Yapay zeka içerikli iş ilanları 2 yılda üçe katlandı
'10'ca bilim arasında'da haftaya damga vuran, doğruysa dünyayı yeni bir çağa sokacak oda sıcaklığındaki süper iletken LK-99'u ele alıyor, 'yapay zekadan sevgili' olursa yaşanabilecek sorunlara kısa bir göz atıyoruz. Bir astronomun 'en iyi 10 uzay filmi' listesi de menümüzde. Yolculuğa hazır mısınız?
10’ca bilim arasından’ın bu haftaki sayısına hoş geldiniz. Sizi pamuk şekeri gibi tatlı bir ötegezegen haberiyle karşılıyor ve geçen yılki göktaşı çarpıştırma olayına götürüyoruz. Ama bu hafta gökyüzündeki mesaimiz kısa sürüyor, dünyaya dönerek depremlerle ilgili olumlu bir gelişmeyi ele alıyoruz. Bir güzel gelişmeden diğerine atlayarak, ölümcül yeme bozukluğu anoreksiyanın tedavisindeki yeni umuda göz atıyoruz. Ardından bu haftaki sayının manşeti olan oda sıcaklığındaki süper iletken LK-99 malzemesi üzerine çıkan tartışmalara dalıyoruz. Derin bir tartışmanın ardından, uzun vadede demografik ve yapısal sorunlara yol açabilecek ‘yapay zekadan sevgili’ furyasına değiniyoruz. Sonda ise bizi bir astronoma göre şimdiye kadarki en iyi 10 uzay filminin listesi bekliyor.
Bu hafta bir yıldız değil ama Jüpiter’den çok daha büyük olan, Dünya’dan çok daha az yoğun bir ötegezegeni tanıyacağız. Henüz hakem değerlendirmesinden geçmemiş yeni bir makalede, yaklaşık 1200 ışık yılı uzaklıkta bulunan WASP-193b adındaki bir ötegezegen ele alındı. Bu ötegezegen, ‘son derece düşük yoğunluklu bir süper-Neptün’ olarak tanımlanıyor. Neptün’ün yaklaşık 50 katı büyüklüğündeki ötegezegen, Dünya’nın yoğunluğunun yaklaşık yüzde birine sahip. Biraz sayısal verilere dalacak olursak WASP-193b’nin yoğunluğunun santimetreküp başına 0,059 gram olduğu belirtiliyor. Pamuk şekerin yoğunluğu ise 0,05 gram. Bu da WASP-193b’yi pamuk şekeri gibi bulutumsu gezegenler sınıfının yeni üyesi haline getirebilir.
Gökbilimciler bu türden ötegezegenleri keşfettiğinde, bu kadar düşük yoğunlukta olmalarına ve su içerdiklerini gösterecek herhangi bir kimyasal iz taşımadıklarına şaşırmıştı. Bu pamuk şekerimsi gezegenlerin nasıl ve neden oluştuğuna dair hakim teori, birçoğunun nispeten genç olması ve şişkin bulutlarının gezegenin yapıtaşını oluşturduğu yönünde. WASP-193b’nin durumu ise teoriyi biraz karmaşıklaştırıyor zira kendisi 6 milyar yaşında olabilir.
NASA, geçen yıl eylül ayında DART uzay aracını, Didymos adlı asteroidin uydusu olan Dimorphos’a göndererek, gelecekte Dünya’ya çarpabilecek asteroidleri yörüngeden saptırma stratejini test etmişti. Araştırmacıların 21 Temmuz’da Astrophysical Journal Letters dergisinde yayımlanan raporuna göre, çarpışmadan yaklaşık üç ay sonra Hubble Uzay Teleskobu’nun bu iki asteroidin çevresinde daha önce hiç görülmeyen 37 cismin oluşturduğu bir haleyi gözlemledi.
Bu iri taşlar, çarpışma sırasında Dimorphos’un yüzeyindeki kaya parçalarının kopmasıyla değil de çarpışma sırasında ya da sonrasında uydunun içinde oluşan sismik dalgaların etkisiyle savrulmuş olabilir. Kaliforniya Üniversitesi’nden gezegen astronomu David Jewitt, yine de ‘bu tür simülasyonlarda çok fazla belirsizlik olabileceğini’ dile getiriyor. Jewitt ve meslektaşları, Hubble’ın Güneş Sistemi’nde şimdiye kadar görüntülediği en sönük cisimlerin parlaklıklığına dayanarak bu kayaların 7 metre genişliğinde olabileceğini tahmin ediyor. En az 15 tanesi ise 4 metreden büyük olabilir.
