Orta Doğu’da ziyaret silsilesi: İsrail Turizm Bakanı Riyad’da, Suudi Büyükelçi Batı Şeria’da
ABD’nin eski Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray’da bir dönem daha görev yapmak istiyor. Amerika’nın son yıllarda nasıl bir değişimden geçtiğini görmek için Cumhuriyetçilerin elindeki eyaletlere bir yolculuk yapacağız. Ülke, ikinci bir Trump dönemine dayanabilir mi?
Alman haber dergisi Der Spiegel’den René Pfister, ABD’nin son dönemlerde çeşitli konularda mahkemelik olan eski Başkanı Donald Trump’ın partisi Cumhuriyetçilerin güçlü olduğu eyaletleri mercek altına alarak, ülkenin bir dönem daha Trump yönetimine hazır olup olmadığını irdeledi. Bu çarpıcı dosya haberi çevirerek yayımlıyoruz, iyi okumalar.
Daniel Bogard, “Gözyaşları sel oldu” diyor bir telefon konuşması ardından cep telefonunu yere bırakırken. Onun da kendini toparlamak için biraz duraklaması gerekiyor. Kendisi az önce eşine “Halledeceğiz” dedi. Ancak onun da ne yapacağına dair bir fikri yok.
Bogard, içten içe olayların bu kadar kötüye gitmeyeceğini umuyordu. Cumhuriyetçilerin yasayı sadece birkaç çarpıcı manşet uğruna yazdıklarını umuyordu. ‘Pedofili’, ‘çocuk istismarcısı’, ‘tacizci’ gibi hakaretleri sadece muhafazakâr seçmene oynadıkları için savurduklarını umuyordu.
Şimdiyse, mayıs ayının adeta insanın üzerine üzerine gelen bu güneşli çarşamba sabahında, Missouri Gençlerini Cinsel Deneyimlerden Koruma Yasası (SADE) kabul ediliyor. Bu yasa, 18 yaşından küçük olup da kendilerini biyolojik cinsiyetiyle tanımlamayanlara tıbbi hizmet verilmesini yasaklamakla kalmıyor, aynı zamanda doktorları yasağa karşı gelmeleri halinde lisanslarının feshiyle tehdit ediyor. Missouri Eyalet Valisi Mike Parson tarafından imzalanan SAFE, Bogard’ın kulağında bir eşek şakası gibi çınlıyor.
1930’larda Almanya’daki Yahudilerin hislerini ilk kez anlayabildiğini, kendisini bazen ailesiyle nereye kaçsa diye düşünürken bulduğunu söylüyor Bogard. Demokrat bir valinin başta olduğu Illinois’e mi gidilmeliydi? Ya da Kanada? Bu düşünceleri birkaç ay öncesinde kulağa abartılı gelebilirdi belki. Bogard, endişesini “Bu derece bir nefretin siyasi gücü çok büyük” sözleriyle ifade ediyor.
St. Louis’nin yemyeşil çimenleri, hafif inişli çıkışlı tepeleri ve dalları arasında sincapların koşuşturduğu yaşlı ağaçlarıyla cennet gibi bir taşra kasabası olan Creve Coeur’daki evinin verandasında yalınayak, başında kippa ile oturuyor. Evinin duvarına bir gitar asmış
Bogard’ı tanıyalım, kendisi son derece muhafazakâr bir eyalette her zaman sol eğilimli bir yerleşim bölgesi olan St. Louis’de liberal bir Yahudi sinagogunun hahamı. Missouri sakinlerinin yaklaşık yüzde 70’i dinine oldukça bağlı Hristiyan ve bu kitlenin çoğu seçimlerde oylarını Donald Trump’tan yana kullandı. Trump, 2020 başkanlık seçimlerinde Missouri’de oyların yüzde 56,8’ini aldı.
St. Louis’den batıya, eyalet başkenti olan Jefferson City’ye doğru uzanan 70 numaralı otoyolda sonsuzluğa gidiyor gibi görünen bir dizi kilise bulunuyor. Bu kiliseler Faith Christian Family, New Life ve Independence Baptist Kiliseleri.
Bu muhafazakâr eyalette Tanrı’ya olan inanç ancak ABD Anayasası’nın ek ikinci maddesine, yani silah taşıma hakkına olan inançla ölçülebilir nitelikte. Missouri Nehri’nin üzerindeki bir kayalıkta yer alan göz alıcı neo-klasik mimariye sahip olan eyalet başkentine, ruhsatlı silah taşıyanlar da dahil olmak üzere isteyen her vatandaş girebilmekte.
Bogard yoğun bir şekilde siyasetle ilgileniyor ve Missouri gibi bir eyalette sola eğilimli biri olmanın gerektirdiği üzere kolay kırılmayan bir yapıya sahip. Başkentte muhafazakâr milletvekillerinin bir çeşit güç gösterisi olarak kahve fincanlarının üzerine ‘Liberal Gözyaşları’ yazmalarına dair hikayeler yeni yazılıp çizilmeye başlamadı. Ancak son yıllarda Bogard’ın tam olarak adını koyamadığı bir şeyler değişmiş durumda.
Peki neden oldu bu değişim? Trump yüzünden mi? Twitter yüzünden mi? Salgın yüzünden mi? Ya da üçünün bir karışımı mıydı buna sebep olan?
Bogard, Missouri siyasetinde ucubelerin hep olduğunu söylüyor. Örneğin eyaletin kırsal, güneybatı kesiminden bir Senatör olan Mike Moon gibi adamlar. Moon, bir tartışma sırasında 12 yaşında evlenen ve hâlâ evli olan ‘kızlar’ tanıdığını söyleyerek zamanında manşetlere çıkmıştı. Moon, manşet olan cümleleriyle küçük yaşta evliliğe sıcak baktığını söylüyor gibiydi, sonrasında bu çıkarımı inkar edecekti tabii.
Bogard, Missouri’deki Cumhuriyetçiler arasında Moon gibi insanların her zaman var olduğunu söylüyor. Ancak şimdi aşırı sağcıların yönetimi ele geçirdiğini ve tabanı mutlu etmek için sürekli yeni meselelere muhtaç olduklarını söylüyor. Bogard, bu duruma ‘kırmızı et’ adını vermiş.
