YRP’li Yüksel’den evlilik açıklaması: Piyasayı piçlerle mi dolduralım
Mutlu çiftlerin sırrı nedir? Kişisel gelişim yazarı Mark Manson soruyu en doğru kişilere, evliliği 10 yıldan uzun süren mutlu çiftlere sormuş. Gelen yanıtlardan 13 maddelik bir liste derlemiş. Bakalım işin sırrı neymiş?
İnternet dergisi QZ, uzun süren mutlu ilişkilerinin sırrını 13 maddede topladığı bir yazıyı ‘Sürdürülebilirlik’ sekmesinin altında yeniden yayınladı. Bundan daha doğru bir bölüm tercihi olamazdı. Bir ilişkiye, ki her türlü ilişki olabilir bu, başlarken sorulması gereken ilk soru bu belki de: Bu iş sürer mi?
‘Ustalık Gerektiren Kafaya Takmama Sanatı’ ve benzeri bir dizi kişisel gelişim kitabının yazarı Mark Manson’ın kaleme aldığı yazının hazırlanma şekli de ilginç.
Manson, evlenmeden önce çoğu kişinin yapacağı şeyi yapmış, mutlu evliliği olan birinden ‘bu işin sırrı nedir’ diyerek tavsiye istemiş. Sonra, neden tek kişiyle sınırlı kalayım ki diye düşünmüş ve aynı soruyu evliliği 10 yıldan fazla süre mutlu şekilde devam eden okurlarına yöneltmiş.
Yazar 1500’den fazla kişiden yanıt aldığını ve çoğunun benzer şeylerden bahsettiğini söylüyor. Tolstoy’un Anna Karenina romanından ödünç alarak söylersek, bir anlamda “Bütün mutlu evlilikler birbirine benziyor.”
‘Evlilik sırları’nı özetleyerek derledik, yine de hayli uzun oldu. Doyamayanlar orijinaline de göz atabilir.
Doğru neden herkese göre değişebilir. O zaman sık rastlanan ‘yanlış’ nedenleri sayalım. Arkadaşlardan ve aileden gelen evlilik baskısı, kağıt üstünde ve görünürde evli olmanın getirdiği avantajların cazibesine kapılmak. Özellikle daha genç yaşlarda körkütük aşık olmak ve aşkın sonsuza dek sürerek ilişkiyi devam ettireceği yanılsamasına kapılmak. Kısacası karar vermeden önce kendinize ‘neden’ evlendiğinizi sorun ve cevabı samimiyetle verin.
Mutluluğun sayısız tanımından biri de ‘Beklentilerle elde edebildiklerimiz arasında sağlıklı bir denge kurmak’tır. Oysa romatik ilişkilerin temelindeki aşk, insanın gerçeklik algısını geçici olarak felç edecek kadar güçlü bir duygudur ve onun sayesinde her şeyin üstesinden gelinebileceğini sanılır. Uzun uzun aşkı anlatmak yerine, özetle ‘aşkın ipiyle kuyuya inilmez’ diyelim. Aşk tabii ki olmalı ama ilişkinin sürmesini sağlayan gözünüzü kör eden ‘kimyasal aşk’ değil, ilişkiye verdiğiniz emek ölçüsünde sağlamlaşan ‘derin aşk’tır.
Yirmi, otuz hatta kırk yıl devam eden ilişkilerde en çok öne çıkan ortak temanın ‘iletişim’ değil ‘saygı’ olmasına şaşırdınız mı? Bu insanlar, ne kadar açık ve şeffaf olurlarsa olsunlar, iletişimin bir noktada bozulabileceğini tecrübeleri sayesinde öğrenmişler. Çatışmaların kaçınılmaz olduğunu, zaman zaman birbirlerini anlayamayacaklarını kabul etmişler. Ancak birbirlerine olan saygılarını koruyarak zor zamanlarda ilişkiyi bitirecek kadar sert inişler yapmamayı başarmışlar.
Biri ilişkisiyle ilgili bir sorununu anlatıp size fikrinizi sorarsa ona verebileceğiniz en iyi tavsiyelerden biri de şu olabilir: Bunu eşine anlat. Tabii ki bu kadar basit değil ama altı çizdiğimiz, ilişkinizde sizi rahatsız eden konuların konuşabiliyor olması gerektiği. Ya da şöyle demek lazım: Partnerinizle meselelerinizi ne kadar açık ve rahatça konuşabildiğiniz ölçüde sağlıklı ve mutlu bir ilişki sürüyorsunuz.