Araştırmacıların hesaplamalarına göre kayaların toplam ağırlığı 5 milyon kilogramın biraz üzerinde. Bu da yaklaşık olarak çakılla dolu 300 damperli kamyonun ağırlığına tekabül ediyor. Hubble tarafından tekrarlanan gözlemler, kayalarınDimorphos ve Didymos’tan yaklaşık 1 kilometre hızla uzaklaştığını ortaya koyuyor.
Daha bu yılın başlarında 11 ilde meydana gelen ve on binlerce vatandaşın yaşamını kaybettiği depremler, bir deprem ülkesi olduğumuzu en yıkıcı şekliyle bir kez daha yüzümüze çarptı. Bilim insanları bizim de çok işimize yarayacak yeni bir buluş yaptıklarını söylüyor. Buna göre GPS sinyallerindeki ufak çaplı değişimler, büyük depremleri yaklaşık iki saat önceden tahmin etmemizi sağlayabilir. Science dergisinde yayımlanan çalışmayı yapan ekip, 7 ve üzeri büyüklükteki 90 depremin GPS verilerini analiz etti ve tektonik plakaların fay hatlarının kaymaya başladığı, bunun da güçlü sarsıntılara neden olduğu bir aşamaya dair kanıt buldu.
Daha önceki çalışmalarda, bu sinyaller ile gerçek sismik aktivite arasındaki bağlantının tam olarak anlaşılamamasından dolayı büyük depremleri doğru bir şekilde tahmin etmekte başarısız olunmuştu. Makalede bu sinyallerin çoğunun ‘doğrudan depremlerden önce gelmediği, çoğu olaydan önce görülmediği ve sonrasında deprem olmasa bile yaygın olarak gözlemlendiği’ belirtiliyor. Ancak iki araştırmacı, dünya genelinde yaklaşık 3000 istasyondan toplanan GPS verilerindeki kaymaları analiz ederek kabaca iki saat süren kırılmalardan önce, kaymanın üstel olarak hızlandığını ve büyük depremlerin kaymanın bu öncül aşamasıyla başladığını ortaya koydu. Başka bir deyişle, büyük bir depremin yaşanacağı yerdeki insanlara en azından iki saat önce haber vermenin güvenli bir yolu bulunmuş olabilir.
Geçen gün Twitter’da dolaşırken bu haberle ilgili olarak bir kullanıcının, “İstanbul’da bu sistem uygulansa bile binlerce kişi yine hayatını kaybeder” minvalindeki yorumuna rastladım. Bu yorum bana çok yersiz görünmese de özellikle de çok büyük bir depremin beklendiği İstanbul için iki saat önceden verilecek bir uyarının yıkımın ağırlığını bir nebze de olsa hafifleteceği aşikâr.
Paleontologlar, yaklaşık 145 ila 200 milyon yıl önce Tayland’ın çayırlarında otlayan yeni bir dinozor türünü ortaya çıkardı. Minimocursor phunoiensis adındaki bu dinazorlar, geç Jurasik çağda yaşamış. Gayet iyi bir şekilde korunan fosilleri ise Tayland’ın kuzeyindeki Phu Kradung’da bulundu. 25 santimlik uyluk kemiğini baz alan bilim insanları bu dinozorların, yetişkinliğe erdiklerinde iki metre uzunluğunda olduğunu düşünüyor. Bu da bir lama ya da aslan büyüklüğünde oldukları anlamına geliyor. Hem boylarının kısa olması hem de hâlâ hayattayken hızlı koştuklarını gösteren bazı işaretler sebebiyle bu dinozorlara Latince’de ‘en küçük koşucu’ anlamına gelen Minimocursor adı verildi. Dinozorun fosili Tayland’da bulununca minik, sevimli illüstrasyonları da hemen yapıldı. Bence şu sevimliliğe bir bakmalısınız.