Kürtaj hakkı uzun süre Missouri’deki en büyük ‘kırmızı et’ parçası olarak Cumhuriyetçiler için mükemmel bir yel değirmeni işlevi gördü, özellikle de bu et parçasını pişirip pişirip servis etmenin herhangi bir sonucu olmadığından bunu sık sık kullandılar. Çünkü kürtaj hakkı, tüm ülke için geçerli olan 1973 tarihli Yüksek Mahkeme kararıyla korunmaktaydı. Bu durum Haziran 2022’de, mahkemenin yeni ve muhafazakâr çoğunluğunun, bu kararı kaldırmasıyla değişti. Yasa, bu değişiklikten önce neredeyse 50 yıldır koruma altındaydı. Bugün Missouri, tecavüz ya da ensest vakalarında bile kürtaja izin vermeyen, ülke genelindeki en katı kürtaj karşıtı yasalardan birine sahip. Cumhuriyetçiler yasanın kabul edilmesini çığır açan bir zafer gibi kutladı, ancak unuttukları bir şey vardı: Kırmızı et şimdi nereden gelecekti?
Cumhuriyetçilerin bakışları Daniel Bogard’ınki gibi ailelerin üzerindeydi. Kendisi ve eşinin ikiz çocukları var ve Bogard, çocuklarından birinin biyolojik cinsiyetiyle tamamen barışık olmadığını erkenden fark etmiş. Bogard, çocuğunun ne giyeceğini seçebildiği yaşlardan beri kıyafet ödünç almak için hep ağabeyinin odasına gittiğini söylüyor. Bir akşam evladını yatırırken “Tanrı beni erkek olarak yeniden yaratabilir mi?” sorusuyla karşılaşmış. Çocuğu o zamanlar dört ya da beş yaşlarındaymış.
Bogard, oldukça açık görüşlü biri ancak çocuğunun yeni kimliğini kabullenmesi epey zaman almış. Kendisi, çocuğunun uzun saçlarına bayılıyormuş ancak evladının saçlarını önce omuzlarına, sonra çenesine, sonra da kulaklarına kadar kısaltılmasına razı gelmiş. Ailesinde bir süre sonra yeni bir isim, bir erkek ismi konusu gündeme gelmiş. İsim konusu büyük bir adımmış ancak Bogard’ı rahatlatmış. “Söylediğinde bayağı rahatladım çünkü yeni ismi çok daha iyiydi.”
Bogard’ın oğlu Missouri’deki doktorlardan tıbbi destek alıyor, ancak şimdi babanın kafası karışık. Dokuz yaşındaki oğlu adına bir sonraki adım muhtemelen kadınlarda görülen özelliklerin gelişmesini önlemek için oğluna ergenlik önleyici ilaçların reçete edilmesi olacaktı. Ancak yeni yasa gelecek ayın sonunda yürürlüğe girdiğinde bu uygulama yasaklanmış olacak.
ABD’de trans çocuklara ergenlik önleyici ilaçların ve hormon tedavisinin verilip verilmeyeceği ve ne kadar erken verilebileceği konusunda yoğun bir tartışma hakim. Konuyla ilgili çalışmaların yetersizliği nedeniyle uzmanlar arasında bile tartışmalar var. Ancak çalışmalar Cumhuriyetçilerin pek ilgisini çekmiyor, zira bu konuda mantıklı bir çözüme gönüllü değiller. ‘Trans ideolojisine’ karşı yürütülen mücadele, kültür savaşının en yeni cephesi olarak kabul ediliyor. Cumhuriyetçilere göre bu mücadele ancak uç bir yanlış ve uç bir doğru varsa sürdürülebilir. Cumhuriyetçilerin gözünde iki taraf var: Endişeli ebeveynler ve laboratuvar önlüklü ‘çocuk istismarcıları’.
Ocak ayı sonunda yayımlanan bir videoda Donald Trump, ‘gençlerin kimyasal, fiziksel ve duygusal tahribatını’ durduracağı sözünü verdi. Yeniden seçilmesi halinde, öğretmenlerin çocuklarla yanlış bedende doğmuş olabilecekleri ihtimali hakkında konuşmalarını bile yasaklayacak bir yasa çıkaracak.
New York Times tarafından yapılan bir araştırmaya göre, aralarında Missouri, Teksas, Florida ve Idaho’nun da bulunduğu Cumhuriyetçilerin yönetimindeki 13 eyalet, cinsiyet onaylayıcı tıbbi bakım hizmetini tamamen yasaklayan yasalar çıkardı.
Bogard, verandasında otururken “Cumhuriyetçiler demokrasiye savaş açtı ve bu savaşta piyon olarak olarak trans çocukları seçtiler” diyor. Arkadaş çevresinden iki ailenin Missouri’yi çoktan terk ettiğini söylüyor. Ancak kendisi bu kadar kolay pes etmek istemiyor. Missouri onun evi ve yaşadığı ev babası tarafından tasarlanıp inşa edilmiş. Ayrıca, haham olarak yaptığı işi bırakmak istemediğini söylüyor. Bogard, Missouri’deki hayatının kendisi için çok büyük bir anlam ifade ettiğini belirtiyor. “Tek istediğimiz hükümetin bizi rahat bırakması.”
Donald Trump 3 Kasım 2020’deki seçimi kaybettiğinde, Amerika kısa bir an için kötü bir rüyadan uyanıyor gibi oldu. Joe Biden, Trump’ın tam tersi olarak, ülkeyi onlarca yıldır tanıyan bir politikacı gibi görünüyordu, kendisi belki biraz sıkıcı ve yaşlıydı, ancak Oval Ofis’teki meşeden yapılmış Başkanlık Masası kadar da sağlamdı.
Biden, ülkeyi tek yürek yapma sözü verdi. 7 Kasım’da yaptığı galibiyet konuşmasında, “Donald Trump’a oy veren vatandaşlarım, bu geceki hayal kırıklığınızı anlıyorum.” dedi. “Birbirimize bir şans verelim.” Sekiz hafta sonra öfkeli bir kalabalık Washington D.C.’deki Kongre Binası’nı bastı. Bu ‘MAGA’ (Amerika’yı Yeniden Harika Yap hareketi) başkaldırısının geride bıraktığı kırıntılar süpürüldü, ancak o gün Trump’ın ülkeyi göründüğünden çok daha büyük ölçüde değiştirdiği anlaşıldı.
