‘Kilo verdiren iğneler obezite cerrahisi kadar etkili ama dikkatli kullanılmalı’
Psikologdan fizyoterapiste, iç hastalıkları uzmanından diyetisyene kadar farklı branşlardan uzmanların çalıştığı obezite merkezleri, fazla kilolarından kurtulmak isteyen hastalara bir yıllık program boyunca rehberlik ediyor.
Hülya Mercimek, 36 yaşında, ilkokul mezunu bir ev hanımı. İstanbul Sultangazi’de yaşıyor. Dört çocuğu var. Ergenlik döneminden itibaren fazla kilolarıyla başı hep dertte olmuş: “İlk ciddi kilo alışım 18 yaşıma rastlar, 90 kiloya kadar çıkmıştım. Ben de kendi kendime bir diyet uyguladım, 30 kilo kadar verdim. Fakat evlenip çocuklarım doğduktan sonra kilo problemin katlanarak arttı. Pandemide 116 kiloya kadar çıktım. Bunun üzerine ‘Zayıflamayı tek başıma başaramayacağım, bir diyetisyene gitmem lazım’ dedim ve soluğu bir diyetisyende aldım. Çok işe yaradı, 30 kilo verdim. Fakat tam o sırada dördüncü çocuğuma gebe kaldım. Doğumdan sonra tartıda hayatımdaki en yüksek sayıyı gördüm. 126 kiloya kadar çıkmıştım.”
Hülya Mercimek fazla kiloları nedeniyle yolda yürüyemediğini, nefes almakta zorlandığını fark edince Sultangazi Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne obezite cerrahisi için başvurmaya karar veriyor. Fakat bir engelle karşılaşıyor, yönetmelik gereği devlet hastanesinde obezite ameliyatı olabilmek için önce aynı hastanedeki obezite merkezinde bir kilo verme programına katılması gerektiğini söylüyorlar. O da tavsiyeye uyuyor, aslında çok da iyi oluyor çünkü merkezde yapılan takiplerde hem şeker hastası olduğunu öğreniyor hem de uygulanan diyet programı ve takipler sayesinde altı ay içinde tam 21 kilo veriyor: “Çevremdekiler ‘Zayıflama ameliyatı mı oldun’ diye soruyor. Ameliyatsız kilo vermeyi başardım. Kendimi çok iyi hissediyorum, çocuklarımla daha fazla ilgilenebiliyorum. Şu an 105 kiloyum, hedefim iki rakamlı sayılara inmek.”
Hülya Mercimek’in altı aydır takip edildiği yer, Sağlık Bakanlığı’na bağlı, sayıları 30’u bulan obezite merkezlerinden biri. Psikologdan fizyoterapiste, iç hastalıkları uzmanından diyetisyene kadar farklı branşlardan pek çok uzman barındıran merkezler, fazla kilolarından kurtulmak isteyen hastalara bir yıllık program boyunca rehberlik ediyor. Örneğin geçen yıl Sultangazi’deki obezite merkezinde 462 kayıtlı hasta toplam 3 bin 696 kilo vermiş.
Obezite merkezlerinde neler yapıldığını, nasıl bir program uygulandığını Sultangazi Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Obezite Merkezi Sorumlu Hekimi, İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Emel Şimşek’e sordum. Şimşek, merkezde neler yapıldığını anlatmakla kalmadı, Türkiye ve dünyada obezitenin durumu hakkında da çarpıcı bilgiler de verdi.
20’nci yüzyılın başlarında… İlk çağlarda şişman olmak mücadele, güç kuvvet göstergesiydi. Daha sonraki çağlarda şişmanlık otorite, iktidar, başarı, güzellik olarak görüldü. Şişmanlığa yüklenen bu pozitif anlamlar sanata da yansıdı. Güzel kadınlar tablolarda hep etine dolgun, şişman olarak resmedildi. Fakat 20’nci yüzyılın başlarına gelindiğinde şişmanlığa bağlı sağlık sorunlarının olduğu, kilo verince de bu sorunların kaybolduğu fark edildi ve hastalık tanımı yapıldı. Günümüzde aşırı şişmanlık ve obezite dehşet verici boyutlara ulaştı. Dünyada bu kadar hızlı artan, bu kadar çok sayıda insanı ve toplumu etkileyen başka bir hastalık neredeyse yok.
