Cumhuriyet'in ilk yıllarında kadınların başarılarını anlatmaya gönül veren yazar Özlem Özdemir, Mustafa Kemal Atatürk'ün kadınlara bakış açısını aktardı. Atatürk'ün cenaze töreninde en fazla kadınların ağladığını söyleyen yazar, dönemin kadınlarının zorlu hikayelerini anlattı.
“Atatürk’ün cenazesinde en çok kadınların ağlamasının bir sebebi vardı” diye başlıyor yazar Özlem Özdemir sözlerine. Cumhuriyet ve kadınlar üzerine altı kitabı olan Özlem Özdemir bir de ‘Cumhuriyet’imizin öncü kadınları’ sergisi açtı. Bu onun ilk küratörlük deneyimi. 10 Kasım’da da hem araştırmalarını, hem de çıktığı bu yolda öğrendiklerini 10Haber’e anlatıyor, tanıdığı kadınlarla birlikte yaşadığı dönüşümü aktarıyor. Daha önce gazetecilik yapan Özlem Özdemir 2016 yılında yabancı bir kitapta dünyanın çeşitli ülkelerinden kadınlardan söz edildiğini görüyor ve o an bir soru geliyor aklına; “Bizim kadınlarımız neden yok?”
Gazetecilik refleksiyle sorduğu bu soru ona gazeteciliğe veda, araştırmacı yazarlığa merhaba dedirtiyor.
Cumhuriyet ve kadın konularını çalışma alanı belirleyen yazar “Ben kadın öyküleriyle Cumhuriyet’i savunmaya çalışan bir yazarım. Çünkü Cumhuriyetimizin en önemli kazanımı kadınlar açısından olmuştur” diye tanımlıyor yolculuğunu. Bunların doğru ve yeterince anlatıldığını düşünmediğini söyleyen Özlem Özdemir, araştırdıkça, yol açan birçok kadının aslında tanınmadığını fark ediyor. Bu da yaşamının yönünü değiştiriyor kendi anlatımıyla. “Gençler sanıyor ki Türkiye 25 yıldan ibaret. Oysa Türkiye’nin 100 yılı var. Özgürlük kapısından yürüyen olağanüstü kadınlar var. Onları unutmak haksızlık, üstelik hepimize ilham verecek öyküler” diyor Özlem Özdemir ve en çok da yurt dışına giden ya da gitme hayali kuran gençlere ulaşmak istiyor: “Gitmesinler, gidiyorsa da dönsünler. Bu insanları anlatıyorum ve diyorum ki ‘Bakın gitmişler ama hepsi geri gelmiş.’ Sayelerinde biz bugün ayaktayız şimdi de o insanlar sizsiniz.”
Dönemin kadınlarının Atatürk’ün cenazesinde en fazla ağlayanlar olmasının nedeninin ise Cumhuriyet’in sağladığı kazanımlar olduğunu belirtiyor. Araştırdığı kadınların hepsinin ortak yönleri olduğunu, ama en çok da Atatürk’e güvendiklerini aktarıyor: “Atatürk onlar için bir güvence ve boşuna ağlamıyorlar. Onlar için güvendikleri dağı kaybettikleri anlamına geliyor bu ölüm.”
Düzenlediği sergide de bu kadınların hikâyelerini anlatıyor. Kimi ilk kez NASA’ya girmiş, kimi ilk kez otomobil yarışçısı olmuş, kimi Türkiye’nin ilk kadın seramikçisi. Hem de hastanede tedavi görürken ve 38 yaşında.
Bu kadınların ortak noktalarını sorduğumuzda şöyle yanıt veriyor:
Bu kadınların hepsi çok azimli, yurtsever ve idealist. Önyargılara meydan okumuşlar. Biz bugün neler yaşıyoruz ama onlar aldırmadan yürümüş. Erkek topluluğunun içinde hep bir kadın görüyorsunuz. O dönem düşünce ortak bugünden farklı olarak. Hiç bırakmamışlar ve çok azimliler. Savaşı gördükleri için de bir daha kimseye esir olmak istememişler. Osmanlı’da hayvanlar sayılıyor, kadınlar sayılmıyor. Bunu her yerde söylüyorum. Atatürk’e minnet duyuyorlar, o bir güvence. Kadınların erkeklerle eşit olmasını istiyor, bizim şansımız. O dönem rejim değişmiş ve kadınların da bu rejimde yeri var. Kadınlar öncü olmaları gerektiğini biliyor ve sonrasında da insan yetiştiriyorlar.