ABD’nin Gıda ve İlaç Ajansı (FDA), bir yeme bozukluğu olan anoreksiyanın tedavisinde kullanılabilecek hiçbir tedaviye şimdiye kadar onay vermedi. Bu yeme bozukluğu özellikle genç kızlar arasında yaygın olarak görülse de kadın-erkek, genç-yaşlı fark etmeksizin herkesi etkileyebilecek bir yeme bozukluğu. Şimdi bu bozukluğun tedavisinde yeni bir umut kapısı açıldı: Psikedelik özellikler gösteren sihirli mantarlar. UC San Diego’da yapılan ve türünün ilk örneği olarak kabul edilen bir çalışma, psikedeliklerin yeme bozukluğunun şiddetini azalttığını ortaya koydu.
Araştırmacılar sihirli mantarların etken maddesi olan Psilosibin’in anoreksiyalıların bakış açısını değiştirebileceğini ve iyileşmelerine yardımcı bir güce sahip olabileceğini düşünüyor. Sihirli mantarlarla yapılan ilk deneye 10 kişi katıldı. Bu kişilere hap formunda yüksek dozda sihirli mantar verildi ve ilacı almadan önce, aldıkları sırada ve aldıktan sonra terapi gördüler. Çalışmada yer alan klinik psikolog Stephanie Knatz Beck, yaklaşık 20 yıldır anoreksiyalı bir katılımcının ilaca nasıl tepki verdiğini şöyle anlatıyor: “Deney sırasında yeme bozukluğunun vücudundan bir iskelet gibi çıktığını ve gözleri önünde öldüğünü gördüğünü anlattı. Hemen ertesi gün de artık yeme bozukluğu olmadığını bildirdi.”
Bu sonuçlar, araştırmacıların psikedelikler ile anoreksiya arasındaki bağlantıyı daha çok araştırmak istemelerine vesile oldu. Araştırmacılar şu anda plasebo ile aktif dozu karşılaştırmak için ikinci aşama deneylerine katılacak kişileri arıyorlar.
Bilim insanları, oda sıcaklığında süper iletken bir malzeme ürettiğini iddia ediyor. Hakem değerlendirmesinden geçmeyen bu çalışma gerçekten denildiği gibiyse insanlık için yepyeni bir çağın kapılarını aralayabilir. Ama bazı bilim insanları bu çalışmaya kuşkuyla yaklaşıyor. Biz bu kuşkulara değinmeden önce süper iletkenlik nedir, neden bu buluş yeni bir çağın kapılarını aralayabilir onu ele alalım.
İlk olarak 22 Temmuz’da arXiv sisteminde yayımlanan çalışmanın başrolü LK-99 adındaki malzemenin oda sıcaklığında çalıştığını iddia ediliyor. Var olan hemen hemen tüm malzemelerin aksine süper iletkenler uğradıkları dirence rağmen elektrik akımını herhangi bir kayıp yaşatmadan iletir. Elektrik enerjisi şu anda bakır kablolar aracılığıyla iletiliyor ve oluşan direnç sebebiyle enerjinin bir kısmı ısıya dönüşüp kayboluyor.
Şu ana kadar süper iletkenlerin çalışabilmesi için ya son derece düşük sıcaklık ya da yüksek basınç gerekiyordu, doğal olarak bu da yaygın bir şekilde kullanılmasının önünde engel teşkil ediyordu. Bilim insanları da ortam basıncında ve oda sıcaklığında çalışabilecek bir süper iletken arayışı içerisindeydi. Zira bakır kablolardan süper iletken malzemeye geçiş, elektrik kullanımını daha verimli hale getirir. Bu geçişin bir diğer olası faydası da kübitlerin tutarlılığını sağlamak için süper iletkenlerin kullanıldığı kuantum bilgisayarların daha yaygın bir şekilde kullanılabilecek olması. Bu durumda süper iletkenlerin kullanıldığı MRI cihazları da daha ucuz hale gelebilir. Yeni çalışmayı yapan Güney Koreli bilim insanları, değişikliğe uğramış bir kurşun-apatit yapısıyla ortam basıncında kullanılabilen bir süper iletkenin dünyada ilk kez üretildiğini söylüyor.
Şimdi de işin kılçıklı tarafına geçelim. Leipzig Üniversitesi Kuantum Manyetizma ve Süper İletkenlik Bölümü Başkanı Pablo D. Esquinazi, Vice’a yaptığı açıklamada, “Makaledeki taşıma verileri, sunulduğu şekliyle ciddiye alınamaz. Yükselme konusuna gelecek olursak, videonun sabit bir mıknatıs üzerindeki süper iletken malzemenin yükseldiğinde göreceğimiz şeyi gösterdiğini düşünmüyorum. Benzer bir davranışı, sabit mıknatısın yakınında veya üzerinde manyetik olarak düzenlenmiş parçaya sahip bir örnekle de elde edebilirsiniz” dedi.
