İstanbul’u bir de bu müzisyenlerden dinleyin
Filmekimi'nde yavaş yavaş sona yaklaşıyoruz. Bugün çocukları odağına alan iki film öne çıkıyor: 'İnşallah Erkek Olur' ve ' Kidnapped'. 'Aşkın Tabiatı' ikili ilişkilere yakın plan yaparken, 'İstenmeyenler'in önermesi istenmediğimiz yerde durmak bizim işimiz!
Usta sinemacı Marco Bellocchio, 19. yüzyılda İtalya’da dillerden düşmeyen gerçek bir kaçırma hikâyesinden esinlenen son filmiyle yeniden Filmekimi’nde.
Yıl 1858, Bologna’nın Yahudi Mahallesi’ndeyiz. Papa’nın askerleri Mortara ailesinin evini basıyor ve yedi yaşındaki Edgardo’yu alıp götürüyor. Kardinal, bebekken dadısı tarafından gizlice vaftiz edildiği iddiasıyla Edgardo’nun Katolik eğitimi görmesinin zorunlu olduğuna hükmediyor. Mortara ailesinin hemen politikleşen bu mücadelesi hem kamuoyunun hem de uluslararası Yahudi camiasının desteklerine rağmen gücünün doruğundaki kilise kurumunu ve Papa’yı karşısına alıyor.
Cannes’da prömiyerini yapan bu son filminde 19. yüzyıl İtalyan resimlerinden esinlenen Marco Bellocchio, “Bu filmde ne kiliseye karşı bir tavır aldım ne de siyasi bir görüş belirtiyorum. Derdim besbelli ki, aşırı şiddete maruz bırakılan bu çocuk” diyor.
Yönetmen Amjad Al Rasheed’in bu ilk uzun metrajı, Eleştirmenler Haftası bölümünde prömiyerini yaptığı Cannes’da gösterilen Ürdün yapımı ilk film oldu ve ülkenin Oscar adayı olarak ilan edildi.
Filmin başkahramanı Nawal’ın kocası aniden ölür. Kızının geleceğini düşünürken evlerini de kurtarmak isteyen Nawal, itirazlara rağmen kocasının mirasını talep eder. Ancak erkek çocuk sahibi olmanın her şeyi değiştirdiği bu toplumda mücadelesi git gide zorlaşan genç kadın, korkularıyla yüzleşmekle kalmayıp kendi ahlaki duruşunu da sorgulamak zorunda kalacaktır.
Yönetmen “Kadınlarla dolu bir ailede geçti çocukluğum. Bu yüzden de daha küçükken bu kadınların nasıl bir baskı altında olduklarını ve bu davranış şeklini normalleştirdiklerini anladım. ‘İnşallah Erkek Olur’un senaryosunu yazarken hayatını ailesine adamış, sonunda kendine bile yabancılaşmasına yol açan bir adamla evli yakın bir akrabamızdan esinlendim” diyor.
Zıt kutuplar birbirini çeker, farklı dünyalar aşk ile çarpışır ve sonra ne olur, bu beraberlik sürer mi acaba? 40 yaşındaki felsefe hocası Sophia, Xavier ile birliktedir. Galeri açılışlarından yemek davetlerine, 10 yıldır herkesin örnek gösterdiği bir çift olmuşlardır.
Sonra bir gün taşrada aldıkları yeni evi elden geçirmesi için marangoz Sylvain ile anlaşırlar. Sylvain ile Sophia’nın tanışması tüm taşları yerinden oynatır. Cannes Film Festivali’nin Belirli Bir Bakış bölümünde ilk gösterimini yapan ‘Aşkın Tabiatı’, romantik sevgiyi sosyal bir gerçeklik olarak konu alırken komediyi de elden bırakmıyor.
Filmin senaryosunu yazarak yönetmenliğini üstlenen ve oyuncu kadrosunda da yer alan Monia Chokri, “Romantik karşılaşmalar filmlerde hep idealist bir bakışla yansıtılıyor; sosyal çevreler çok ender göz önüne alınıyor” diyor.
‘İnanılmaz Ama Gerçek’ ve ‘Deri Ceket’ gibi absürt komedilerin sıra dışı yönetmeni Quentin Dupieux, gerçeküstünün zirvesine erişiyor ve Salvador Dalí’ye benzersiz bir saygı duruşunda bulunuyor. Venedik Film Festivalinde yarışma dışı gösterilen ve izleyicileri kahkahaya boğan ‘Daaaaaali!’, efsanevi sanatçı ile başarısızlığa mahkûm bir belgesel projesi için onu ziyaret edip duran bir Fransız gazetecinin hikayesini anlatıyor.
Dalí’yi farklı oyuncuların canlandırdığı filmde sanatçının bazı yapıtlarından esinlenen canlı tablolar da yer alıyor. Filmin müzikleriyse Daft Punk elemanlarından Thomas Bangalter’ye teslim edilmiş. “Elbette bu bir fantezi, son derece hayran olduğum, bayıldığım bir kişinin etrafında çıkılmış bir seyahat” diyor Dupieux ve ekliyor: “Dalí’nin dediği gibi, asıl başyapıtı, kişiliği. Benim filmim de naçizane bunun hikâyesini anlatıyor.”
‘Sefiller’ ile büyük ilgi toplayan, ‘Athena’nın da yapımcılığını üstlenen Ladj Ly’nin yeni filmi, Toronto Film Festivali’nde dünya prömiyerini yaptı. ‘Sefiller’de olduğu gibi, Paris dışında ihmal edilmiş bir ilçede geçen film, benliklerinden ödün vermeden kendilerine yer açmaya çalışan bir topluluğun sert, tavizsiz, gayet kişisel ve gayet politik bir portresini çiziyor.
Film, güya idealist genç doktor Pierre’i izliyor. Kentin belediye başkanı birden ölünce yerine Pierre atanıyor. Asıl niyeti sonradan ortaya çıkan Pierre, tıpkı eski başkan gibi, oturanları yerlerinden ederek bu işçi kentini kendince nezihleştirmeyi amaçlıyor. Bakımsız toplu konutlarda oturan Mali asıllı genç Haby ise ailesinin, büyüdüğü mahalledeki evlerinden çıkartılmalarını asla kabullenmiyor.