Elon Musk geri adım attı, OpenAI ile hukuk savaşı başlamadan bitti
'10'ca bilim arasından'da bu hafta en uzak hızlı radyo patlamasını, dinozor çağından beri büyüyen platoyu, Yakın Plan Fotoğrafçılığı yarışmasının kazananlarını ve ormanına sıkı sıkıya bağlanarak yok oluşunu yol açan primatları inceliyoruz.
Ocak ayının ikinci haftasından merhaba. Türkiye’de yeniden seçim stresinin başladığı, dünyada ise Gazze, Kızıldeniz (ve tabii Yemen) krizlerinin devam ettiği ve İsrail’in Lahey’de yargılandığı bir haftayı geride bırakıyoruz. Tabii bizim konumuz Türkiye ve dünyanın bu bir haftalık stresinden uzak, bilim ve teknoloji dünyasında son zamanlarda yaşanan gelişmeler. O yüzden sizi şimdiye kadarki en uzak hızlı radyo patlamasına götüreceğim. Buradaki patlamayı biraz inceledikten sonra dünyaya, hâlâ büyümekte olan bir platoya gidecek, bu platonun gizemini çözeceğiz. Sonra kısa bir mola verip, sahip olduğumuz doğal güzelliklere yakından ışık tutan başarılı fotoğrafçıların eserlerine göz atacağız. Sonraki durağımız Güney Çin’de uzun zaman önce kaybolan primatlar olacak. Bu primatlar bize bir şeye körü körüne bağlanmanın ne kadar ölümcül olabileceğini bir kez daha hatırlatacaklar.
Son olarak teknoloji dünyasına kısaca göz atacağız. Önce dil öğrenme uygulaması Duolingo’da çevirmenler ve tercümanların yapay zeka ile değiştirilmesini konuşacak, ardından da ChatGPT’nin geliştiricisi OpenAI’ın yapay zeka dil modelini telif hakkıyla korunan içeriklerle izinsiz bir şekilde eğitmesini nasıl meşrulaştırmaya çalıştığını göreceğiz. Öyleyse yolculuk başlasın!
Astro fizikçilerin, yani evren bilimcilerin çözmesi gereken çok sayıda bilmece var zaten. Fakat son yıllarda ortaya çıkan bir bilmece en fazla kafa karıştıranlardan biri. İlk olarak 2017 yılında evren bilimcileri çok şaşırtan bir olay yaşandı, evrenin derinliklerinden bir yerden çok güçlü ama çok kısa süren bir elektromanyetik radyasyon dalgası geldi. Gelen dalganın toplam enerji büyüklüğü muazzamdı ama bu dalganın ne tam olarak neden geldiğini biliyordu evren bilimciler ne de tam olarak nereden geldiğini. Bunlara ‘Fast Radio Burst – Hızlı Radyo Patlamaları’ adı verildi. O günden beri çok sayıda FRB saptandı. Hepsinde aynı bilinmeyenler devam ediyor. Emektar Hubble Uzay Teleskobu, şimdiye kadarki en uzak hızlı radyo patlamasının (FRB) gözlemlenmesine vesile oldu. Bu radyo patlamaları milisaniyeler içinde gerçekleşiyor ve çok yüksek enerjiye sahipler. İlk radyo patlaması 2017 gibi yakın bir tarihte keşfedildi. Hubble’ın ışık tuttuğu şimdiye kadarki en uzak FRB ise ilk olarak 18 ay önce Avustralya’daki Square Kilometre Array Pathfinder radyo teleskobu aracılığıyla keşfedildi. Daha önce keşfedilen FRB’lerden dört kat daha fazla enerjiye sahip bu patlama karşısında bilim insanları başta o kadar da şaşkına dönmedi belki ama sonraki gözlemlerde patlamanın oldukça uzak bir yerden geldiğini, öyle ki evrenin sadece beş milyar yaşında olduğu zamanlara dayandığını görünce epey heyecanlandılar.
