Can Atalay’ın vekilliği düşürüldü, siyaset arenası karıştı
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa Mahkemesi'nin Can Atalay'la ilgili kararını uygulamayı bir kez daha reddetti, AYM için 'Yargı diktatörlüğü' suçlaması yaptı. Anayasada yazılı bireysel başvuru hakkı fiilen kullanılamaz hale geldi.
Türkiye’nin aylardır yaşadığı hukuk devleti ve mahkeme kararlarının uygulanmasıyla ilgili dev yargı krizi iyice içinden çıkılmaz hale geldi. Anayasa Mahkemesi’nin birkaç ay içinde iki kez temel insan haklarının ihlal edildiğine karar verdiği Türkiye İşçi Partisi milletvekili Can Atalay’ın durumu bir kez daha ortada kaldı. Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararlarına rağmen ne İstanbul’daki 13. Ağır Ceza Mahkemesi ne de o mahkemenin topu attığı Yargıtay 3. Ceza Dairesi hak ihlalini giderecek adımları atıyor. Yargıtay 3. Ceza Dairesi dün bir kez daha oldukça sert bir karar alarak Anayasa Mahkemesi’ni eleştirdi, AYM için ‘Yargı diktatörlüğü kurmak istiyor’ imasında bulundu.
Türkiye, bir bakış açısına göre 24 Ekimden, bir başka bakış açısına göre ise Haziran ayı ortalarından beri büyük bir Anayasa ve yargı kriziyle karşı karşıya. Krizin odağında, henüz hakkındaki 18 yıllık hapis cezası hükmü kesinleşmemişken Türkiye İşçi Partisi listesinden milletvekili seçilen Can Atalay’ın durumu var.
Kriz, Atalay hakkında Anayasa Mahkemesi tarafından geçmişte defalarca aynı yönde yorumlanmış olan Anayasa hükümlerinin uygulanmayıp hakkındaki yargılamanın sürdürülmesi ve Atalay’ın serbest bırakılmak bir yana Yargıtay tarafından hükümlü hale getirilmesiyle başladı. Oysa Can Atalay milletvekili seçildiği sırada henüz hüküm giymemişti.
Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi 24 Ekimde, Can Atalay’la ilgili ilk kararını verdi ve Atalay’ın hakkındaki hükmün kaldırılıp serbest bırakılmasını istedi, dosyayı Atalay’ı ilk yargılayıp tutuklayan mahkeme olan İstanbul 13. Ağır Ceza’ya gönderdi. 13. Ağır Ceza ise ‘Dosya artık bizde değil, Yargıtay’da’ diyerek topu Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne attı.
Daha önce Atalay ile ilgili yargılamayı durdurmayıp onunla ilgili cezayı onayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi ise daha önce görülmemiş biçimde bir karar alarak Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayı reddetti. Anayasanın 153. maddesinin ihlali anlamına gelen bu karar yargıdaki Anayasa krizini doruğa çıkardı.
Aralık ayında Anayasa Mahkemesi bir kez daha aynı konuyu görüşerek bu kez hakkındaki AYM kararının uygulanmaması nedeniyle Can Atalay’ın Anayasada güvence altına alınan bireysel başvuru hakkının da ihlal edildiğine oy birliğiyle karar verdi. Anayasa Mahkemesi’ne göre bu kararın muhatabı Yargıtay 3. Ceza Dairesi değil İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ydi. Mahkeme, Atalay’la ilgili AYM kararını uygulamayarak Atalay’ın bireysel başvuru hakkını da çiğnemişti. AYM bu kararı oy birliğiyle aldı.
Fakat İstanbul 13. Ağır Ceza mahkemesi günlerce AYM’nin gerekçeli kararını bekledikten sonra tutumunu değiştirmedi, bir kez daha ‘Dosya bende değil’ diyerek topu AYM’nin bu konuda ‘yetkisiz’ gördüğü Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne attı.
3. Ceza Dairesi de konuyu bir kez daha jet hızıyla görüşerek dün kararını açıkladı, Anayasa Mahkemesi’nin yetkisini tanımadığını bir kez daha karara bağladı.