Aldığınız enerji (kalori), harcadığınız enerjiden fazla olmasına ve vücudunuzda anormal yağ birikimi olmasına obezite diyoruz. Aslında tanısı çok kolay ama insanlar tanı kriterlerini bilmiyor. Mesela biraz önce bir hasta geldi, öyküsünü alırken “Ailenizde obez var mı” diye sordum, “Yok” dedi. Ardından “Anneniz kaç kilo” diye sorunca “97 kilo” yanıtını aldım. Sorun şu ki 97 kilo olan birinin obez olmaması için boyunun 1.90 olması lazım. Tanıya gelince… Kilonuzu, boyunuzun metre cinsinden karesine bölüyorsunuz. Çıkan sonuç 30’un üzerindeyse obezsiniz.
Obeziteyi belirlemek için kullandığımız ikinci yöntem bel çevresi ölçümü. Mezura ile bel çevrenizi ölçtüğünüzde kadınsanız 88 santimin üzerinde, erkekseniz 102 santimin üzerinde çıkması obezite tanısı koydurur.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) verilerine göre, şu anda dünyada 1 milyardan fazla aşırı kilolu ve obezite hastası var. Bunların 650 milyonu yetişkin, geri kalanı çocuk ve gençler. Bu hesaba göre dünya üzerinde her yedi erkekten ve her beş kadından biri obeziteyle mücadele ediyor.
Ülkemizde 1997-1998 yılları yapılmış ‘Türkiye Diyabet, Hipertansiyon, Obezite ve Endokrinolojik Hastalıklar Prevalans Çalışması’ (TURDEP) adında çok önemli bir çalışma var. Bu çalışmada 20 yaş üzeri 24 bin 788 hastayı tarıyorlar. Hastaların 13 bin 700’i kadın, 11 bini ise erkek. Vücut kitle endekslerine göre bakıldığında, hastaların yüzde 22’si obez, yüzde 35’i de fazla kilolu bulunuyor. Burada ilgi çekici nokta, kentsel ve kırsal sıklığının neredeyse aynı olması ama eğitim düzeyi arttıkça obezite riskinin azalması. Sonra 12 yıl sonra yani 2010 yılında TURDEP 2 araştırması yapılıyor. Obezite sıklığı TURDEP 1 ile kıyaslanınca yüzde 22’den 32’ye çıkıyor. Kentsel kırsal ayrımı yine birbirine yakın. Fakat ilk çalışmaya göre şeker hastalığında yüzde 90, obezite sıklığında da yüzde 44 artış tespit ediliyor.
TURDEP 1’e göre obezite sıklığında kadınlarda yüzde 44, erkeklerde neredeyse yüzde 100 artış olmuş. 12 yılda obezite müthiş bir artış göstermiş.
Hayır ama obezitenin yüzde 30’unun genetik, yüzde 70’inin çevresel nedenler yani kötü beslenme alışkanlıkları, hareketsizlik gibi etkenlere bağlı olduğunu biliyoruz. Bu konuda sayısız çalışma var. Obezite konusunda ne yazık ki doğdunuz yer de kaderiniz oluyor. DSÖ’nün dünyada obezite sıralamasıyla ilgili en son çalışmasına baktığınızda Türkiye 12’nci sırada. İlk sıralarda sosyoekonomik, sosyokültürel seviyesi çok düşük ülkeler yer alıyor. Mesela Nauru, Cook Adaları, Palau, Marshall Adaları gibi. Bu ülkelerde obezite oranları yüzde 60-70’lerde. Buradan da görüyoruz ki ekonominiz ne kadar kötüyse sağlıklı yiyeceğe ulaşma ihtimaliniz o kadar zorlaşıyor. Yani bireysel olarak ne yaparsanız yapın, ekonominiz kötüyse, sağlıklı besine ulaşamıyorsanız bir yerde obezite sizin için kaçınılmaz oluyor.
