“Ümiiit kalk, Ümiiit kalk, Ümiiit kalk.” Çocukluktan ilk gençliğe geçişte, evimizde bulunan muhabbet kuşunun ilk öğrendiği konuşma kalıbı buydu.
Bu, annemin beni sabahları okula veya yaz tatiliyse işe göndermeden önce defalarca tekrarladığı bir kalıptı.
Muhabbet kuşumuz bilişsel sınırlılıkları nedeniyle, bunun hemen ardından gelen, yine anneme ait “Akşam yat yat yatmak bilmiyorsun, sabah kalk kalk kalkmak bilmiyorsun” kalıbını hiçbir zaman öğrenemedi.
Eğitim girdileri “aşkım, cici kuş, babacım, puçi (ismiydi)” ve torun isimleri gibi genel geçer şeylerle sınırlıydı. Bir eğitim girdisi olmamasına rağmen, evin atmosferinde dolaşan “Ümiiit kalk” kalıbını ve kuş sesli zilimizin melodisini bire bir taklit etmesi, plus versiyonunda sunduğu ilginçlikler ya da standart sapmalardı. Arada zil çalıyor diye yanılıp yok yere kapıyı açsak da küfür etmemeyi başarmış olacağız ki çok sık rastlandığı üzere küfür eden bir kuş olmadı. Olabilirdi de. Sonuçta her şey onu neyle eğittiğinizle ilgili.
İşte nasıl kendi muhabbet kuşlarımızı kendimiz eğitiyorsak, kendi yapay zekâmızı besleyeceğimiz çağ da başlıyor. “Ey üretken yapay zekâ, sen mi büyüksün, ben mi?” mücadelemizde “kendin pişir, kendin ye” olarak adlandırabileceğimiz yeni bir aşama bu.
Geçen hafta başı ChatGPT’nin geliştiricisi OpenAI, kullanıcıların artık kişiselleştirilmiş sohbet robotlarını oluşturabileceğini duyurdu.
Yani kendi ChatGPT’mizi kendimiz eğiteceğiz, kendimiz kullanacağız. Diğer yandan nasıl, Apple’ın AppStore’un veya Google’ın Google Play uygulama mağazaları var, tıpkı onlar gibi bir GPT uygulama mağazası üzerinden farklı işlerde uzmanlaşmış yapay zekâ uygulamaları satışa ve kullanıma sunulabilecek.
Kişiye özel asistan oluşturmaktan şirketlerin sadece kurum içi kullanımına uyarlanacak GPT’lere kadar pek çok farklı şekilde kullanılabilir.
Open AI; Yaratıcı Yazarlık Koçu, Teknoloji Danışmanı, Çamaşır Arkadaşı gibi ilginç örnekleri tanıtım sayfasında göstermiş.
Bu uygulamalara erişim önümüzdeki ay ilkin Plus üyeleri ve kurumsal müşterilere açılacakmış. Yapay zekâdaki bu aşamayı aslında Windows ve MacOs gibi işletim sistemleri yardımıyla hiç kod yazmayı filan bilmeden bilgisayar kullanmaya başlama aşamasına benzetebiliriz.
Benim kuşağım tam yetişemedi ama (44 yaşından gün alıyorum) yaşı benden biraz daha büyük olanlar hatırlayacaktır. Önceden bilgisayar kullanmak için kursa bile gidilirdi. İşte yapay zekânın bu aşamasında da kod yazmayı bilmek vs. gibi teknik yeterliliklere sahip olmadan kendi GPT’mizi yaratabilir hale geliyoruz.
ChatGPT’nin bu yeni uygulamasına erken erişim izni alan New York Times Köşe Yazarı Kevin Roose’un yaptığı ilk denemeler hem masum hem de faydalı bir yönü açığa çıkarıyor.
Örneğin Roose, yürümeye yeni başlayan çocuğunun kreşi tarafından verilen “ebeveyn el kitabı”nı sisteme yükleyerek kendine Gündüz Bakım Yardımcısı oluşturmuş.
İkinci denemesi ise bir ekonomist ve hisse senedi yatırımcısı olan büyükbabasının 23 sayfalık tavsiye kitapçığını sisteme yükleyerek bir mali danışman botu oluşturmak olmuş.
İki uygulamanın da mükemmel çalışmadığını aktarıyor. Roose’un denemesi eğitim verilerinin kısıtlılığı nedeniyle kusursuz bir sonuç vermemiş olabilir. Ancak Roose’un da düşündüğü gibi eğer bunu görmezden gelirsek, sadece bu kadarının bile yerini alabilecekleri iş türleri oldukça geniş.
