İhracatçıların ardından İTO’dan da ‘düşük kur’ tepkisi
Dünyada gıda fiyatları 2022 Mart ayından beri düşerken bizde son 38 aydır yükselmeye devam ediyor. Sebebi, tarımsal üretimimizin ithalata bağımlı olması. Çözümü ise mevduat faizine verilen kur garantisinin tarımsal girdi ithalatına da verilmesi.
Türkiye uzun zamandır gıda enflasyonu ile boğuşuyor. Vatandaş artan fiyatlar karşısında ne yapacağını bilemiyor. Diğer taraftan tarımsal üretim yapan çiftçiler ise artan üretim maliyetlerinden dolayı para kazanmamaktan şikayetçi. Üretenin kazanmadığı, tüketenin alamadığı bir çıkmaz sarmaldayız.
Peki, biz bu sarmala nasıl girdik?
Türkiye, tarımsal üretimde kullandığı girdileri tohum, zirai ilaç, gübre ve mazotu dışarıdan ithal eden bir ülke konumunda. Dünyada her yaşanan kriz tarımsal girdilerin fiyatını artırıyor. Bunun yanında içeride dolar kurunun sürekli artması da fiyatlara sürekli zam ekliyor. Dünyada fiyat artışı dursa bile içeride kur artışı devam ettikçe gıda fiyatlarının düşmesi imkansız bir duruma geliyor.
Tabii sadece üretim maliyetleri fiyat artışını etkilemiyor. İşçilik, depolama, ambalaj, gıda kayıpları, nakliye ve artan faiz maliyetleri gibi faktörler, tüketicinin alacağı her gıda ürününe zam olarak yansıyor.
Türkiye’nin, gıda enflasyonuna karşı hep iki çözümü olmuştur. Bunlardan birincisi iç piyasada rekolte kaybı nedeni ile az olan ürünlerde ihracatı yasaklayarak ithalat yapmak, diğeri ise iç piyasaya ürün veren firmalar ile süpermarket zincirlerine baskı yaparak fiyat indirimine zorlamak.
Her iki durumda da gıda enflasyonu dizginlenememiş ve yukarı yönlü seyretmeye devam etmiştir. Bu durumu en iyi açıklayan grafik ise Türkiye ile dünya arasında gıda enflasyonunda yaşanan fiyat gelişiminde görüyoruz.
Kaynak: TÜİK, FAO
Dünyada gıda fiyatları 2022 Mart ayından beri düşerken bizde son 38 aydır yükselmeye devam ediyor. Ukrayna-Rusya savaşının dünyada ve bizde gıda fiyatlarını yükselttiği doğru ancak bu durum bile dünyada gıda fiyatları düşerken bizde neden düşmediğini açıklamaya yetmiyor. Demek ki bir şeyleri yanlış yapıyoruz.
Türkiye’de her ekonomik kriz yaşandığında ilk etkilenen kesim tarım sektörü oldu. Bütün girdilerini dışarıdan temin eden tarım sektörü, yaşanan döviz krizinden doğrudan etkileniyor ve bu da soframıza gelen gıdaya zam olarak yansıyor.
Üstelik bu dolar döviz krizi bizim tarımsal ürün ihracatımızda ürün satış bedellerinin düşmesine neden oluyor. Bu da ülkeye döviz girişini düşürüyor.
Peki ülke olarak tarımda ne yapmalıyız?
Dahili işlem rejimi (DİR) dışında, hangi tarımsal ürünlerde ithalat yaptığımız ve gelecek yıllarda hangi ürüne ne kadar ihtiyacımızın olacağının belirlenerek üretim deseninin değiştirilmesi gerekiyor. Her ürünü üretip “Biz dünyada şu üründe birinciyiz, şu üründe ikinciyiz” gibi bir yarışın derdine girmemeliyiz. Planlamayı yaptık ancak girdileri hâlâ kontrol edemiyoruz. Bu sorunu nasıl çözmeliyiz?
Başta tarlaya atılan tohumu kendi yerel çeşitlerimizi ıslah ederek üretime katma, biyolojik ve biyoteknik mücadele yöntemlerini artırarak zirai ilaç kullanımını azaltma, bitkisel ve hayvansal atıkları gübreye dönüştürerek kimyasal gübre kullanımı azaltma, enerjide herkes açık olan güneş enerjisinden elektrik elde ederek çiftçiye ucuza sunma gibi çözümlere yönelmeliyiz. Ayrıca tarladan sofraya gıda israfını azaltacak yöntemleri uygulamalı ve geliştirmeliyiz.
Tabii bu geçiş süreci içerisinde radikal bir karar da almamız gerekiyor. O da şudur; tarımsal girdi yapan firmalara kur sabitlemesi getirmeliyiz. Nasıl mı? Her yıl 1 Ocak tarihinde firmaların döviz ihtiyacını o günkü kur değeri üzerinde sabitleyerek artan dolar kuru karşısında devlet olarak farkını karşılamalıyız. Faiz için bunu yaparken 86 milyon insan için de rahatlıkla uygulayabiliriz.
Bu şekilde bir yıl boyunca tarımsal girdilerde fiyat artışı olmayacağından çiftçinin maliyet hesaplaması da stabil hale gelecektir.
Bunları yaptığımız takdirde gıda enflasyonundaki kısır döngüyü kırma şansı yakalayabilir ve tüketicimiz de her ay artan gıda fiyatlarına maruz kalmayarak yeterli ve dengeli bir beslenme imkanına kavuşabilir.