Türkiye bu listede 12’nci sırada ama az gelişmiş, OECD’de olmayan ülkeleri çıkardığınız zaman Türkiye ikinci, ABD ise ilk sırada yer alıyor.
Bizde problem aşırı karbonhidrat ve yağlı beslenme sanki. Tabii ekonomik koşullar da çok önemli. Bazen diyetisyenimizle “Proteini artırmamız lazım ama nasıl” sorusuna kafa yoruyoruz. “Doktor Hanım, üç köfte yazacağım ama elim gitmiyor, o evde 6 kişi yaşıyor” diyor. Alım gücü gerçekten düşük. Bu durumda baklagiller gibi bitkisel proteinlerle zenginleştirilmiş yiyecekler kurtarıcı oluyor.
Kesinlikle… Obezite hekimler arasında bile kişisel kontrol bozukluğu olarak görülüyor. “Diyet yap, yemek yeme, gel” diye bakılıyor meseleye. Oysa bu kişisel kontrol bozukluğu falan değil, komplikasyonları olan, takip ve tedavi edilmesi gereken bir hastalık. Bu konuda anlaşmak lazım. Tedavide ne yazık ki çok gecikme oluyor. Hem sağlık sisteminden hem de hastadan kaynaklanan sebeplerle obezitesi olan birinin ilgili hekime ulaşması ortalama altı yılı buluyor. Gecikince de metabolik bir sürü komplikasyon geliştiriyorsunuz. Obezite, hipertansiyona, diyabete, kalp damar hastalıklarına, kireçlenmeye, kansere, solunum yolu problemlerine hatta psikolojik bazı sorunlara neden oluyor.
Tedavide gecikme dışında ciddi bir problem daha var bence: Obezitesi olanlar, sorunu hastalık olarak görmedikleri için öncelikle diyetisyene başvuruyor. Diyetisyen, obezite tedavisinin olmazsa olmazıdır ama hastalığın tedavisinin mutlaka bir hekim tarafından yapılması gerekiyor.
Obezite merkezleri, 100 günlük eylem planı kapsamında Cumhurbaşkanlığı tarafından kuruldu. Şu anda Türkiye çapında 30’un üstünde obezite merkezi var, bu sayının 64’e çıkarılması hedefleniyor. Fiziksel olarak hastaneden bağımsız, kendi sınırları içinde olan bu merkezlerde genellikle dahiliye ya da endokrin uzmanı, psikolog, fizik tedavi uzmanı, diyetisyen, halkla ilişkiler uzmanı ve hemşire bulunuyor. Çünkü obezite, bu branşların bir arada çalışmasını gerektiren bir hastalık.
Öncelikle obezite merkezine randevu sistemiyle başvurmuyorsunuz. Merkeze direkt gelip halkla ilişkiler sekreterimize isminizi yazdırmanız yeterli. Sonra o gün öğleden sonra obezite merkezinin işleyişi hakkında bilgilendiriliyorsunuz. “Burası devam zorunluluğu olan bir okul, eğitim programlarımız, fiziksel aktivite yaptığımız günler, psikolog eşliğinde grup terapilerimiz var. Bunlara katılmak zorundasınız” diye bilgi veriliyor. Bazı hastalar çalıştığı ya da evde çocuğunu bırakacak kimse olmadığı için böyle bir programa girmek istemiyor. Kabul edenlere de randevu veriliyor.