Başta radyo patlamasının üç galaksinin oluşturduğu bir kümeden kaynaklandığı tahmin ediliyordu. Ama Hubble sağ olsun FRB’nin muhtemelen en az yedi galaksiden oluşan bir kümeden kaynaklanabileceği ortaya çıktı. Araştırmacılar bu galaksilerin birleşme sürecinde olma ihtimaline değinerek bunun FRB’nin gücüne güç katmış olabileceğini söylüyor. Çalışmanın yazarlarından NSF araştırma görevlisi Yuxin Dong “Bugüne kadar keşfedilen yüzlerce FRB olayına rağmen bunların yalnızca bir kısmı ev sahibi galaksileriyle ilişkilendirilebildi. Bu küçük küme içinde sadece birkaçı yoğun galaktik çevreden geldi, ancak hiçbiri bu kadar kompakt bir grupta yer almadı. Dolayısıyla bu FRB’nin doğduğu yer gerçekten nadir” diye belirtiyor. FRB’ler uzayın süregelen bilmecelerinden biri ve bu keşif, gizemi çözmemizde yardımcı olabilecek parçalardan biri.
Bundan 145 ila 66 milyon yıl öncesine tekabül eden Kretase döneminde Pasifik Okyanusu’nda Gana’dan daha büyük bir denizaltı platosu oluşmaya başladı. O plato bugün hâlâ büyüyor. Bu yapının nasıl oluştuğu uzun zamandır bilim insanlarını meraklandırıyor. Earth and Planetary Science Letters dergisinde yayınlanan yeni çalışmada bilim insanları bunu çözmüş olabileceklerini iddia ediyor. Buna göre Solomon Adaları yakınındaki Melanezya Platosu tek bir volkanik dönemde değil, dört farklı volkanik dönemde oluşmuş olabilir. Böylelikle plato, tek bir volkanik dönemin sonucu olan diğer büyük yapılardan büyük ölçüde ayrılıyor.
Zaman dilimini bilmek önem taşıyor çünkü okyanus altındaki devada volkanlar hakkındaki bilgilerimiz çok sınırlı. Çalışmanın öncüsü olan ve Las Vegas Nevada Üniversitesi’nde yerbilimci olarak çalışan Kevin Konrad’a göre normalde devasa, yıllarca süren volkanik olaylar öylesine şiddetli oluyor ki iklimi bile değiştirebiliyor, kitlesel yok oluşlarda parmakları oluyor. Halbuki Melanezya Platosu’nda durum böyle olmayabilir. Live Science’a konuşan Konrad “Pasifik havzasında bilim insanlarının yalnızca tek bir örneğe sahip olduğu bazı yapılar var ve bu da çok büyük, tekil bir olay gibi görünüyor. Bazen bu yapıları ayrıntılı olarak incelediğimizde 10 milyonlarca yıl boyunca birden fazla darbeyle ortaya çıktıklarını ve esasında öyle kritik çevresel etkilere sahip olmadıklarını fark ediyoruz” diyor.
Son 10 yılda bölgeden çıkarılan kayaların yapısını inceleyen bilim insanları platonun yaklaşık 120 milyon yıl önce oluştuğu, magmalar arasında sürüklenirken türlü türlü değişikliklerden geçtiği ve bu süreçte sualtı adaları oluşturduğu sonucuna vardı. İlginç olan şu ki okyanuslar üzerinde çalışmaya devam edilirse buna benzer başkaca yapılar keşfedilebilir.
Bülteni renklendirecek bir habere geçelim öyleyse. Close-up Photographer of the Year 2023 (Yılın Yakın Plan Fotoğrafçılığı 2023) yarışmasının kazananları açıklandı. Fotoğraflar arasında yok yok… Asit püskürten karıncalar mı dersiniz, bir düğüne misafir olan kelebek mi dersiniz… Beşinci kez düzenlenen yarışmada amaç, mantarlardan hayvanlara dünyanın doğal harikalarını hem mikro hem de makro fotoğrafçılıkla mercek altına almak. Mikro fotoğrafçılıkta küçük nesneleri objektife alabilmek için büyütme yapmak gerekirken, makro fotoğrafçılıkta daha büyük nesneler yakın plandan çekiliyor. Fotoğrafçılardan, bilim insanlarından ve doğa bilimcilerden oluşan 23 kişilik jüri, 67 ülkeden toplamda 12 bin fotoğrafı değerlendirdi.
