Ercan Kesal: Hikayesi olmayan bir hayat, yaşanmaya değmezmiş meğer
Pina Bausch’un başyapıtı kabul edilen ‘Cafe Müller’ üç ayrı gösterimle İstanbul Tiyatro Festivali’ni açtı. Bausch’un topluluğundan altı dansçının duygusal aksiyonlarının izinde, sanatçının çocukluğunda önemli bir yer edinen o meşhur kafeye gittik…
Dans tiyatrosunu dünyaya armağan eden biricik Pina Bausch’un ellerinden 1978’de çıkmış bir iş ‘Cafe Müller’. Sanatçının başyapıtı kabul edilen bu esere adını veren mekân, gerçek bir ‘hayat parçası’. Burası, Bausch’un çocukluğunda, ailesinin işlettiği kafenin sahne hali aslında. Burada çocukken geçirdiği uzun saatler boyunca yaptığı gözlemlerden, kafedeki hayattan, kafe insanlarından ona geçen hislerden süzerek ürettiği bir gösteri bu.
İlk gösterimini 1978’de yapan ve aralıksız oynamaya devam eden ‘Cafe Müller’ 27. İstanbul Tiyatro Festivali’nin açılış oyunu olarak izleyiciyle buluştu. İki günde üç gösterimle ve iki ayrı dans ekibiyle sahne aldı gösteri. Henry Purcell imzalı, insanı daha ilk notadan çok ince bir yerden yakalayan müziği eşliğinde, o kafe ve insanları karşımızda belirmişti işte.
Sanatçının topluluğu Tanztheater Wuppertal’dan altı dansçı kadın-erkek ilişkilerinden yola çıkarak, sınırlar, güvenli alanlar üzerine bilinç ve bilinçdışılık arasında salınarak izleyiciyi 45 dakikalığına etkisi altına alıyor.
Gözleri kapalı bir şekilde yokluktan (ya da varlıktan) aksiyon alarak hareketler etmeye başlayan bir kadın, ona güvenli alan açmaya çalışan ve Bausch’un yola çıktığı o ‘kafe’deki sandalyeleri kadından daha atak, heyecanlı, her yer ‘panik’ bir şekilde ‘önünden alan’ kişi, gözleri kapalı kadına eşlik eden gözleri kapalı adam, kadın ve adamın birbirleriyle ilişkilenmesini ısrarla ve bıkmadan düzenleyen (oyunu ‘mizahi’ aksını da kuran) ‘toplumsal’ kişi, kadınla benzer figürlerle dans ederek onun biraz gerisinden gelen ve boşluğu, bilinçaltını temsilen başka bir kadın ve oyun kişilerinden, sesini sadece topuklu ayakkabılarıyla duyduğumuz kırmızı saçlı kadın… Bu altı kişi 45 dakika içinde izleyiciyi duygusal anlamda zorlayıcı anlar bütününe sokup çıkarıyor.
‘Cafe Müller’, Bausch’un en iyi işi mi, bilinmez. Ama 40 yılı aşkın bir süredir sahnelenmeye devam ederek dünya dans gösterimleri arasında özel bir yere ait olduğu muhakkak.
Daha önce İstanbul’a -özel bir proje olan- ‘Nefes’i armağan eden Pina Bausch’un incelikli ruhunun dün kentin üzerinde dolandığına, sahnedeki dansçılarını ve onu tutkuyla takip eden (oyundan önceki Wim Wenders imzalı ‘Pina’ filmi, Zorlu PSM Vestel Amfi’yi neredeyse tamamen dolduran izleyiciler tarafından pür dikkat takip edildi) İstanbullulara zarif ve duygu yüklü bir selam yolladığınaysa hiç şüphe yok.