Randevusunun olduğu gün hasta, ilgili bölümlerde konsülte ediliyor, önce tahlilleri isteniyor, hastanın obezitesinin altında bir dahiliye ya da endokrinoloğun müdahale etmesini gerektiren bir hastalık var mı diye araştırılıyor. Mesela hipotiroidi, Cushing, diyabet gibi kilo vermeyi güçleştiren sorunların olup olmadığı konusunda hasta taranıyor. Bunları değerlendirdikten sonra hastayı ilgili bölümlere gönderiyoruz. Mesela hastaya mutlaka bir psikolog görüşmesi yaptırıyoruz çünkü obezitenin altından bazen psikolojik nedenli yeme bozuklukları, depresyon gibi psikiyatrik sorunlar çıkabiliyor. Günümüzde obezitenin artışı ile duygu durum bozuklukları arasında kesinlikle bir ilişki var. Stresli bir ortamda yaşıyor, her şeye yetişmeye çalışıyoruz. Stresle baş etme metodu olarak yemeyi seçiyoruz. Çünkü tokluk insana çok haz veren bir duygu, yedikçe haz alıyoruz. Yapılan bir çalışmada, obez hastaların neredeyse yüzde 80’inin depresyonda olduğu görülmüş. Yeni yapılan bir başka çalışmaya göre depresyon hastalarının yüzde 53’ü obezite eğiliminde…
Öncelikle kontrollerde bir sorun saptanmışsa ona yönelik bir tedavi veriliyor. Örneğin şekeri ya da tiroid hastalığı varsa hastanın tedavisi düzenleniyor. Bunun dışında diyetisyen hastaya bir diyet listesi yazıyor, fizyoterapist günlük harcaması gereken kalori miktarına göre fiziksel aktivitelere yönlendiriyor. Ardından da hastaları 30’ar kişilik gruplarda topluyoruz. Bizim şu an bu şekilde 30’luk gruplara ayrılmış 600 hastamız var. Hastaları bir eğitim programına alıp onları obezite hakkında bilgilendiriyoruz. Ayrıca hastalar kendi aralarında bir WhatsApp grubu kuruyor, onların bir yöneticisi oluyor ve saat kaçta hangi grup çalışmasını yapacağımızı o kişi üzerinden hastalara aktarıyoruz. Mesela diyoruz ki “Çarşamba günü saat 10.00’da pilates dersi, cuma günü sabah 10’da psikolog eşliğinde motivasyon toplantıları yapacağız.” Sonra hastalar o saatte merkezdeki egzersiz salonunda ya da konferans salonunda buluşuyor.
Haftada bir gün psikolog eşliğinde motivasyon oturumu, üç gün de fizyoterapist eşliğinde fiziksel aktiviteler için buluşma gerçekleşiyor. Bunun dışında üç ayda bir obezite hemşiresi, psikolog, fizyoterapistin dahil olduğu, benim de yer aldığım eğitim toplantılarımız oluyor. Hastaları büyük konferans salonunda toplayıp onlara barkovizyondan çeşitli içerikler sunuyoruz. Bir yıl boyunca hastalar bu şekilde dört büyük eğitime girmiş oluyor.
Obezite ile mücadele konusunda en büyük sorunlardan biri, kısa sürede mucizevi sonuç beklemek, başarısız olunca da “Ben ne yaparsam yapayım olmuyor, bu benim kaderim” deyip tedaviyi sonlandırmak. İkinci önemli sorun, estetik yönü önemsemek. Dolayısıyla hastalara eğitimlerde benimsetmemiz gereken iki hedef var. Bir, obezite, estetik sorunlardan öte ciddi sağlık sorunlarına neden olan bir hastalık. İki, kilo verme konusunda aceleci davranılmamalı, doğru tedavi şeması üç ay, altı ay ve 12 aylık periyotlarla kilo vermeye çalışmak olmalı. Hastalara bu istikrarlı kilo verme stratejisini anlatınca onlar da daha fazla motive oluyor, “Ben hemen 20 kilo vermeyeceğim, kilolardan yavaş yavaş sağlıklı bir şekilde kurtulacağım” diyorlar.