Yılın en genç yakın plan fotoğrafçısı piroluzit duvarındaki duvar kertenkelesinin görüntüsünü yakalayan 17 yaşındaki İspanyol Carlos Pérez Naval oldu. Genç Naval bu fotoğrafı yaşadığı Calamacha köyünde çekti. “Uzun zamandır ‘taşlaşmış orman’daki kertenkeleleri çekmek istiyordum ama yakın zamanda köyümde ortaya çıkıverdiler” diye anlatan Naval sözlerine, “Muhtemelen daha sıcak bölgelerden buraya meyve sepetleri içinde geldiler. İklim değişikliği sebebiyle artık burada yaşayabiliyorlar” diye devam etti.
Bu yılın büyük ödülü ise Macar fotoğrafçı Csaba Daróczi’nin ormanda süzülen sıvacı kuşunu çektiği siyah beyaz fotoğrafa gitti. Oyulmuş bir ağaç kütüğünün içinden GoPro 11 ile çekilen bu görüntüde yukarı doğru uzanan ağaçlar sanki insan figürü oluşturuyor. Aynı zamanda çekim açısı sağ olsun ağaçlar uzaktan bakılınca devasa bir mantara benziyor. Daróczi geçen yıl kışı, yaşadığı yerin yakınlarındaki ormanda fotoğraf çekerek geçirmiş. Sonra bu ağaçlarla çevrili yeri keşfetmiş. Önce kuşun geçmediği, sadece ağaçların olduğu bir fotoğraf çekmiş ama sonra bir hayvanın fotoğrafı daha da güzelleştireceğine karar vermiş. Oyuğun yakınına ayçiçeği yerleştirmiş, böylelikle farelerle kuşları buraya çekebilmiş. Bizce gayet iyi bir iş çıkarmış.
Bu arada benim favorim düğüne konuk olan kelebek oldu. Siz de kategori kazananlarını buradan inceleyebilirsiniz. Belki benim gibi daha çok beğendiğiniz başka fotoğraflarla karşılaşırsınız.
Basketbol potası kadar boyu vardı, bir boz ayı kadar heybetliydi. Gigantopithecus blacki, şimdiye kadar yaşamış en büyük maymundu. Pleistosen döneminde yaşayan bu canlı bir milyon yıldan fazla bir süre boyunca Çin’in güneyinde dolaştı durdu. Ama bölgeye insanlığın ataları geldiğinde artık Gigantopithecus’un yerinde yeller esiyordu. Paleontologlar Gigantopithecus’un varlığından ilk olarak 1930’ların ortalarında, söz konusu maymunun azı dişlerinin “ejderha dişi” olarak satıldığı bir Hong Kong eczanesi sayesinde haberdar oldu. O zamandan bu zamana Güney Çin’deki mağaralarda Gigantopithecus’a ait yaklaşık 2 bin diş ve fosilleşmiş çene kemiği buldu. Akıllarda bir soru vardı: Bu heybetli primatlar neden ölmüştü?
Bir grup bilim insanı mağarada buldukları Gigantopithecus dişlerini analiz etti. Nature dergisinde yayınlanan çalışma, bu maymunların soyunun büyük olasılıkla 295 bin ila 215 bin yıl kadar önce tükendiğini; beslenme alışkanlıkları ve değişen çevreye ayak uyduramamaları nedeniyle yok olduklarını anlatıyor. Gigantopithecuslar yaprak dökmeyen ağaçların hakim olduğu sık ormanda yaşıyordu. Ama yaklaşık 600 bin yıl önce bölgenin iklimi değişmeye başladı ve sık ormanlar yerini açık ormanlara ve otlaklara bıraktı. Bu da meyve bulmanın zor olduğu kurak dönemlere yol açtı. Gigantopithecus değişen çevreye ağaç kabuğu ve dallar gibi daha az besleyici besinlerle adapte olmaya çalıştı ama bu döneme ait diş örnekleri hayvanların kronik stres belirtileri gösterdiklerini ortaya koyuyor. Üstelik zamanla o heybetli, dinç primatların yerini gittikçe küçüldüğü tahmin edilen bir canlı alıverdi. Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nde paleoantropolog olarak çalışan ancak bu araştırmada yer almayan Sergio Almécija New York Times’a durumu şöyle özetliyor: “Bu maymunlar belli bir çevrede yaşamakta o kadar uzmanlaştılar ki çevreleri değiştiğinde yok oluverdiler.”