New Yorklu emlak kralı Trump, Amerika’yı dünyaya örnek olacak ‘tepede parlayan bir şehir’ haline getirmek isteyen Ronald Reagan’ın muhafazakârlığıyla hiçbir zaman ortak bir noktaya sahip olmadı. Trump, 16 Haziran 2015’te adaylığını açıklamak üzere Trump Tower’ın yürüyen merdivenlerinden indiğinde, konuşmasının en akılda kalan kısmı Meksikalıları uyuşturucu satıcıları ve ‘tecavüzcüler’ olarak nitelendirmesiydi.
Başkanlığı ise sonu gelmeyen bir yalanlar dizisine dönüştü. Sadece kendi alternatif gerçekliğinin önemli olduğu paralel bir evren yaratmayı başardı. Söylemine göre kendisi hâlâ Amerika’nın tek meşru başkanı ve şimdi onu hapse attırmak isteyen karanlık güçlerce zaferi elinden alınmış bir vatansever. Bu, Cumhuriyetçilerin neredeyse üçte ikisinin gerçekten inandığı bir masal ve onu kendi partisi içinde neredeyse rakipsiz kılıyor. “Peşimdeler, çünkü ben sizin için savaşıyorum” diyerek destekçilerine sürekli telkinde bulunuyor, özellikle de boynundaki yasal ilmik gittikçe daralırken bu sözlerini vurguluyor.
Trump, başkan olduğu dönemde sözlerini hiçbir zaman yumuşatmaya çalışmadı, hatta görevden alındıktan sonra konuşmalarına yeni bir ton katmaya başladı. Destekçilerine , Beyaz Saray’a geri gönderilmesi halinde rakipleriyle ödeşeceği vaadinde bulundu. Mart ayı başında Maryland’de düzenlenen aşırı muhafazakar CPAC konferansı öncesinde yaptığı konuşmada, tehditkâr ve kararlı bir bölüm yer alıyordu. Konuşmasında, “2016’da sizin sesiniz olduğumu belirtmiştim, bugün ise sizin savaşçınız olduğumu, sizin adaletiniz olduğumu ekliyorum. Haksızlığa ve ihanete uğrayanların intikamıyım.”
Trump, üst perdeden bir kültür savaşı başlattı ve savaş, Washington’dan tüm ulusa yayıldı. Eski başkanın ABD’de yarattığı değişimin ölçüsü, özellikle Cumhuriyetçilerin söz sahibi olduğu yerlerde açıkça görülüyor.
Ülkede 26 eyalet Cumhuriyetçi valiler tarafından yönetiliyor, eyaletlerin 29’unda ise Trump’ın partisi eyalet yasama meclisinde ‘üstün çoğunluğa’ sahip, yani bu bölgelerde neredeyse hiç muhalefet yok. Florida da, Louisiana da, Idaho da, Daniel Bogard’ın yaşadığı Missouri de bunlardan birkaçı. Trump’ın yeniden seçilmesi halinde ülkeyi nelerin beklediğinin en net görülebileceği yerler bu eyaletler. Artık mesele sadece orada burada birkaç yasayı değiştirmek değil, siyasi muhalefeti yok etmek. Trump, CPAC konuşmasında “Joe Biden’ı Beyaz Saray’dan süreceğiz.” dedi. “Amerika’yı bu hainlerden, alçaklardan sonsuza dek temizleyeceğiz.”
Bütün bunlara uzaktan bakıldığında büyük resim abes gözükebilir. Ancak işin mutfağında olanlar için durum daha ciddi olamaz. Ohio’da 10 yaşındaki bir kız çocuğu tecavüze uğradıktan sonra komşu eyalet Indiana’ya sığınmak zorunda kaldı çünkü kendi eyaletindeki doktorlar, çocuğa kürtaj yapmaya cesaret edemedi. Florida’da bir ilkokuldaki öğretmenler, öğrencilerine Michelangelo’nun ‘Davut’ tablosunun fotoğrafını gösterdikten sonra istifaya zorlandı çünkü bazı ebeveynler, tablonun ‘pornografik’ olduğu kanaatindeydi. Güney’de ise kütüphaneciler bazı kitapları raflardan kaldırmayı reddettikleri için tehditlere hedef oldu.
Kütüphaneci Amanda Jones, radikal grupların kendisi hakkında çizdiği imaja bakınca bazen gülecek gibi oluyor. Ne radikal solculuğu kalmış, ne okul çağındaki çocukları dinsiz ideoloji ve pornografi ile dolduran bir kütüphaneci olduğu, ne de Güney Baptist Kilisesi’nde büyümüş ve 2016’da Trump’a oy vermiş bir kişilik olduğu. Jones, o seçimde Trump’ı desteklemesinin gurur duyduğu bir şey olmadığını, sadece ailesinin desteklediği adaya yöneldiğini söylüyor. “Hillary Clinton’ın şeytan olduğunu düşünüyordum” diye ekliyor.
Jones, Der Spiegel’e konuşmak için ABD’nin güneyinde, batı yakası Mississippi Nehri boyunca uzanan ve Meksika Körfezi’ne doğru kıvrılan Livingston Parish’in kütüphanesini seçti. Eyaletin büyük bölümü gibi burası da kırsal bir bölge; tarlalarla kesişen yollardan normal bir insanın kaputunu bile görmekte zorlanacağı büyük kamyonetler geçiyor.
Jones, ilk bakışta her okulun gözdesi olabilecek bir öğretmen görünümü çiziyor. Kendisi tüm kalifiye eğitmenlerin sahip olması gereken sabrı ve sertliği ile hayat dolu, 45 yaşında bir kadın. Southeastern Louisiana Üniversitesi’nde ilköğretim eğitimi almış ve Live Oak Ortaokulu’nda kütüphaneci olmadan önce 14 yıl öğretmenlik yapmış. 2021 yılında Okul Kütüphanecisi ödülünü kazanması da işini ne kadar hakkıyla yaptığını gösteriyor.