Özellikle danışmanlık ve asistanlık gibi işlerin çok hızlanması söz konusu. Bu alanda çalışan insanların da daha nitelikli işlere kaydırılması veya işlerine son verilmesi söz konusu olabilir.
Zaten yapay zekânın tüm vaatlerine rağmen, özellikle geçiş döneminde yaratacağı istihdam krizi en ciddi mesai isteyen başlıklardan birisi.
Yapay zekâ araçlarının bu şekilde tabana yayılması, kullanıcılar tarafından oluşturulması gibi olanaklar, yasal düzenlemelerin ve bariyerlerin olmadığı bir dünyada korkunç riskler de oluşturabilir.
Örnekleri gördükçe bunları konuşmak ve yazmak için daha fazla fırsatımız olacak.
Üretken yapay zekâ araçlarının çoğunlukta internetten toplanan verilerle eğitildiğini, neredeyse bir kentin harcadığı enerjiye yakın bir enerji kullanan dev bilgisayarlarla işlendiğini artık hepimiz biliyoruz.
Belki her teknolojinin doğuş sürecinde olduğu gibi abartılı projeksiyonlarla bazen distopik senaryolarla tartışıyoruz.
Kişiye özel uygulama oluşturmaya imkân vermesi demek gönüllü de olsa inanılmaz detaylara sahip kişisel verilerin sisteme yüklenmesi demek. Buradan çıkacak “gözetleme kapitalizmi” artı değerinin sınırı yok.
Açıkçası ben bu konuların biraz abartılı tartışılmasını ileride gerekli olan dengeyi sağlamak için önemli olduğunu düşünüyorum.
Bu alanda fazla ‘Doğrucu Davut’luğun bir yanlışa sürükleme riski yok değil. Konu, yapay zekâ gibi bir altyapı teknolojisi olunca abartı demenin bile gereksiz olduğu durumlar da var haliyle. Zaten yapay zekânın belli başlı tüm geliştiricileri de bu abartılara hak vererek, “lütfen devletler ve hukuk bu alanı düzenlesin” diye bas bas bağırıyor.
Bu düzenleme taleplerinin hepsi değilse de bir kısmının, yeni oyuncuların girmemesi yani rekabetin artmaması için örtülü bir kısıtlama talebi olduğunu da unutmayalım diğer yandan.
İnsanların kendi verileriyle beslediği kişiye özel yapay zekâ uygulaması akıllara ister istemez Dijital İkiz teknolojisini de getiriyor.
Nesnelerin interneti (IoT) sayesinde çok daha kullanılabilir olan bu teknoloji, dev sistemlerin yerine göre bir fabrikanın, bir metro veya şehir içi ulaştırma sisteminin büyük bir geminin, uçağın dijital ikizini yaratarak, hangi durumda neyin gerçekleşeceğine ilişkin simülasyonlar yapmanızı sağlıyor.
Örneğin; “metrekareye şu kadar yağmur düşerse, şehrin trafiği nasıl etkilenir?” diye bir simülasyonu çalıştırmak için dijital ikize ihtiyacınız var.
İşte yapay zekâdaki kişiselleşme ve sağlık teknolojilerindeki bu son gelişmeler, insanların da dijital ikizlerinin oluşturulması için bir zemin oluşturuyor.
İlaçlardan tedavi seçeneklerine pek çok farklı senaryoyu dijital ikizimiz üzerinde deneyerek sonuca ulaşacak daha sağlıklı bir gelecek bizi bekliyor. Şahane. Peki bunun da riskleri yok mu? Örneğin belli bir senaryoyu uygulamazsak sağlık sigortamızın iptal olması gibi. Bir biyosensörün dijital ikimize sigara içtiğimizin sinyalini verdiğini düşünün ve o anda sağlık sigortamızın devreden çıkışını.
Böyle bir olasılığı Yuval Noah Harari’nin 21. Yüzyıl İçin, 21 Ders (Kolektif Kitap, 2018) kitabında da okumuş olabilirsiniz. İşte o teknoloji artık hiç uzak bir gelecek değil.
Olumsuz tarafından mı bakmalıyız, olumlu tarafından mı? Bu bizim hayatımızı kolaylaştıracak ve uzatacaksa ne kadar olumsuz olabiliriz ki?
Buna karşılık işimizi kaybedeceksek, farklı savaş türlerine şahit olacaksak bu kolaylaşmış ve uzamış hayat nasıl bir şey olacak?
Bu konuda bazen yazdıklarım kadar bile karamsar değilim, klasik bir tekno-iyimser hiç değilim.
“Yenilik-yaratıcı yıkım-yıkımla mücadele-denge” döngüsüne inanıyorum. Buna inanmasaydım, yazı filan da yazmazdım zaten.
Dengeyi bulmak için mücadeleye devam.