Konuşmak sadece iç döküp rahatlamak anlamına gelmiyor. Konuşarak bir takım yanlış anlaşılmaları gidermenin ötesinde ilişkide güveni inşa ediyorsunuz. Size acı bile verse bazı konuları konuşmak bazı gerçeklerle yüzleşmek aramızdaki güveni ve bağı güçlendiriyor.
Evlilikte çoğu kişinin güvenden anladığı ‘kıskançlık’ ‘sadakat’ gibi kavramlarla sınırlı kalıyor. Halbuki güven bundan çok daha derin bir kavram. Yarın ölümcül bir hastalığa yakalansanız eşiniz yanınızda olur mu? Baskı altında doğru kararlar verebilir mi? Paranızı idare edebilir mi? Büyük bir hata da yapsanız yanınızda olmaya devam eder mi? Bu güven ilişkilerde zamanla azalır ya da artar.
İlişkilerin karşılıklı fedakarlıklarla yürüdüğününe dair çok şey söylenir, bunda doğruluk payı da vardır. Yalnızca fedakarlığa dayalı bir ilişkinin mutlu şekilde sürdürülmesi mümkün değildir. Çünkü sürekli fedakarlık kronik mutsuzluk demektir.
Halbuki mutlu ilişki ancak iki mutlu insanla mümkündür. Kendi kimliği çevresi, ilgi alanları ve bakış açıları olan iki insan; kendi başınayken mutlu olduğu için bir araya geldiğinde de mutlu olur. Bu nedenle, partnerinizi kontrol etmeye ya da kendi kontrolünüzü ona teslim etmeye kalkışmayın.
Ayrı arkadaş çevreleri, farklı hobiler, ayrı tatiller, ayrı yatak odaları… Özgürlük alanının ne kadar genişleyeceği çiftten çifte değişse de uzun ilişki yaşayan insanlar büyük çoğunlukla birbirini sıkıp boğmayanlardan çıkıyor.
Peki çiftler neden birbirini özgür bırakamaz? Uzmanlar bunun özgüven eksikliğinden kaynaklandığını söylüyor. Partnerimize çok fazla alan tanırsak belki de artık bizimle olmak istemeyecek. Kendi değerinden şüphe eden insanlar böyle bir rahatsızlık içinde olup karşıdakini kontrol etmeye çalışabilir.
İşin bir başka boyutu daha var. Kocanızın erkek arkadaşlarıyla kısa bir tatil yapmasını istemiyorsanız ya da karınızın iş çıkışı arkadaşlarıyla bir yerde içki içmesinden rahatsız oluyorsanız, belki de birlikte olduğunuz kişinin farklı sosyal ortamlarda kendini idare edemeyeceğini düşünüyorsunuz.
Özellikle 20 yıldan uzun süren evliliklerde çiftler birbirlerinin nasıl değiştiğini sürekli gözlemliyor ve genç çiftlere şöyle sesleniyor: “Yıllar sonra bir gün uyanacaksın ve eşinin bambaşka biri olduğunu göreceksin. Ona da aşık ol.”
İlişkinin temelinde her bireyin ilgi ve değerlerine saygı varsa ve her iki taraf da gelişime açıksa zamanla değişim kaçınılmazdır. Her şey bir günde değişmeyeceğine göre önemli olan iletişimi koparmayıp bu sürecin gözlemcisi ya da yönlendiricisi olmak.
Değişimden kasıt ‘Eskiden peynir severdi şimdi yoğurt seviyor’ gibi basit şeyler değil. Meslek değiştirmek, din ya da ülke değiştirmek, aile üyelerinin (çocuklar dahil) ölümü… gibi durumlarda hayatın önümüze çıkardığı yeni yollardan bahsediyoruz.
İyi bir kavganın evlilik için ne kadar faydalı olduğunu tahmin bile edemezsiniz. Hatta hiç kavganın olmadığı bir evliliğin bitkisel hayatta olduğu bile söylenebilir. Yeter ki kavga ederken şu dört toksik tavırdan kaçının: 1. Partnerinizin kişiliğine saldırmayın. 2. Sürekli savunma pozisyonuna geçmeyin. 3. Onu küçümsemeyin. 4. Kendinizi kapatıp iletişimi kesmeyin.