Jones’u spot ışıkları altına getiren mesele, 2022’de Livingston Parish Kütüphane Kurulu’nun halka açık bir toplantısında söz almasıyla başladı. Çocukların kütüphanede açık seçik içeriklere maruz kaldığını iddia eden sağcı aktivistlerin saldırılarına karşı meslektaşlarını savunmak istemişti. Jones, açıklamalarında eğitici kitapların pornografi olmadığını ve istenmeyen gebeliklere karşı mücadelede gerekli bir araç olduğunu söyledi. “Sizin bunları okumak ya da görmek istememeniz, başkalarını bundan mahrum etme hakkını size vermez” dedi. Tabii mantıklı bir bakış açısı, ancak bu açıklamalar Jones’u hedef haline getirdi.
Citizens for a New Louisiana adlı sağcı bir kuruluş Facebook’ta Jones’un bir fotoğrafını şu soruyla birlikte yayımladı: “Erotik ve pornografik içerikleri çocuk bölümünde tutmak için bu savaş niye?” , “Böyle bir kütüphanecinin anaokulu çağındaki çocuğunuzun üzerindeki etkisini siz düşünün.”
Başka bir kırılma noktası, ‘Bayou State of Mind’ takma adıyla paylaşım yapan bir aktivistin, Jones’un 11 yaşındaki çocuklara nasıl anal seks yapılacağını gösteren kitapları savunduğunu yazmasıyla oldu.
Bu gönderi, internette çığ gibi büyüyen bir öfkenin kapılarını araladı. Jones, “Sadece bir ya da iki yazı olsaydı, büyük ihtimalle takmazdım” diyor. Ancak Facebook üzerinden kendisine gelen hakaretler birkaç hafta boyunca devam etti ve kısa süre sonra bu hakaretlere ölüm tehditleri de karıştı. Jones, sonunda bölge mahkemesine başvurmaya ve böylelikle hikayesini gazetecilerle paylaşmaya karar verdi. O zamandan bu yana Jones, sağ cephenin ‘boykot kültürünün’ yüzü haline geldi. Bu kültür Amerika’da son yıllarda oldukça rağbet gören bir çeşit çevrimiçi linç ve ayıplama hareketi.
İfade özgürlüğü kuruluşu PEN America’nın verilerine göre, 2022-23 eğitim-öğretim yılının ilk yarısında 874 eseri kapsayan 1.477 tane kitap yasaklama olayı gerçekleşti. Yasaklanan eserler arasında Margaret Atwood’un teokratların iktidarı ele geçirdiği ve kadınları hiçbir hakka sahip olmayan kuluçka makinelerine dönüştürdüğü bir Amerika’yı anlatan distopik romanı ‘Damızlık Kızın Öyküsü’ de, Nobel ödüllü Toni Morrison’un kriz dönemi Amerika’sında siyahi bir kızın hikayesini anlattığı ‘En Mavi Göz’ de yer alıyor.
Florida’da bir okul, Mayıs ayında ilkokul öğrencilerinin Joe Biden’ın göreve başlama töreninde şiir okuyan siyahi söz yazarı Amanda Gorman’ın kitabının artık erişime kapalı olacağı kararını aldı. Bir annenin yaptığı şikayete göre Gorman’ın çalışmaları ‘dolaylı nefret mesajları’ içeriyor.
Amerika’nın entelektüel kitlesinin önüne taş koyduğu iddia edilen duyarlı sola yapılan baskı, birinci sırada yerini koruyor. Bu dönemde sallanan hiçbir parmak, bu tarafa sallanan parmaklardan daha tehditkâr değil. İlerici kesimin büyük bir kısmının, kendi dünya görüşlerine uymayan her şeyi ırkçı, cinsiyetçi ya da transfobik olarak yaftalama eğiliminde olduğu yanlış değil. Ancak Cumhuriyetçiler bu ideolojiye karşı söylemleri cezalandırmak yerine okulları ve üniversiteleri susturmaya başladı. ABD’deki pek çok muhafazakârın Macaristan Başbakanı Victor Orbán’ı ‘illiberal demokrasi’yi başarıyla uyguladığı için bir rol model olarak görmesi tesadüf değil.
Fox Haber’in kısa bir süre önce işten çıkarılan radikal ismi Tucker Carlson, 2021 yılında Budapeşte’ye bir ziyarette bulunarak bir hafta boyunca Macaristan’ın başkentinden yayın yaptı. Florida Valisi Ron DeSantis’in yakın arkadaşı Chris Rufo, bu ilkbaharda Macaristan’a bir tetkik gezisinde bulundu ve ardından Macaristan’ın ‘duyarlı ideolojiye karşı sağlam bir bağışıklık sistemi’ geliştirdiğini söyledi.
ABD’de kültür savaşını muhtemelen Rufo kadar etkili bir şekilde yürüten kimse yoktur. Rufo’nun sol içindeki liberal olmayan eğilimlere karşı keskin bir gözü var, ancak pozisyonu açık tartışma tarafında değil, karşıtlarını alt etmek için devleti kullanma tarafında. Kendisi, DeSantis’in eskiden liberal olan New College of Florida’yı devlet tarafından işletilen bir tür muhafazakârlık kurumu haline getirmesine yardımcı oldu. Muhafazakâr siyasetin okulları solcu akademisyenlerden arındırmaya odaklanması gerektiğine inanıyor.
DeSantis ve Rufo bir anlamda MAGA hareketinin entelektüel vurucu gücü rolünde. Trump, kitaplara hiçbir zaman fazla ilgi göstermedi. En çok satan kitabı ‘The Art of the Deal’ gölge bir yazar tarafından kaleme alındı ve kendisinin siyasi eğitimi de büyük ölçüde kablolu televizyondan geliyor. Buna karşın Rufo ve DeSantis’in her ikisi de klasik elit geçmişe sahip. Rufo Georgetown Üniversitesi’nde eğitim görürken DeSantis’in hem Yale hem de Harvard’dan dereceleri var. Onlar için Amerikan soluna karşı mücadele öncelikle ülkenin çocuklarının zihinleri için verilen bir savaş niteliğinde.