Cumhuriyet’in ilk yılları üzerine çalışıyorsunuz. O dönemin tablosuyla son tabloyu karşılaştırdığınızda nasıl bir fark görüyorsunuz?
Çok üzülüyorum, çünkü ilk 15 yıl Türkiye çağ atlamış. Laik ülke kurmak kolay iş değil. Herkese laikliğin ne olduğunu anlatması lazım. Atatürk bu nedenle çok büyük bir lider. Fabrikalar kuruluyor ve bunlar aynı zamanda kültür merkezleri. Her fabrikada tiyatro, kreş, spor takımları var. Sosyal ve kültürel hayat sürsün istiyor Atatürk. Bu daha sonra Köy Enstitüleri ile devam etmiş, keşke kapatılmasaydı. Bugün hiçbiri kalmadı, müthiş bir eşitsizlik var. Cumhuriyet’in bütün kazanımlarının içi boşaldı. Toplumsal yaşamda geri gidiş var. Türkiye’nin birkaç kadın cumhurbaşkanı olmalıydı ve biz bunları konuşmalıydık. Benim vardığım sonuç: Biz Cumhuriyet’i yaşadık ama Atatürk’ten sonrasında bu devrimlere sahip çıkamadık. Devrim ilerletilmesi gereken bir şeydir, içselleştiremedik. Biz kadınlar da öyle. Bu şununla ilgili olabilir. Bir şeyler size armağan olarak verildiğinde -insan doğası bu- kıymeti pek bilinmiyor. Kadın hakları için de böyle diğer devrimler için de böyle.
Bugün çok zor şeylerle karşılaşıyoruz, özellikle kadın cinayetleri. Çağ dışı sözler duyuyoruz. Kadınların birbirine yol açması gerektiğine inanıyorum. Bu ülkede değişim olacaksa önce kadınlardan başlayacak.
Farklı alanlarda bir kadın olarak başarılı olmuş insanları tanıdıkça sizde de bir değişim oldu mu?
Çok. Oldukça değiştim, ki aksi de doğru değil bence zaten. Biz toplum olarak değişime direniyoruz ve güvenli alanlarımızdan çok da çıkmak istemiyoruz. O zaman gelişmiyoruz. Ben değişime hep açık olmaya çalıştım. Her zaman bir şeylerin yanlış olduğunu düşünüyordum, bu rolleri kabul etmiyorum diyordum. Yazdıklarım kişisel hikayemle örtüşüyor. Bu öyküleri okudukça neden bu halde olduğumuzu düşündüm. Nasıl geriye gidebilirsin? Türkiye Cumhuriyeti’nin kadınları dünya kadınlarına rol model olmalıydı.
Bu kadınlar arasında sizi en çok şaşırtan kimdi?
Hepsi çok değerli. Mesela Samiye Cahid Morkaya var. Türkiye’nin ilk otomobil yarışçısı ve 1932’de. Öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Sadece cesaret değil ve adrenalin tutkusu da var demek ki. Afet İnan benim için çok özel. Biyografisini de yazmıştım. Şaşırmadım, ama onunla ilgili çalışmamda ‘tanımıyormuşuz’ dedim. Afet İnan Türkiye’de kadın haklarının öncüsüdür. Onun öncülüğü çok değerli, Atatürk’ün kızı olmanın ötesinde. Bir de Füreya Koral var. Onun hikayesinde beni etkileyen 38 yaşında sanatoryumda tedavi görürken oyalanmak için başladığı seramiğin hayatının amacı olduğunu keşfediyor. Bu sırada hastanede. Bu çok güçlü bir hikaye. Türkiye’nin ilk kadın seramikçisi oluyor. Dilhan Eryurt’a da çok şaşırmıştım. NASA’daki ilk Türk kadın. Kütüphanede üç dört ayda kendi kendine sadece bilgisayar kullanmayı değil programlama dilini öğreniyor. Bu kadınların en büyük özelliği çalışkanlık.