Dil öğrenme macerasına atılan pek çok kişinin yolu en az bir kez Duolingo ile kesişmiştir. Genelde bir hevesle uygulamayı kullanmaya başlayıp, bir süre sonra sıkılıp kenara atarsınız. Ne var ki Duolingo uzun bir süre peşinizi bırakmaz, sürekli mail atarak sizi dil çalışmaya davet eder, ama bir noktada o da vazgeçer. Sonra gün gelir, uygulamaya yeniden döner, sil baştan başlarsınız. Bu söylediklerim kesinlikle kişisel tecrübeye dayanmıyor! Ama bugünkü konumuz Duolingo deneyimleri değil, uygulamanın sözleşmeli yazarlarını ve çevirmenlerini işten çıkararak, işçi eksiğini yapay zeka kullanarak kapatmaya çalışması. Washington Post’un haberine göre Duolingo yöneticileri, geçen yıl yaz ayından itibaren cümleleri bir dilden diğerine çevirmek için farklı yollar bulan çalışanlarını işten çıkarmaya başlamış. Tam olarak kaç kişinin işini kaybettiği belli değil ama kıyımın dil programları üzerinde çalışan ekipleri etkilediğini biliyoruz.
Duolingo sözcüsü Sam Dalsimer de şirketin 2023 sonunda sözleşmeli çalışanlarının yaklaşık yüzde 10’unu işten çıkardığını doğruladı. Gerçi spesifik bir sayı vermekten de kaçındığını belirtelim. Şirketin 700’den fazla tam zamanlı çalışanı vardı. Ağustosta işten çıkarılan sözleşmeli Rusça çevirmen Benjamin Costello Washington Post’a bu işten çıkarmaların kendileri için sürpriz olduğunu anlatıyor. Çünkü şirket başta çalışanlara güvenceler vermiş, “Sizi yapay zeka için işten çıkaracak değiliz” minvalinde sözler söylenmiş. 27 yaşındaki Costello, Duolingo yöneticilerinin sözleşmeli çalışanları işten çıkarma kararının “tasarruf” amacıyla alındığına inandığını söylemekle birlikte bu hamlenin derslerin kalitesinde düşüşe yol açacağını belirtiyor. Duolingo’da 40’tan fazla dilde 100’den fazla kurs var. Şirketin sözcüsü Dalsimer “Uzman deneyimini yapay zeka ile değiştirmiyoruz. Yeni içerik eklemek, kurslarımızı daha hızlı bir şekilde geliştirmek ve verimliliği artırmak için yapay zekadan faydalanıyoruz sadece. Her halükârda sözleşmeli çalışanlar için alternatif pozisyonlar bulmaya çalıştık” diyerek şirketin kararını savundu. Halbuki Costello atılmadan önce kendisine başka iş teklif edilmediğini söylüyor.
Peki Duolingo’nun gerçekten tasarrufa ihtiyacı var mıydı? Washington Post buna da cevap veriyor. Şirket 2011 yılında kurulmuş, Eylül 2023 sonunda aylık 83.1 milyon kullanıcıya ulaşmış. Her ay neredeyse Türkiye’nin nüfusu kadar insan uygulamaya giriyor yani. Şirketin kasım ayındaki açıklamasında 2023 yılı sonuna kadar 528 milyon dolar gelir elde etmeyi bekledikleri belirtiliyor ve hisseleri geçen yıl gerçekten de üç katın üzerinde arttı.