Mayıs ayı sonunda adaylığını açıklayan DeSantis, ‘duyarlı’ Amerika’ya karşı mücadele kampanyasının öncelikli teması haline getirdi. Şu ana kadar Trump’ın karşısındaki tek ciddi rakip gibi görünüyor ve eski başkanı kendi silahlarıyla yenmeye çalışıyor. Kendisini Trump’ın daha ılımlı bir versiyonu olarak sunmaya çalışmak yerine tam tersi bir yol izliyor: Trump’ın aksine muhafazakâr politikaları yasaya dönüştürebileceğini vaat ediyor. DeSantis, geçtiğimiz kasım ayında yeniden vali seçildiğinde Florida’nın ‘duyarlıların ölmeye gittiği yer’ olduğunu söyledi.
“Siyaset, kültürden aşağıya doğru akar”, muhafazakar Amerikan çevrelerinde dogma bir sözdür ve sağcı provokatör Andrew Breitbart’a aittir. Nihayetinde siyasetin toplumda, okullarda, medyada ve üniversitelerde zaten mevcut olan kanıları yansıttığı anlamına gelir. Bu söz, muhafazakârların ilerici ana akıma karşı koyacak çok az kaynağa sahip oldukları için yaşadıkları hayal kırıklığı ile soslandı ve söz, günümüzde hala birtakım kesimlerce geçerliliğini koruyan bir yemek haline gedi. DeSantis, şimdi Breitbart’ın ilkesini tersine çevirmeye çalışıyor, gücünü insanların düşüncelerini değiştirmek için kullanmak istiyor.
Sakin bir cuma sabahı Livingston Parish kütüphanesinde dolaşırsanız, kültür savaşının kızıştığını gösteren hiçbir şey göremezsiniz. Politika raflarında Cumhuriyetçi başkan adayı Vivek Ramaswamy tarafından kaleme alınan ve Amerikan şirketlerinde uygulanan kimlik politikalarını yerden yere vuran ‘Woke, Inc.’ adlı kitap, Fransız kapitalizm eleştirisi üstadı Thomas Piketty’nin tezinin hemen yanında yer almakta. Aşırı muhafazakâr siyaset bilimci Charles Murray ve dünya çapında çok satan kitabı ‘White Fragility’ ile beyazların sahip oldukları ayrıcalıkları dile getirmekten neden rahatsız olduklarını inceleyen Robin DiAngelo da hemen yakınlarında.
Amanda Jones, bu harmanın tam da kütüphaneleri yansıttığını söylüyor. “Kütüphaneler politik olmamalı. Kütüphaneler herkes içindir” diyor. Ancak gerçekte, her şey gibi kütüphaneler de politik. Louisiana’da siyasi hırsları olan pek çok Cumhuriyetçi, kütüphanecileri hedef almayı çıkar yol olarak görüyor. Livingston Parish Konseyi üyesi Garry Talbert, çocukların yerel kütüphanelerin bilgisayarlarını kullanarak pornografiye erişebildiklerini kanıtlamak amacıyla kendi parasıyla bir dedektif tuttu. Hikayesi yerel gazetelerde manşetlere taşındı, ki muhtemelen amaç da buydu. Neticede Talbert, Louisiana eyalet meclisinde bir koltuk için yarışıyor. Bu arada Louisiana başsavcısı Jeff Landry de, sorunlu olduğuna inandığı ve aralarında Toni Morrison’un ‘En Mavi Göz’ kitabının da bulunduğu kitapların bir listesini içeren ‘Masumiyeti Korumak’ adlı bir rapor yayınladı. Landry ekim ayında vali seçilmeyi hedefliyor.
“Bu politikacılar sorun adı altında önce sahte bir panik yaratıyor,” diyor Jones. “Sonra da ortaya çıkıp kendilerinin bu sorunu çözecek yegâne insan olduklarını söylüyorlar.” Jones’un altında olduğu ateş inanılmaz bir boyutta. Livingston Parish’in her zaman son derece muhafazakar bir bölge olduğunu, ancak Trump’ın başkanlığının hoşgörüsüzlüğün kapılarını açtığını söylüyor. “Sanki insanlar medeni bir tartışma yapmaktan aciz hale geldi.”
Belirli kitaplarla ilgili endişeleri olan ebeveynlerle bizzat konuşmanın eline yapışmayacağını söylüyor. “Ben de bir anneyim ve ebeveynlerin soru sorma hakları olduğuna inanıyorum.” Ancak politikacıların ve aktivistlerin konunun kendisini tartışmakla ilgilenmediklerini söylüyor. Jones, “Açıkça itibarımı yok etmek istediklerini söylüyorlar,” diyor. “İnsanlar beni gösterip ‘Bakın, bu pedofili tacizci’ diyorlardı.”
Jones, ABD’de yaşadığı için hâlâ memnun olduğunu ancak ülkenin gittiği yönü görmemek için kör olmak gerektiğini söylüyor: “Geriye doğru gidiyoruz.” Louisiana’yı çaresizlik içinde terk eden meslektaşları olduğunu belirtiyor. Jones, kendisine yönelik internet tacizine karşı ilk yasal mücadelesini kaybetmiş olsa da, yargıç bu tacizi ifade özgürlüğü kapsamında kabul etmiş olsa da evinde kalmayı tercih ediyor. Aynı yargıç ayrıca kütüphanecilerin kamuya mal olmuş kişiler olarak eleştirileri kabul edebilmeleri gerektiğini belirtmiş. Jones bu görüşü tuhaf buluyor. Bir kütüphaneci ne zamandan beri kamuya mal olmuş bir şahsiyet ki?
Yine de karara şaşırmamış. Ne de olsa Louisiana’daki yargıçlar seçimle göreve geliyor. Söz konusu yargıcın 2022 baharındaki seçim kampanyası videosu hala Facebook’ta çarşaf gibi ortada. Videoda kocasıyla birlikte kiliseye gidiyor ve şöyle diyor: “Ben muhafazakâr bir Hıristiyanım.”
Donald Trump, Amerikan siyasetinde daha önce hiç görülmemiş türden bir birlik oluşturmayı başardı. Bu kitle, büyük şehirlerin banliyölerindeki beyaz kadınlardan Ohio ve Pennsylvania’daki işçilere ve İncil Kuşağı’ndaki Evanjelik Hristiyanlara kadar uzanıyor. Normalde başkanlar adımlarını merkeze doğru atar, ancak Trump farklı bir yol seçti: Kendisini, giderek daha da radikalleşen destekçilerinin sesi haline getirdi.
