Komşuda ölü balık krizi: Olağanüstü hal ilan edildi
Atatürk Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Dekanı, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Toy, 5 Haziran Dünya Çevre Günü'nde kentteki iklim sorunlarına dikkati çekti. Toy, Yoğun kentleşmenin, iklim değişikliğine neden olduğunu belirtti.
Erzurum’da Atatürk Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Süleyman Toy, “Yüksek binaların varlığı, rüzgarların hızını hafifletiyor; bitki kaplı yeşil alanların azlığı ise buharlaşmanın azalmasına neden oluyor. Binalar, havanın rüzgar ve buharlaşma ile serinlemesine engel olmakta ve kentlerin daha sıcak olmasını sağlamaktadır. Kentlerin sıcak, kuru, boğucu ve kirli havası bir taraftan iklim değişikliğine neden olurken; diğer yandan buralardaki insanların konforlarını, iş performanslarını ve sağlık durumlarını etkiliyor” dedi.
‘Sera gazları, toz ve zerrecikler güneş ışınlarını tutuyor”
Coğrafi özellikler, yerel iklim şartları, kullanılan yapı malzemeleri, insani faaliyetler ve ulaşım türlerinin kenti etkilediğini, bu nedenle kentin kırsal alanlardan çok farklı olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Toy, “Kentler, bina, çatı, asfalt ve beton yüzeyler gibi geçirimsiz alanlar ile cam kaplı yüzeylerin fazla olması nedeniyle güneş ışınlarının daha fazla ısı enerjisi üretmesine neden olmaktadır. Bunun yanında, kentlerde insan faaliyetleri sonucu üretilen sera gazları ile partikül madde adı verilen toz ve zerrecikler de güneş ışınlarının tutulmasına ve kent ortamının daha fazla ısınmasına neden olur. Yine evsel ısıtma ve soğutma amaçlı enerji kullanımı, sanayi tesislerinden ve trafikten kaynaklanan fazla ısı da kent ortamında sıcaklığın artmasına neden olmaktadır” dedi.
Kentteki yüksek binalara da dikkati çeken Prof. Dr. Toy, “Yüksek binaların varlığı, rüzgarların hızını hafifletiyor; bitki kaplı yeşil alanların azlığı ise buharlaşmanın azalmasına neden oluyor. Binalar, havanın rüzgar ve buharlaşma ile serinlemesine engel olmakta ve kentlerin daha sıcak olmasını sağlamaktadır. Kentlerin sıcak, kuru, boğucu ve kirli havası bir taraftan iklim değişikliğine neden olurken; diğer yandan buralardaki insanların konforlarını, iş performanslarını ve sağlık durumlarını etkiliyor” diye konuştu.
Prof. Dr. Toy, iklim değişikliğine bağlı meteorolojik olayların arttığını, buna maruz kalan insan sayısının çoğaldığını, ayrıca can ve mal kaybının yükseldiğini vurguladı.
“Sadece jeolojik zemin etüdü yetmez”
Doğal afetlere karşı dirençli kentlerin oluşturulması gerektiğini anlatan Prof. Dr. Toy, “Artık yağışların şiddetinin arttığı, 1 yılda ya da 6 ayda yağması gereken yağış miktarının saatler içerisinde düştüğü durumlar ile karşı karşıya kalmaktayız. Bu tür durumlara karşı kentlerde altyapının hazır olması gerekmektedir. Kentlerin iklim değişikliği kaynaklı afetlere dirençli hale gelebilmesi ve sürdürülebilir gelişimi için her türlü mekansal özelliklerin analizinin yapılması gerekmektedir. Bu analizler içerisinde sadece jeolojik zemin etütlerinin değil; dere yatakları gibi yerleşebilirlik açısından riskli alanların da belirlenmesi, uzun yıllar ölçülen iklim verilerinin planlama ve uygulama aşamasında dikkate alınması gerekmektedir. Dünyada yaygın şekilde uygulanan sürdürülebilir kent modellerinin ülkemizde de benimsenmesi, kentsel yayılmanın önlenmesi ve yerinde dönüşüm uygulamalarının yaygınlaştırılması bu açıdan önemlidir” dedi.
“Kentsel tasarım rehberleri hazırlanmalı”
İklim özelliklerine ve coğrafi yapıya göre yol ve bina konumlandırılması yapılması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Toy, “Kişi başı açık ve yeşil alan miktarının arttırılması ile ilgili stratejiler geliştirilmesi, bu alanlara herkesin erişiminin sağlanması, kentlilerin özel araç bağımlılığından kurtulmasını sağlayacak ulaşım türlerinin geliştirilmesi gibi çok sayıda uygulamanın ve estetik açıdan kentleri iyileştirecek kentsel tasarım rehberlerinin hazırlanması gerekmektedir. Ekonomik açıdan kentlerin dirençli hale getirilmesi ise kent halkının yeterli iş ve istihdam imkanlarına sahip olması ile sağlanmaktadır” diye konuştu.
“Uygun olmayan araziler yapılaşmaya açılmamalı”
Dirençli kentlerin yanı sıra sosyal dirence de dikkati çeken Prof. Dr. Toy, “Afetler yaşanmadan önce riskli alanlarda yapılaşmak zorunda kalınmaması, sonrasında ise maddi kayıpların telafisi için yeterli gelir kaynaklarına sahip olunması gerekiyor. Ekonomik kazanç olarak arazi rantına ihtiyaç kalmaması ve uygun olmayan arazilerin yapılaşmaya açılmaması sağlanmalıdır. Sosyal dirençlilik ise toplumun bilgi ve bilinç seviyesinin bütün bu riskleri anlayabilecek; buna karşı bu tür tehlikelere yerel uyum kapasitesi oluşturabilecek seviyede olması gerekmektedir. Bütün bunların sağlanması içinse yasal mevzuata uygun hareket edilmesi ve ciddi bir denetimin sağlanması gerekiyor” dedi.