Duolingo’da son zamanlarda yaşanan işçi kıyımı ChatGPT hayatımıza girdi gireli “Ya işimizi elimizden alırsa?” endişesinin çok da boşuna olmadığının somut örneklerinden biri. Özellikle basın ve yayıncılık alanında yapay zekanın etkisini çok daha fazla hisseder olduk. Peki bu teknoloji sorunsuz mu çalışıyor? Hayır. Sohbet robotları henüz mükemmel diyebileceğimiz bir konumda değil, insan editörler tarafından kontrol edilip düzeltilmesi gereken hatalar yapıyor. Yine de maliyetten tasarruf etmek isteyen şirketler yazı, çeviri ve grafik tasarım için yapay zekaya giderek daha çok güveniyor. Gelecekte yapay zekanın çok daha baskın bir konuma geleceği aşikâr. İnsanlar bununla ancak kendileri için yeni iş kolları yaratarak mücadele edebilecek gibi görünüyor. Zamanla göreceğiz.
Yapay zekaya değinmişken ChatGPT’nin geliştiricisi OpenAI’ın bu hafta İngiltere’nin Lordlar Kamarası’nın alt komitesine sunduğu rapordan bahsedelim. The Telegraph’ın haberine göre şirket, yalnızca herkesin kullanımına açık içerikleri kullanmanın geliştirmekte oldukları büyük dil modellerini eğitmek için yetersiz kalacağını, bu nedenle telif hakkıyla korunan içerikleri kullanmasına izin verilmesi gerektiğini savunmuş. Bizim şiir, hikaye ve hatta kod yazmasına şaşırdığımız sohbet robotlarında kullanılan dil modellerinin çok büyük veri kümeleriyle beslenmesi gerekiyor. Bu veriler internet ortamında paylaşılan içeriklerden sağlanıyor ama biliyorsunuz ki internet ortamında paylaşılan her şey sahipsiz sayılmaz. Birçok kitabın PDF’i, sanatçıların tabloları ve yayınlanan haberler telife tabi. Başlarda bu durum pek dikkat çekmese de zaman içinde New York Times, CNN, Bloomberg gibi haber siteleri şirketin kendi haberlerinden faydalanmasını istememeye başladı. Hatta New York Times ve bazı yazarlar şirkete izinsiz kullanım nedeniyle dava açtı.
Şirket de blog yazıları, fotoğraflar, forum paylaşımları, yazılımların ve devlet belgeleri dahil her yerde insan izine rastlandığı için kaliteli yapay zeka modellerini telif hakkıyla korunan içerikleri kullanmadan eğitmenin imkansız olacağını kabul ediyor. Hatta hakkında açılan davada, “Dil modellerini bir asırdan daha uzun süre önce yaratılmış, dolayısıyla telif hakkı olmayan kitaplar ve çizimlerle sınırlandırdığımız verilerle beslemek ilginç bir deney olabilir ama günümüzdeki insanların ihtiyaçlarını karşılayamayacaklar” savunmasını bile yaptı. Ayrıca şirketin iddiasına göre telif hakkı yasası dil modellerinin eğitilmesini kapsamıyor. Yazarların açtığı toplu davadaki avukatlardan biri olan Rachel Geman ise OpenAI telif hakkıyla korunan eserleri kullanmasaydı çok daha farklı bir ChatGPT ile karşı karşıya olacağımızı söylüyor. Geman bu nedenle şirketin herhangi bir seçenek sunmadan ve tazminat ödemeden yazarların eserlerini kopyalamasının yazarların yazar olarak rolünü ve geçim kaynaklarını tehdit ettiğini savunuyor.
OpenAI telif meselesini aşmak için yayıncılarla ortaklık kurma girişimlerine başladı. Bu girişimlerden ilki Politico ve Business Insider ile oldu. New York Times ile de görüşmeler yapılmış ama açılan dava bize görüşmelerin yolunda gitmediğini gösteriyor. Bu da her telifli içerik sahibinin OpenAI ile çalışmaya sıcak bakmadığını ya da bakmayacağını gösteriyor. New York Times’ın OpenAI’ya dava açma sebebini anlattığımız daha detaylı haberimizi de buradan okuyabilirsiniz.