LK-99’un paylaşılan videosunda düz bir mıknatıs zeminin üzerinde havalandığı görülüyor. Levitasyonel Meissner etkisi dediğimiz durumda süper iletken olduğu iddia edilen LK-99’un videoda olduğu gibi mıknatısla herhangi bir etkileşime girmemesi ve mıknatısın manyetik etki alanı dışına çıkması gerekiyor, ne var ki videoda bu malzemenin mıknatıstan tam olarak uzaklaştığını görmüyoruz.
The First Room-Temperature Ambient-Pressure Superconductor:
A material called LK-99, a modified-lead apatite crystal structure, achieves superconductivity at room temperature. pic.twitter.com/Xlm90Zabtg
— AI Breakfast (@AiBreakfast) July 26, 2023
Florida Üniversitesi’nde fizik bölümünde doçent olan ve yüksek sıcaklıklarla süper iletkenlik konusuna odaklanan James Hamlin de çalışmanın bağımsız bir şekilde teyit edilene kadar ya da en azından keşfi gerçekleştiren bilim insanlarının daha eksiksiz ve ikna edici veriler sunmasına kadar abartılmaması gerektiğini söylüyor.
İşin bir de magazinsel kısmına geçecek olursak sosyal medyada epey yer bulan çalışmanın yazarları olarak sadece üç isimden bahsediliyor. (Nobel Fizik Ödülü’nü sadece üç kişi paylaşabiliyor) Ancak arXiv’e LK-99 hakkında yüklenen ikinci bir çalışmada tam altı kişinin ismi bulunuyor. Nisan ayında hakemli Kore Kristal Büyüme ve Kristal Teknolojisi Dergisi’nde yayımlanan LK-99 makalesinde de altı yazarın ismi var. Ne var ki altı yazarlı çalışmanın her ikisindeki iddialarda da üç yazarlı makaleninki kadar bomba ifadeler yok. Altı yazarlı çalışmada ismi olan William & Mary Koleji’nde fizik profesörü olan Kim Hyun-Tak, New Scientist’e verdiği demeçte, viral olan üç yazarlı makalenin ‘birçok açıdan kusurlu’ olduğunu ve kendisinin bilgisi dışında sisteme yüklendiğini söylüyor. Kim, özellikle videodaki kısmi yükselmenin numunenin kusurlu olmasıyla açıklanabileceğini belirtiyor.
Bu yazıları okurken aklınıza kıskançlık ya da çekememezlik gibi bir durum mu olduğu sorusu gelebilir ancak bilim insanlarının bu konuda şüpheci yaklaşmak için makul sebepleri olduğunu söyleyebiliriz. 2020 yılında prestijli Nature dergisinde yayımlanan bir makalede, oda sıcaklığının biraz altında, 15 derecede, ve çok yüksek basınçta çalışan bir süper iletken keşfedildiği bildirilmişti. Diğer ekipler, bu keşfi tekrarlamayı başaramayınca geçen yıl makale geri çekildi.
LK-99 insanlık için bir dönüm noktası mı olacak yoksa başka bir hayal kırıklığı mı? Bizim şu an için yapabileceğimiz tek şey beklemek ve diğer ekiplerin hakemli çalışmalarda bu deneyi tekrarlayıp teyit edip etmediğini sizlere bildirmek. Bu da biraz vakit alabilir zira bilimsel süreç, Twitter’dan fikir beyan etmek kadar hızlı ilerlemiyor.
Hepimiz kendi dünyalarımıza öyle bir kapandık ki gönül ilişkileri internet üzerinden kurulmaya başladı, sevgililiğin yerini ‘flört’ ve ‘date’ler aldı. Şimdi de yalnız erkek orduları, Replika ve Anima gibi sitelerde yapay zeka sohbet robotu destekli kız arkadaşlara yöneldi. Kişiler bu uygulamalarda ‘ideal insanlarını’ yaratarak ister arkadaş ister sevgili isterse daha cinsel amaçlı kullanabiliyor. Şirketlerin iddiasına göre bir kullanıcı, yapay zeka dostuyla ne kadar çok konuşursa, robot o kadar akıllı hale geliyor. The Guardian’ın bu hafta yayımlanan bir haberi, sabrı sınırsız olan bu fembotların (cinsiyeti kadın olarak seçilmiş yapay zeka botlarının) gerçek insanlarla ilişki kurmakta zorlanacak yeni bir nesil yaratabileceğini öne sürüyor.