Mayıs ayının ortasına gidelim, Trump Miami’deki golf tesislerinden birinde ‘Amerika’yı Yeniden Uyandır’ adlı bir etkinlikte konuşma yapıyor. Konuşma yaptığı etkinlik, basın mensuplarının hoş karşılanmadığı sıradan bir etkinlik değil. Etkinliğe katılmak isteyenler bir telefon numarasına kısa mesaj gönderiyor ve bu mesaja karşılık olarak bir adam arayıp satış konuşması yapıyor.
Etkinlikteki ekonomik koltuklar 175 dolar, VIP koltuklar ise 500 dolar. Telefondaki adam etkinlik biletlerinin yollanması için mail adresi istediğinde “Şaşırmayın, biletlerde Taze Çekilmiş Kahve Festivali & Fuarı yazıyor.” diye ekliyor. Ne pahasına olursa olsun gizli kalması gereken bir toplantı misali.
Amerika’yı Yeniden Uyandır etkinliği, komplo teorisyenleri için adeta Disneyland kıvamında. COVID aşısının Amerikan halkını kısırlaştırmak için üretildiğine ve John F. Kennedy’nin Washington bürokrasisini temizlemek istediği için öldürüldüğüne inananlar bu etkinlikte kendilerini evlerinde gibi hissediyorlar. Her ay bir şehirde düzenlenen etkinlik, standart tıbbi uygulamaların ve aşıların şeytanın işi olduğuna inananlar için kilise ayini, komplo teorisi buluşması ve ticaret fuarının bir harmanı.
Etkinlik, 2021 yılında, tıpkı idolü Trump gibi sürekli iyi ‘teklifler’ peşinde koşan üniversite terk Clay Clark tarafından başlatıldı. Clark, düğünler için DJ hizmeti başlatarak para kazandı ve daha sonra radyo sunucusu ve kişisel gelişim kitapları yazarı olarak şansını denedi.
Salgın sırasında Clark, sokağa çıkma yasaklarını ve maske zorunluluklarını küresel bir denetim rejiminin habercisi olarak gören Amerikalılar için etkinlikler düzenleyerek çok para kazanabileceğini fark etti. Michael Flynn etkinliğin yıldızı oldu; 2017’de Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı olarak birkaç hafta çalıştıktan sonra işini kaybeden Michael Flynn, FBI tarafından izlenen Rus Büyükelçisi ile yapılan görüşmeleri ihbar etmemişti.
Hiçbir komplo teorisi Flynn için fazla uçuk değil, ancak kendisi aynı zamanda yüksek bir iş zekasına da sahip. Miami’deki Uyandır etkinliğinde, Flynn’in kurucu ortağı olduğu 4thePURE şirketinin bir standı vardı. Şirket, COVID aşısı içermeyen donör kanı sunmanın yanında sadece aşı olmayanların erişebildiği bir flört sitesi de işletiyor.
Flynn eski bir ABD Ordu generali ve Afganistan savaş gazisi. Hâlâ savaşın ortasındaymış gibi konuşması sevenlerinin çok hoşuna gidiyor. Flynn, Miami’de “İçinde bulunduğum en kötü savaş kendi ülkemde,” diyor. “Dinsiz bir güçle karşı karşıyayız.” Flynn’e göre dünya, tıpkı 2000 yıl önce Tanrı’nın insanlığı günahlarından arındırmak için oğlunu gönderdiği zaman olduğu gibi, derin bir kötülükle karşı karşıya. “Eğer gözlerimizi açmazsak bu kötülük yanımızdan geçip gidecek ve bin yıllık bir karanlığa gömüleceğiz.”
Trump, bu etkinliğe uzun süre mesafeli durdu çünkü kendisi bile bu oluşumun dindarlık, delilik ve saf Yahudi karşıtlığı karışımını fazla iştah açıcı bulmuyordu. Ancak şimdi kendisinin yeniden seçilmek gibi daha büyük hedefleri var, bu uğurda seçici olmayı göze alacak durumda değil. Şimdi Trump’ın bu etkinliğe dahil oluşuna bir bakalım. Miami’deki etkinliğin kapanışı sırasında Trump, Flynn hala sahnedeyken onu arar.
Flynn, lotoyu kazanmış bir edayla aramayı hoparlöre alır ve mikrofona doğru tutar. Trump, “General Flynn kimsenin baş edemeyeceği kadar kötü muamele gördü,” der. Flynn’in mutluluğu duygusallığa dönüşür ve gözleri dolar, kısık sesle “Doğru” diye mırıldanır. Ardından, seyircilerin alkışları arasında Trump, seçimi kazanırsa Flynn’i geri getireceğine söz verir. “Sen moralini bozma, sağlıklı kal!” Hikaye ne kadar şairane, değil mi?
Trump, elbette zamanında pek çok boş vaatte bulundu, bu yüzden Flynn pek umutlanmamalı. Trump, Evanjelikler’in arasında popülerleşmek istiyor. Evanjelikler, ABD nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturuyor ve son seçimde yüzde 80’i oyunu Trump’a verdi. İlişkileri çıkara dayalı. Evanjelikler, Trump’ın iki kez boşanmasını, Playboy tavşanları ve porno yıldızlarıyla on yıllardır süregelen ilişkilerini görmezden gelmekte bir beis görmüyor. Trump, ilk döneminde Yüksek Mahkeme’ye ikisi erkek biri kadın olmak üzere üç muhafazakar yargıç yerleştirerek ülkeyi temelden değiştirmeye olan vaadini yerine getirmeye başladı bile. İki taraf da kazançlı diyebiliriz.
Darin Weyhrich, “Tetik yasası çıktığı andan itibaren kürtajın musluğu kapandı,” diyor. “Tamamen.” Yeni yasadan önce, döllenmiş yumurtanın fallop tüpünde yuvalandığı gebelikleri derhal sonlandırmak standart bir uygulamaydı, çünkü bu tür dış gebelikler taşıyıcı için son derece tehlikeli olabilir. Ancak Cumhuriyetçiler yeni yasanın yürürlüğe girmesine izin verince, Idaho’daki jinekologlar hamileliği sonlandırmaya karar verdikleri takdirde hapse girme riskiyle karşı karşıya kaldılar. “Son derece korkutucu bir dönemdi.”