Eski tartışmaları yeniden açmak, meseleleri birbirine karıştırmak; mesela dağınıklıktan şikayet ederken birden konuyu müsrifliğe oradan da kabalığa getirmek de iyi bir kavgacı olmadığını gösteriyor olabilir. İyi bir kavganın anahtarı şurada: Gerçekten sorunu çözmek üzere kavga edin. İlişkinizin iyiliğini düşünüyorsanız kimin haklı olduğuyla çok fazla ilgilenmeden meseleyi haletmeye odaklanın.
Boşanmış çiftlerin en çok dile getirdiği ortak deneyimlerden biri, ortada bir sorun olduğunu hissetmek ancak adını koyamadıkları için bunu görmezden gelmek. İyi ve dürüst bir kavga bu tip örtük sorunları açığa çıkarmak için de faydalı. O yüzden kavgadan kaçmayın, hatta gerektiğinde kavga çıkarın.
Haklı olduğumuzu düşünüyorsak sesimiz yüksek çıkar. Ancak böyle bir durumda susmanın ilişkiye büyük faydası olabilir. Partneriniz haklılığınızı ona karşı kullanmadığınızı görür ve size saygısı artar. Daha da önemlisi sevildiğini hisseder. Affetmek için bir sorunun ille de çözüme kavuşması ya da birinin özür dilemesi gerekmez. Uzun ve mutlu ilişkileri olan insanlar her konuda anlaşmaları gerekmediğini bilir. Karşıdaki kişiyi gelecekteki davranışları için de peşinen affeder.
Mutluluk olduğunu belirten çiftlerin neredeyse yarısı ‘küçük şeyler’ konusundaki hassasiyetlerinden bahsetmiş. Yatmadan önce iyi geceler öpücüğü vermek, film izlerken el ele tutuşmak, cebine küçük sevimli notlar koymak… Bu davranışların etkisi zamanla daha da artar. İlişkiyi yıpratan küçük şeyler de var. Muhtemelen değiştirmeyeceği küçük kusurları yüzünden tartışıp durmak, 40 yıl boyunca aynı yere düşen su damlasının taşı delmesi gibi, ilişkiyi sizi bile şaşırtacak kadar yıpratır.
Yeni bir aşkın itici gücü seks olabilir anca uzun evlilikte bunun söz konusu olmadığını en azından evli çiftler bilir. Peki neden yine de onlara göre seks önemli? Tersten bakalım: Aslında genellikle, ‘seks iyi olduğu için ilişki iyi’ olmaz, insanlar birbirlerine olumlu duygular beslediklerini için sarılmak, öpüşmek, sevişmek ister. Seks bir anlamda ilişkinin genel durumunu ortaya koyan bir göstergedir. Seks aynı zamanda ilişkinin tutkalıdır; bağı güçlendirir. Ruh ve beden sağlığı için de iyidir. Ancak bu konuda her çiftin standardı farklı olabilir. Kimi çift cinselliğe daha deneysel yaklaşırken bazıları sıklığa önemser. Uzun evlilikler sürdüren çoğu çift, seksin ilişkiyi yalnızca sağlıklı tutmakla kalmayıp, araya soğukluk girdiğinde onu yeniden ısıtmak için işe yaradığını söylüyor. Bazen havanız olmasa da…
Evlilik özetle hayatı paylaşmak demek; hayatın yükünü paylaşmak da buna dahil. Ama bu, her şeyi yarı yarıya paylaşılacağı anlamına gelmemeli. İyi ilişkilerde çiftler elinden gelen en fazla katkıyı veriyor. Gerçek şu ki ilişkiler kusurludur, çünkü insan kusurlu bir varlıktır. O yüzden katı kurallar koyup uyamamaktan ve suçlayıp suçlanmaktansa pragmatik olmakta fayda var.
Evliliği maratona benzetmek mümkün; bazen koşarsınız, bazen durursunuz. Roller-coaster da denebilir; inersiniz, çıkarsınız. Yahut bir okyanus, dalgalar yükselir alçalır. Kıdemli evli çiftler yıllar içinde birbirlerine karşı çok çeşitli duygular beslediklerini söylüyor: Sevgi, nefret, minnet, hayranlık, kırgınlık… Çoğu ilişkiye yeterince zaman tanımış ve duyguların nasıl hızla değişebildiğini bizzat görmüş. Hayatın, dolayısıyla ilişkilerin akışkanlığını ve değişkenliğini kabul etmek bu savrulmaları sükunetle karşılamanızı sağlar. Böylece ilk kavgada ayrılmaya kalkmazsınız. Üstelik duygular iyi yönetildiği mutlu bir evlilikte olumlu duygular zamanla artarken olumsuz olanlar yıllar içinde azalır.