer bulmak için arkadaşından yardım istemeye değil de bi’ koşu kendini açık etmeye ve arkadaşının ölüm sebebi olmaya giden Mustafa’ya pek anlam veremeyiz açıkçası.
Figen, Sinan ve Cemre’yi köşkten dışarı, pazara götürür. Cemre babasının döndüğünü Sinan’la paylaşıp onu babasıyla tanıştırır. Rüçhan’ın yıllardır üzerinden toz bezini eksik etmediği biblo Sinan, birden pazarcı amcalar diye bir insan türüyle tanışmak, sokak lezzetlerini denemek, cinayetten aranan ve örgüt üyesi olduğu düşünülen bir firariyle arkadaş olmak gibi çılgın saatler yaşar.
Ronaların gelini Rüçhan (Özge Özberk) ve eşi Aras (Teoman Kumbaracıbaşı) arasındaki ilişkiye dair de bir şeyler öğreniriz. Karısı ‘sorunlu’ olan, işleri de kötü giden zengin dizi erkeklerinden beklediğimiz metres kokusunu ilk bölümden almıştık da sonunda karşılaştık; dizide ya aldatma yoksa diye alevlenen kaygılarımız da dindi. Fakat ilginçtir ki Rüçhan bu durumu hemen bizden sonra öğrenir; dizi, bu tür olayları sündürmemesiyle bir kez daha gönlümüzü kazanır.
Bu bölüm anlarız ki dizide Rüçhan üzerinden aslında ebeveyn olmanın çaresiz hissettirdiği anlar işleniyor. Rüçhan’ınki, çocuğunu çok seven, ama sevmekten başka ne yapacağını bilemeyen bir ebeveynlik türüdür. Yüzeysel baktığımızda beceriksiz bir anne, buz gibi bir insan, alkolik bir karakter görmek kolay. Ancak insanların alkole ya da başka bir kaçışa bağımlılık derecesinde yönelmesi nadiren bu kadar yüzeyseldir. Rüçhan, çocuğunun hastalığı konusunda hissettiği çaresizliği giderememektedir; diğer yandan ailesiyle diyalog kursa da iletişim kurabildiği kimsesi yoktur.
Macide’nin eşi Harun Bey’le (Ahmet Mark Somers) nihayet tanışırız. Figen’i tek kollayanın Harun olmasından ötürü aklımıza Figen’in de aslında bir Rona olduğu ihtimali düşer. Minik Cemre’yle tanışan Harun, onun sırf Sinan’ın hastalığına (muhtemelen organ nakliyle) çare olsun diye evlatlık alındığını anlar.
Mustafa’nın Cemre’yi de alıp köşkten ayrılmasıyla üçüncü bölümü kapatırız.
Künye
Yapım: Pastel Film
Yapımcı: Yaşar İrvül, Efe İrvül
Yönetmen: Altan Dönmez
Senaryo: Can Sinan
Oyuncular: Salih Bademci, Hazal Subaşı, Ozan Dolunay, Perihan Savaş, Özge Özberk, Elif Doğan, Teoman Kumbaracıbaşı, Çiçek Dilligil, Ahmet Mark Somers, Engin Yüksel, Lena Naz Kalaycı, Ömer Toprak Yılmaz