Daire kararında, “Anayasa Mahkemesi’nce verilen ikinci ihlal kararının hukuki değeri olmadığını, bu bağlamda Anayasa’nın 153/6. Maddesi kapsamında uygulanabilecek bir kararın var olmadığını” savundu.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararında Türkiye’nin en üst düzey yargı organı olan AYM için şu ifade kullanıldı: “Yeniden yargılama yap, durma kararı ver ve ilgili hükümlüyü tahliye et şeklinde adeta emir ve talimat verircesine karar verdiği hususu da dikkat çekici bulunmuştur.”
Kararda, “Fetullah Gülen, Adil Öksüz, Cemil Bayık, Murat Karayılan ve bunlar gibi şüpheli ya da sanıkların milletvekili seçilmelerinin, yemin ederek göreve başlamalarının ve TBMM’ye girmelerinin, hatta takip eden seçimlerde milletvekili olmaya devam etmeleri halinde, dokunulmazlıkları kaldırılsa bile ceza almaları durumunda verilen cezaların infaz edilememesinin önü açılır ki bu durumun hukuken isabetli olduğunu savunmanın izahı kabil olduğunu söylemek mümkün değildir” denildi.
Daire, söz konusu kararın ‘juristokratik’ bir davranış olduğunu da öne sürdü. ‘Jüristokrasi’ yargıçlar yönetimi anlamına geliyor ama çok masum bir tabir değil. Genellikle bu kavramla tarif edilen şey ‘Yargı diktatörlüğü.’ Zaten Yargıtay Dairesi ilgili kararında Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olmasından, yani bu kararlar için bir temyiz mercii olmamasından şikayetçi.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararında öne çıkan bölümlerden bazıları şöyle:
ANAYASA MAHKEMESİ ANAYASA’YA AYKIRI DAVRANDI: “Fakat buna rağmen Anayasa Mahkemesi’nin hükümlü Şerafettin Can Atalay ile ilgili verdiği hak ihlali kararlarında, denetlenmemenin verdiği cesaretle Anayasa’da düzenlenmeyen, ancak 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinde düzenlenen yetkisinin de dışında Anayasa’nın 138/2. maddesine aykırı olacak şekilde ilk derece mahkemesine yol göstermenin çok ötesinde “yeniden yargılama yap, durma kararı ver ve ilgili hükümlüyü tahliye et” şeklinde adeta emir ve talimat verircesine karar verdiği hususu da dikkat çekici bulunmuştur.
Keza Anayasa Mahkemesi, Şerafettin Can Atalay (2) başvurusu hakkında verdiği 25.10.2023 tarihli ihlal kararının 63. paragrafında hangi yasal düzenlemeden aldığı sıfat ve yetki ile yasama dokunulmazlığı konusunda önüne gelen başvuruda dosyanın esasına dair süper temyiz merci gibi hareket ettiğini ortaya koyamamıştır. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın sözüne ve özüne aykırı davranmıştır.
AYM YENİDEN YARGILAMA KARARI VERMEMELİ: Anayasa Mahkemesi, kendisini denetleyebilecek bir merci olmadığını kabul etmek suretiyle keyfi kararlar vermemeli, temel hak ve özgürlükler yönünden tespit ettiği ihlal kararları ile mevcut durum uyumlu olmalı ve neticeye tesiri olmayacak hallerde, hukuki değerden yoksunluk durumu da gözetilerek yeniden yargılamaya hükmedilmesi yoluna gitmemelidir.
KENDİSİNİ SÜPER TEMYİZ MERCİ OLARAK GÖRMEMELİ: Bu itibarla Anayasa Mahkemesi, kendisini yüksek mahkemeler üzerinde süper temyiz merci olarak görmemeli, temyiz mahkemeleri olan ve kendisi gibi yüksek mahkeme konumunda bulunan Yargıtay ile Danıştay kararlarını, yeniden yargılama görüntüsü altında dosyanın esasına da girerek, bozmak suretiyle kendi görev ve yetkilerine yasal dayanaktan yoksun olarak gereğinden fazla ve yasal yetkilerini aşacak şekilde anlam yüklememelidir.
