Galatasaray, Şampiyonlar Ligi mesaisi sonrası Çağdaş Atan’lı Başakşehir önünde
Adana Demirspor'un Süper Lig’in güçlü takımlarından biri olması bakımından Galatasaray'a ciddi bir prova şansı tanıdı. Ancak asıl sınav Şampiyonlar Ligi'nde Hamlet'in memleketinde Kopenhag'a karşı olacak.
Dün gece haftanın ‘açılış’ maçında sahne alan iki takım da bu ligin aksiyon yanı güçlü, hücumcu ve futbolun seyir zevki çıtasını yükselten iki cazibe merkeziydi. Galatasaray ev sahibi olmanın avantajına sahipken Adana Demirspor da takım kurgusu gereği oyunu kendi sahasında kabul etmekten ziyade hızlı kanatlarıyla bir an önce kontraya geçecek ve bu yolla gol arayacak yapıdaydı. Bu dengeler ışığında başlayan mücadelede böylesi zorlu bir dönemeç karşısında önde basarak direnç kırmak, 29 dakika içinde iki gol bulmak ve rakibin gardını düşürmek önemli bir avantajdı. Okan Buruk’un ekibi Kerem Aktürkoğlu’nun bir gol bir asistlik performansıyla hem skor hem de moral motivasyon üstünlüğünü ele geçirmiş ve keskin bir virajı kolay bir dönüşe çevirmişti.
Derken sezon başı planlamasının daha doğrusu plansızlığının sonuçları kıyıya vurdu. Nasıl mı? Şöyle: Bu takım zaten fazlasıyla hücumcu; neredeyse herkesin gol atabilme ihtimali, istek ve ısrarı var. Geçen sezon da durum enikonu böyleydi. Ama öte yandan savunma zaafı, özellikle de sol bek meselesi en can alıcı noktaydı. Bütün bu gerçekler teknik kadro, yönetim, medya ve de taraftar tarafından bilinirken o bölge için Angelino gibi hücumu ehven-i şer, savunması ise evlere şenlik bir isim alındı ve tabii ki monte işlemi gerçekleşmedi, gerçekleşmiyor. İspanyol oyuncunun oynamadığı maçlarda sahneye çıkan Kazımcan da bugüne kadar bize sunduklarıyla gördük ki bu ligin standartlarının bile çok altında bir profile sahip ve de yaşı itibariyle söylüyorum, geleceğe yönelik bir ışıltıdan yoksun. Hal böyle olunca Pendikspor karşısında ikinci yarıda denenen ‘Solda Barış Alper’ hamlesinin sadece bir kerelik uygulama olmadığını, geçen haftaki sürümün bir prova niteliği taşıdığını ve bir kez daha pratiğe döküldüğünü dün gördük Adana Demirspor karşısında.
Lakin genç oyuncu, takımı 2-0 öndeyken o bir an önce bırakması gereken klasik alışkanlığını böylesi bir bölge dahilinde uygulayınca yani çıkış anında gereksiz çalım hevesine girişince topu rakibe kaptırdı, ardından yerini kaybetti, baskın atağın sonucunda Nelsson merkezli bir penaltıya sebebiyet verildi, bu pozisyonda itiraz eden Muslera sarı kart gördü ve haftaya oynanacak Sivasspor karşılaşmasında cezalı duruma düştü. Kazanılan penaltıyı Niang gole çevirdi, fark bire indi ve bütün bunların sonucunda Galatasaray’da her şey yolunda giderken ve iki farklı skorun daha da açılma ihtimalleri doğmuşken gereksiz bir gerilim yaşandı, Çukurovalı rakibin her kontrası Sarı-Kırmızılı taraftarın yüreğini ağzına getirdi vs.
Yani Barış Alper’i sol bek oynatmak o kadar da dahiyane bir fikir değil daha doğrusu efektif değil. Keza karşısında oynayan Yusuf Sarı birçok pozisyonda savunmacısını çok rahat geçti… Bu durum nasıl daha efektif olabilirdi; sanırım Barış Alper’in potansiyelini daha olumlu bir çizgiye dönüştürerek. Yani çalım sevdasından vazgeçirecek ve takım oyununa daha yatkın bir profile oturtarak. Okan Buruk’un Premier Lig, Serie A, Ligue 1 gibi çok üst düzey yarışma alanlarında stillerini ve kimliklerini oluşturmuş, oturtmuş eldeki yıldızlar topluluğuna yeni vasıflar katması zor, ancak Kerem Aktürkoğlu ve Barış Alper gibi hâlâ yoğurulmaya müsait isimlere dokunabilir (ki Kazımcan örneğinde bu işlem pek başarılı olmadı mesela).