Weyhrich yumuşak sesli, sırım gibi bir adam. Idaho’nun başkenti Boise’de 20 yılı aşkın süredir jinekologluk yapıyor ve geçmişinde sayısız zorlu mücadele var. Bir zamanlar tüm eyalette hala kürtaj hizmeti veren bir avuç doktordan biriydi ve bu da muayenehanesini kürtaj karşıtı radikal protestocuların hedefi haline getirmişti. Ancak son yıllarda sular durulmuştu ve Weyhrich emekli olana kadar huzur içinde çalışabileceğini düşünüyordu.
Daha sonra Yüksek Mahkeme’nin ülke çapında kürtaj hakkını engelleyen kararı karşısına geldi. Idaho Cumhuriyetçileri ‘tetikleyici yasa’ olarak adlandırılan ve kürtaja yalnızca annenin hayatının tehlikede olması gibi olağanüstü istisnai durumlarda izin veren bir yasayı yürürlüğe koydu. Bu yasayla ilgili asıl sorun, hayati tehlikenin yoruma açık olmasıydı. Tabii ki Cumhuriyetçilerin umurunda olan bir mesele değildi bu.
Weyhrich, mesela amniyotik kesesi 18. haftada yırtılan bir kadını ele alalım, diyor. Bu fetüs anne rahminin dışında asla yaşayamaz, ancak kalbi atmaya devam ettiği sürece fetüsün kalbi attığı gerekçe gösterilerek doktorun kürtaj yapmasına asla izin verilmez, diyor. “Bu denklem, kadın şiddetli bir kanama geçirene ya da korkunç bir enfeksiyon kapana kadar elimiz kolumuz bağlı oturmamız gerektiği anlamına geliyor.”
Trump’ın Yüksek Mahkemesi milyonlarca Amerikalı kadının kürtaja erişimini engelledi. Teksas, Idaho, Oklahoma, Louisiana ve Arkansas gibi eyaletlerde kürtaj esasen tamamen yasaklanmış durumda. Georgia’da ise kürtaja yalnızca hamileliğin altıncı haftasına kadar izin veriliyor. ABD’nin 50 eyaletinden 14’ünde kürtaj ya tamamen yasak ya da sadece son derece sınırlı koşullarda izin veriliyor.
Weyhrich 20 yıl önce Idaho’ya taşındığında, hayatın bir süre okuduğu ve çalıştığı liberal Baltimore’dakinden farklı olacağının tamamen farkındaydı. Idaho her zaman oldukça istisnai bir bölge olmuştur. Portekiz’in iki katından daha büyük olmasına rağmen 2 milyondan az nüfusu var ve 1995’ten bu yana hiçbir Demokrat, valiliği kazanmayı başaramadı. Trump, kampanya sırasında eyaleti bir kez bile ziyaret etmemiş olmasına rağmen son seçimde oyların yüzde 63,8’ini aldı.
Amerika’nın kuzeybatısının uçsuz bucaksız genişliği ve vahşiliği her zaman maceraperestleri, münzevileri ve her türden deliyi kendine çekmiştir. Idaho’da ortaya çıkan tablo, karşıtlık ve Hristiyan tutuculuğunun eşsiz bir karışımı olmuştur. Üstelik, bu pek de aklıselim bir karışım değildir. Arizona ve Nevada gibi diğer Batı eyaletleri daha kozmopolittir çünkü genç aileler, San Francisco ya da Los Angeles’ta pahalı konutları karşılayamadıkları Kaliforniya’dan için buralara taşınmıştır. Weyhrich, Idaho’da ise bunun tam tersi bir durum yaşandığını söylüyor. Idaho, önceden var olan siyasi radikalliği daha da şiddetlendiren insanları kendine çekti.
Weyhrich, devlete duyulan güvensizliğin de bunun bir parçası olduğunu söylüyor. Devlete duyulan güvensizlik, muhafazakarlığın her zaman bir parçasıydı. Ancak şimdi doktorların bile ‘düzenin bir parçası’ ve dolayısıyla düşman olarak görüldüğünü söylüyor. Weyhrich, “Bir meslektaşım pandemi sırasında Ivermektin reçete etmeyi reddettiği için saldırıya uğradı.” diye aktarıyor. Ivermektin, Trump hayranlarının COVID için alternatif bir tedavi olduğuna inandığı anti-parazitik bir ilaç. İlacın etkisi hiçbir zaman kanıtlanamadı.
Weyhrich, eyalette bilime yönelik yaygın horgörü nedeniyle Idaho’dan kaçan çok sayıda doktor tanıdığını belirtiyor. İşinizi yapmanız beraberinde hakaret, tehdit ve hatta belki hapis getiriyorsa neden kalasınız ki? Yakın zamanda Idaho’daki doktorlar, reşit olmayan bireyleri kürtajın hala yasal olduğu komşu bir eyaletteki doktorlardan birine yönlendirmeleri halinde yasal yaptırımlarla karşı karşıya kaldılar. Weyhrich de eyaletteki en mücadeleci doktorlardan biri olmasına rağmen daha dikkatli olmaya başladı. Neyse ki henüz hiçbir kadının kendisinden doğrudan yardım istemediğini söylüyor. “Muhtemelen internet elinizin altında, diye cevap verirdim. Güvenliğimi gözetmek zorundayım.”
Weyhrich, şimdilik Idaho’dan ayrılmak gibi bir planı olmadığını söylüyor. Yaşını başını almış ailesi bu eyalette yaşıyor ve kendisi doğayı çok seviyor. Ancak zaman zaman tahammül edemediğini de ekliyor. “Kız arkadaşım ve ben bu yıl ilk kez buradan ayrılmayı düşündük.” İkilinin kızları Boise’de iyi bir okula gidiyor. “Eğitim müfredatına ve kütüphanelere müdahale etmeye başladıklarında burada kalmak daha da anlamsızlaşacak.”
Amerika bir bölünmenin, bir iç savaşın eşiğinde mi? Bu soru kulağa oldukça abartılı gelebilir, ancak ülkeyi dolaştıkça bu sorunun önemi daha da artıyor. Pek çok Demokrat, giderek daha agresif ve daha akıldışı bir hal alan MAGA hareketinden korkuyor. Eski devlet başkanının ABD Adalet Bakanlığı tarafından iddianame ile yargılanmasının ardından Trump taraftarları açık şiddet tehditleri savurmaya başladı.