Hastaların haftalık kilo tartıları alınıyor, kilo verme sürecinde ilerleme mi yoksa duraksama mı var, bunlar yakından izleniyor. Takipler sırasında “Şu hastanın duygu durumunda bir sorun olmuş ya da fiziksel aktivitesini yapmamış” gibi bir sorun tespit etmişsek o hastayı ilgili bölümlerle temas etmesini sağlıyoruz. Kilo verme mücadelesi bir yıl sürdüğü için bazen hastalarda motivasyon düşebiliyor. İşte o noktada psikologla yapılan motivasyon toplantıları çok işe yarıyor. Hastalar bir çember oluşturup konuşuyorlar mesela.
Yüzde 60 diyebilirim. Bizim merkeze 2022 yılında 462 kayıtlı hasta vardı. Bir yıl sonra toplam kilo kaybı 3 bin 696 kilogramdı. Aslına bakarsanız bir obezite hekimi olarak ilk hedef olarak yüzde beş kilo kaybını bile tıbbi olarak başarı olarak görüyorum. Çünkü yüzde beşlik kayıp, ölüm riskinizi, kalp damar hastalığı, diyabet, tansiyon riskinizi önemli ölçüde azaltıyor.
Bizim bir yıllık kilo verme programı dolmadan ciddi kilo veren, şeker ilaçlarını tamamen bırakan, tansiyon ilaçlarını azaltan çok sayıda hastamız var. Bu arada bir yıl sonunda yani program bittiğinde de hastayı bırakmıyoruz, hastalar bu kez koruma programına alınıyor, aylık ya da üç ayda bir, dış takiple izleniyor.
Sultangazi sosyoekonomik, sosyokültürel seviyesi daha düşük olan bir ilçe öncelikle. Hastalar da doğal olarak bu grupta oluyor. Sosyoekonomik seviyesi düşük olsa da hastaların yüzde 80’inin bir diyetisyene gitme öyküsünün olduğunu görüyorum. Yine bizim bölgede doğum oranları fazla, doğumla birlikte obezite oranı da arttığı için genellikle sık doğum öyküsü olan kadın hastalar geliyor. Ama inanın, saydığım özellikler tedavi açısından bir sorun yaratmıyor. Hepsi söylediklerinizi anlıyor, tedaviye uyum sağlıyor, programa vaktinde katılıyorlar. Tedaviye uyumsuzluk yalnızca yüzde beş diyebilirim. Çok ilginç bir gözlemimi daha aktarmak istiyorum. Hastalar kilo verdiklerinde çevresinden bazen olumsuz tepkilerle karşılaşıyor. Mesela, görümcesi ya da eltisinin “Ne hale geldin. Artık yeter, çok kötü gözüküyorsun” gibi tepkilerine maruz kalabiliyorlar. Biz eğitim programlarımızda hastalara bunlara karşı durmasını, kendilerini savunmasını da öğretiyoruz.
Evet, vücut kitle endeksi 30’un üzerinde olan yaklaşık 50 hastada ‘liraglutid’ etken maddeli iğneleri kullandık, yüzde 95 hastada iyi sonuçlar aldık. Ama bu ilaçları gerçekten gerekli hasta grubunda kullanıyoruz. Hem maliyeti yüksek hem de ilacı bulma konusunda şu anda bazı sıkıntılar yaşanıyor. İlaçları kullanma konusunda hastanın, ilacı konumlandırdığı yer bizim için çok önemli. Bir kere, “Benim bir ay sonra düğünüm var, beş kilo vermek istiyorum” gibi bir talebi kabul etmiyoruz. Beden kitle endeksi 30’un üstünde olanlara sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivite alışkanlığı kazandırma sürecinde, hastanın ekonomik durumuna göre destek olarak bu ilaçlardan yararlanabiliyoruz. Elbette “Siz buraya bir okula geldiniz. Beslenme ve aktivite olmadan bu ilaçlar hiçbir işe yaramaz. İlacı bıraktığınızda eski iştahınızla baş başa kalır, yeniden kilo alırsınız” vurgusunu yaparak…
Beden kitle endeksi 30’un üzerinde olan isteyen herkes başvurabilir.