Takımın orkestrasyonunu bozan tek enstrüman elbette Barış Alper değildi dün gece (bu arada birçoklarının genç oyuncunun dünkü sol bek performansından memnun olduğunu biliyorum, sosyal medyada kendisini yoğun övgü vardı ama ben o görüşte değilim). Tete de mesela saç baş yoldurdu. İlki ikinci yarının hemen başı olmak üzere iki net güzelim pozisyonu yedi bitirdi. Brezilyalı yeteneğin en büyük sorunu bence pas verme eylemini bir lütuf görmesi. Evet, süratli, cesurca rakip savunmanın içine dalıyor ve nihayetinde çıkıyor da ama son vuruş problemini bir türlü çözemiyor. Günümüz futbolu içindeki bir sorunu onun üzerinden soralım; yetenek mi takım oyunu profili mi? Örneğin geçen sezon aynı bölgede görev üstlenen Milot Rashica elbette Tete kadar yetenekli değildi ama oyun görüşü, pas bağlantıları, Icardi’yi besleme, savunmaya katkı açısından çok daha verimli ve takım oyunu futbolcusu modeline yatkındı.
Icardi demişken, potansiyeli tüm dünyaca bilinen bir yıldızdan daha fazla yararlanmak yerine takım atağa geçtiğinde topu ayağına alanların sürekli uzaktan şutu denemesi ya da “Golü ben atacağım” mantığıyla hareket etmesini de bir teknik direktör zaafı olarak nitelendiriyorum. Bu tabloda eskiye göre son vuruş noktasında topla daha az buluşabilen Icardi de “Bari asist yapayım” diyor sanki! Bence Arjantinli forveti sadece penaltılara mahkûm eden yapıdan bir an önce kurtarmak lazım. Evet, takımın gol yükü sadece bir isim üzerinde olmasın, dağılsın ama şu andaki görünüm dağılımdan ziyade “Topu alan kaleyi görsün” gibi bir manzaraya dönüşmüş durumda.
Zincirin bir başka zayıf halkası da Kerem Demirbay elbette. Bazen öyle acemilikler yapıyor ki insan onun bir zamanlar Bundesliga’da oynadığına inanamıyor. Daha doğrusu nasıl oynamış olabileceğini anlayamıyor.
Son dört maçtaki üç beraberlik ve bir yenilgiden oluşan karne sonucu takımdan ayrılmak durumunda kalan Kluivert sonrası yerine gelecek isme kadar Serkan Damla’yla yoluna devam eden Çukurova temsilcisi ise dün yine dinamik ve oyunu güzelleştiren kimliğini korudu ve ev sahibine zaman zaman ter döktürdü. Lig sonunda tablonun ne kadar üstünde yer alırlar, mesela geçen sezon olduğu gibi Avrupa biletini ceplerine koyarlar mı bilemem ama her hâlükârda göze hoş gelen bir futbolda ısrarcı oldukları kesin…
Sonuçta hafta arası Kuzey’in yıpratıcı ikliminde çıkılacak ve grup serüveni açısından final vasfına (hem takımın Avrupa’daki geleceği hem de altıncı maç olması sebebiyle) sahip Kopenhag mücadelesi öncesi son derece yararlı bir maç niteliğindeydi dünkü karşılaşma. Adana Demirspor Süper Lig’in güçlü takımlarından biri olması bakımından Sarı-Kırmızılılara ciddi bir prova şansı tanıdı. Öte yandan alınan üç puan da hem bugünkü derbi hem de Kopenhag yolculuğu öncesi moral motivasyon açısından olumluydu. Umarım salı gecesi Parken Stadı’nın çimlerinde Mayıs 2000’de yaşanan o en unutulmaz hâtıraya bir yenisi eklenir… Ya da şöyle bağlayayım; malum Shakespeare’in unutulmaz eserinde Danimarka Prensi Hamlet popüler kültürün zihnine “Olmak ya da olmamak” ifadesiyle yerleşmiştir. Galatasaray da bu sezonki Devler Ligi macerası açısından salı gecesi ‘Olmak ya da olmamak’ randevusuna çıkacak, şimdiden başarılar dileklerimle…