Geçtiğimiz kasım ayında Arizona’da valilik seçimlerini bir Demokrat’a karşı kaybeden ancak yenilgiyi hala kabullenmeyen Kari Lake, Biden ve adamlarına bir mesajı olduğunu söyledi: “Eğer Başkan Trump’a ulaşmak istiyorsanız, beni ve benim gibi 75 milyon Amerikalıyı çiğnemeniz gerekecek” dedi. “Çoğumuz NRA’nın kayıtlı üyeleriyiz” NRA, Ulusal Ateşli Silahlar Birliği anlamına geliyor.
Pek çok Trump taraftarı Biden yönetimini, kahramanlarını mahkemeye çıkarmak için harekete geçen gayrimeşru bir rejim olarak görüyor. Böyle bir durumda hukuku kendi kontrolüne almak bir vatandaşın görevi değil midir? Trump 6 Ocak 2021’de, radikal muhafazakârlardan oluşan bir kalabalığın Kongre Binası’nı basmasından kısa bir süre önce destekçilerine “Canınızı dişinize takıp savaşmazsanız, bir ülkeniz olmayacak” dedi. Chicago Üniversitesi tarafından yapılan bir ankete göre, ABD vatandaşlarının dörtte birinden fazlası yakında ‘hükümete karşı silahlanmanın’ gerekli olabileceğine inanıyor.
Amerikalılar kesinlikle bunu yapabilecek güce sahip. Ülkedeki neredeyse her iki haneden birinde silah bulunuyor ve tedavülde yaklaşık 400 milyon ateşli silah var. Ülkenin nüfusuna bakıldığında bu sayı, kişi başına birden fazla silaha tekabül ediyor.
Ateşli silah mevzusu, siyasi anlaşmazlıklar yüzünden ülkenin kontrol altına alamadığı bir durum. Washington’daki Cumhuriyetçiler silahların kontrol altına alınmasına yönelik neredeyse tüm etkili girişimleri engellemekte, bu da bazı eyaletlerde ateşli silahların neredeyse hiçbir düzenlemeye tabi olmadan alınıp satılmasına yol açmakta.
Amerikalıların silahlarla her zaman eşsiz bir ilişkisi olmuştur. 1791’deki İkinci Anayasa Değişikliği’nden bu yana vatandaşların ateşli silahlara sahip olma ve taşıma hakkı bulunmaktadır. Vatandaşların bu hakkının ortadan kaldırılma ihtimali bile Beyaz Saray’ı kırmızıya boyamaya davet niteliğindedir. Amerikalıların yalnızca yüzde 12’si bu hakkın kaldırılmasından yana. Ancak nüfusun üçte ikisi, silah satın alımına izin verilmeden önce, örneğin sabıkalı olup olmadıklarının belirlenmesi için kişilerin geçmişlerinin kontrol edilmesinden yana. Yine de yalnızca bu verilerle hiçbir şey olmuyor. Bunun kaynağı da kısmen Trump.
Eski devlet başkanı hiçbir zaman silah meraklısı değildi. 20 yıl önce kendisinin saldırı silahlarının yasaklanmasına ilişkin bir konuşması var. Ancak başkanlığında, silah yanlısı radikal grupların sözcüsü konumuna geldiğinde elde ettiği başarıyı görmezden gelemedi ve bu grupların kendisinden ne kadar memnun olduğunu gördü. Bu durum siyasi açıdan bakıldığında çıkar uğruna herhangi bir görüşü değiştirmekten farksız.
Amerika’da gezerken insanın yaşadığı tuhaf deneyimlerden biri de, siyasi görüşleri ne olursa olsun, güvensizlik ve nefretin sona erdiğini görmek isteyen çok sayıda insanla karşılaşmak. Amerikalılar başkalarının görüşlerini anlama yetilerini kaybetmiş değiller. Hatta yakın zamanda karşıt bir siyasi görüş çatısı altındaydılar. O halde neden ülke siyasi gerilimi düşürmenin bir yolunu bulamıyor?
Sosyal medya, sürü zihniyetini teşvik ettiğinden bu gerilimin çözülememesinin kesin bir sebebi konumunda. Bir de yasama bölgelerinin son derece dengesiz bir şekilde belirlenmesi var: Rabbi Bogard’ın memleketi Missouri’de Demokratlar, seçilme şansları olmadığı için birçok bölgede aday bile olmuyorlar. Bu da ılımlı Cumhuriyetçilerin bile ön seçim döneminde radikalleşmeye zorlanmasına ve partinin daha uçlara sürüklenmesine sebep oluyor. Sonuç olarak herkes seçmene en agresifin de agresifi olduğunu kanıtlamak istiyor.
Ancak bütün bu olayların merkezinde, tüm siyasi nezaket kurallarını çiğneyen Donald Trump var. Amerikan demokrasisi bir Trump yönetimi atlatmayı başardı. Ancak bunun sonucunda Trump ya Beyaz Saray’a ya da hapse girme durumuyla karşı karşıya kaldı. Bu siyah beyaz tablo, onu her zamankinden daha tehlikeli kılıyor. Kendisini hapisten kurtarmak için seçimi kazanmak zorunda. Trump bir hafta kadar önce Georgia’da “Bu son savaş” dedi. “Ya komünistler kazanır ve Amerika’yı yok eder ya da biz komünistleri yok ederiz.”
Demokratlar bütün bunlara bakıldığında hayal dünyasındaymış gibi görünüyor. Geneli, Trump sorununun nihayetinde kendiliğinden ortadan kalkacağını umuyor. Amerikalıların çoğunluğu kürtaj hakkından yana değil mi zaten? Trump son seçimi nezaketten ve demokrasiye saygıdan yoksun olduğu için kaybetmedi mi?
Daniel Bogard, St. Louis’deki verandasında otururken, “Belki de bir gün Cumhuriyetçileri radikallik parçalayacak” diyor. Ancak o günün hala çok uzakta olduğuna inanıyor. Bogard, “İnsanların bu kelimeyi duyduklarında gözlerini devirdiğini biliyorum ama bence faşizmle karşı karşıyayız” diyor. “Her şey iyileşmeden önce daha da kötüleşecek.”
Çeviren: Bengisu Seçilmiş