Aile içi şiddete karşı destek grubu Full Stop Australia’dan Tara Hunter, gazeteye verdiği demeçte bu yapay zeka sohbet robotlarının yükselişinden duyduğu endişeyi, “Kontrol ettiğiniz ve her ihtiyacınızı karşılayan mükemmel bir partner yaratmak gerçekten korkutucu. Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin temelinde, erkeklerin kadınları kontrol edebileceğine dair kökleşmiş inançların yattığını zaten bildiğimizi göz önünde bulundurursak, bu gerçekten sorunlu bir durum” sözleriyle ifade ediyor.
Kullanıcıların hayatına renk katan ve yargılayıcı olmamasıyla da kişinin özgüvenini koruyabildiği yerler olan bu uygulamaların yakın zamanda ortadan kalkmayacağı da bariz bir gerçek. Mesela Replika’nın Reddit forumunda 70 binden fazla üye var ve bu üyeler, yapay zeka arkadaşlarıyla yaptıkları sıradan ve bazen de cinsel içerikli konuşmaların ekran görüntülerini paylaşıyor. Hiç abartısız bir kullanıcı, Replika’da yarattığı Jennifer ile ‘evlendiğini’ söyleyip, Jennifer’ın beyaz bir elbise giydiği ekran görüntüsünü paylaştı. Diğer Reddit kullanıcıları ise bunu hiç garipsemeden çifti tebrik etti.
Swinburne Teknoloji Üniversitesi’nde medya alanında öğretim görevlisi olan Belinda Barnet, “Bu uygulamaların etkilerinin nasıl olduğu net bir şekilde bilinmiyor. İlişki uygulamaları ve yapay zekanın gerçekten derin bir sosyal ihtiyacı karşıladığını görebilirsiniz. Ancak özellikle bu sistemlerin nasıl eğitildiği konusunda daha fazla düzenlemeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum” dedi.
Teknoloji yazarı David Auerbach bu yılın başlarında Time’a verdiği demeçte, “Bu şeyler insanlar gibi düşünmüyor, hissetmiyor ya da ihtiyaçları olmuyor. Ancak gerçeğe yakın bir insan kopyası gibi davranıyorlar. Bunu bu kadar tehlikeli yapan da bu özelliği” sözlerini dile getirmişti. 2013 yılında BBC’deki bir haberde bazı Japon erkekler, video oyunundan yapacakları 2 boyutlu kız arkadaşlarını gerçek kadınlara tercih edeceklerini söylemişti. Daha birkaç gün önce burada Japonya’nın geçen sene doğum oranının ölüm oranının gerisinde kaldığını yazdık. Yani yapay zeka sevgililerin yaratacağı tek sorun iletişimsizlik olmayabilir.
Bugün yazıyı bir astronomun film önerileriyle bitirmek istiyorum. Erika Nesvold, ‘Off-Earth: Ethical questions and quandaries for living in outer space’ kitabının yazarı ve daha önce NASA Goddard ve Carnegie Bilim Enstitüsü’nde araştırmacı olarak çalışmış. Şimdi de bir uzay simülatörü olan Universe Sandbox’un geliştiricisi. Aslında bu liste, Erika’nın en iyi bulduğu 10 uzay filminden oluşuyor. Erika, New Scientist’te yer alan yazısında, “Bu listede ütopik federasyonlarda ya da çok ama çok uzak galaksilerde geçen filmleri bir kenara bırakarak, bizim toplumumuzun ya da ona çok benzeyen bir toplumun bakış açısından uzay araştırmalarının nasıl olacağını konu alan filmlere odaklandım. Ayrıca uzayın bize geldiği hikayelerden de kaçındım ki bu da Arrival, E.T. ve Close Encounters of the Third Kind gibi filmleri dışarıda bırakıyor” diye yazmış. İşte 10 film şöyle:
1) Hidden Figures (2016)
2) Apollo 13 (1995)
3) Gravity (2013)
4) The Martian (2015)
5) Moon (2009)
6) Sunshine (2007)
7) Silent Running (1972)
8) WALL-E (2008)
9) Contact (1997)
10) 2001: A Space Odyssey (1968)