AYM İLE YARGITAY ARASINDA ASTLIK ÜSTLÜK İLİŞKİSİ YOK: Anayasa Mahkemesi’nin bu mahiyette hukuki değerden yoksun ve yasal yetkilerini aşacak şekilde karar verme yolunu tercih etmesi halinde, bu dosyada olduğu gibi açıklanan nedenlerle görevli olduğu kabul edilen ve temyiz mahkemesi niteliğinde bulunan Yargıtay, Anayasa Mahkemesi gibi yüksek mahkeme konumunda bulunduğundan ve Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında astlık üstlük ilişkisi mevcut olmadığından, önüne gelen ihlal kararının hukuki değerden yoksun olup olmadığı ve Anayasa Mahkemesi’nin yasal yetkilerini aşacak şekilde karar verip vermediği hususlarını denetleyerek, Anayasa’nın 153. maddesi kapsamında uygulanması gereken bir karar olup olmadığına karar verebilir. Netice itibariyle Anayasa’nın 154. ve 155. maddeleri gereği temyiz mahkemeleri olan ve yüksek mahkeme niteliğinde bulunan Yargıtay ve Danıştay, aralarında astlık üstlük ilişkisi olmayan Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını bu dosyada olduğu gibi önlerine gelmesi ve yukarıda yer verilen öğretideki görüşler kapsamında görevli olmaları halinde, sübjektif etkiye sahip olması beklenen bireysel başvurular sonucunda verilen ihlal kararlarına uyulup uyulmayacağı hususunda değerlendirmede bulunabilirler.
AYM YASAL YETKİLERİNİ AŞTI: Bu bakımdan Anayasa Mahkemesi, öğretideki herhangi bir görüşe değinmeden çoğunlukla kendi içtihatları üzerinden çelişkili değerlendirmeler yapmak suretiyle kanuncu bir yaklaşım göstermesine rağmen kanuna da aykırı bir yorum yapmış, Anayasa’nın sözü ile özüne aykırı davranmıştır. Bilindiği üzere hukukçu bakış açısı ve kanuncu bakış açısı birbirlerinden farklı kavramlar olup; Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’yı ve mevzuatı yalnızca kendisinin yorumlayabileceğine ve kararlarına sadakatle uyulması gerektiğine yönelik bir yaklaşım ile hukuki sorunlara çözüm getirmeye çalışması, kendisi ile çelişen kararlar vermeye başlamasına ve yasal yetkilerini aşmasına neden olmuştur.
ANAYASA’YI İHLAL EDEN AYM’NİN İHLAL KARARINA UYULMAYACAKTIR:Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurular sonucu önüne gelen dosyalarda süper temyiz merci gibi davranmak suretiyle kendisi gibi yüksek mahkemeler olan Yargıtay ve Danıştay’ın, Anayasal yetki ve görev alanlarına müdahale etmesi halinde, ortada hukuki değerden yoksun ve yasal yetkiler aşılmak suretiyle verilen bir karar bulunacağından; ihlal kararının mahiyeti değerlendirildikten sonra Anayasa’yı ihlal eden Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararına uyulmayacaktır.
AYM’Yİ İŞ YAPAMAZ HALE GETİREN AYM’NİN KENDİSİDİR: Son zamanlarda adeta zımni iptal sonucunu doğuracak şekilde Anayasa hükümlerini uygulanamaz hale getiren Anayasa Mahkemesi’nin kendisi, Anayasa hükümleri ile açık bir şekilde çatışma halindeyken, Anayasa’nın 153. maddesine sığınma imkanı da mevcut değildir. Anayasa Mahkemesi’nin süper temyiz merci gibi davranması, bireysel başvuru sistemini bir yandan amacından uzaklaştırmış, diğer yandan da kısa sürede Anayasa Mahkemesi’ni iş yapamaz hale getirmiş ve bir iş yükü ile karşı karşıya bırakmıştır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin adeta süper temyiz merci gibi davranmak suretiyle yasal yetkilerini aşarak Şerafettin Can Atalay (2) bireysel başvurusu hakkında verdiği hak ihlali kararına hukuki bir değer izafi edilemediği için uyulmaması nedeniyle Anayasa’nın 148. maddesinde öngörülen bireysel başvuru hakkını ihlal eden Yargıtay değil, önüne gelen bireysel başvurularda yasal yetkilerini aşarak bir nevi süper temyiz merci gibi davranması nedeniyle sürekli iş yükü artan ve bu nedenle iş yapamaz hale gelen Anayasa Mahkemesi’nin bizatihi kendisidir.”