Paris’te bayrak şampiyonlara emanet
Mete Gazoz ve arkadaşları olmayacak işler başarıyor. İlk kez Dünya Şampiyonası’nda final oynadılar. Bugün bireysel yarışmada sahne alacak Mete. Belki şampiyon olacak. Peki farkında mıyız? Nasıl bir efsaneyle aynı havayı soluduğumuzu biliyor muyuz? Yoksa o efsane biz gazoz, böyle devam mı edeceğiz?
Üniversitede spor gazeteciliği dersi verirken sınavlarda sormayı en çok sevdiğim sorulardan biriydi Güney Kore-okçuluk ilişkisi. Bir ülke bir sporu nasıl domine eder, en güzel örneklerden. Artık soramıyoruz. Çünkü Mete Gazoz var. Çıktı ‘sahibinin’ elinden altın madalyayı söke söke aldı. Olmayacak şeydi, oldu. Belki de sırf bu yüzden bu ülkenin en başarılı sporcusu o. Hatırlıyorsunuz değil mi kendisini?
2021’de Tokyo’da altına ulaştığında neyi başardığını tam olarak anlayamadık ama hepimiz çok sevindik ve onu çok sevdik malum. İsmi şirindi, kendisi güler yüzlüydü. Kazanınca yaptığı harekete bayılıyorduk. Reklamlara falan bile çıktı. Hakkında pek çok şey öğrendik o dönemde. Meğer 2016 Rio’ya gitmeden önce, 16 yaşındayken neredeyse okçuluğu bırakıyormuş. Ama aileden gelen okçuluk sevdası ve ebeveynlerinin harika tavrıyla devam etmiş. Rio’da yarıştığı günün ertesinde ‘2020’de altın alacağım’ diye tweet (pardon post) atmış. Aynı spordan gelen ailesi o iyi bir okçu olsun diye yapmadığını bırakmamış. Espri malzemesi yapılan soyadı ve belirgin tiki yüzünden çok zor bir çocukluk geçirmiş, tüm bunları sporla aşmış falan filan. Sadece bizim değil dünyanın da bayılacağı bir hikayeydi bu. Bayıldık da nitekim. Tarkan mertebesine çıktı Mete. Hakkıyla.
Ama sonra unuttuk onu. Bu memlekette olan pek çok şey gibi o da ‘yaşandı bitti saygısızca’. İki yıldır ne yapıyor bilen var mı? Çok emin değilim. Oysa Mete aynı azimle çalışmaya devam etmiş. Pek çok Olimpiyat şampiyonunun aksine apoletlerinin arkasına saklanmak yerine neredeyse her müsabakaya katılmış. Bazen dokuzuncu olmuş, bazen ilk turda elenmiş. ‘Olimpiyat şampiyonuna bu yakışır mı?’ demeden her müsabakadan tecrübe devşirmiş. Ve en önemlisi çalışmayı hiç bırakmamış. “En az çalıştığım günler tatil günlerim.” diyor güler yüzüyle. Ve hala aynı azimle koşturuyor. Sadece kendine de çalışmıyor artık. Milli takımın kaptanı ve herkesi yukarıya çekiyor.
O şatafatlı günlerinde sormuşlar: Olimpiyat altınından sonra ne değişti? “Herkes beni yenmek istiyor ama bunu seviyorum.” demiş. Zaten yenilmeyi de sorun olarak görmüyor hiç. “Kaybettiğin anlardan bile dersler çıkarıyorsan zaten kaybetmemiş oluyorsun.” diyor. Evet, bunları henüz 24 yaşındaki biri söylüyor. Yaş meselesini de harika açıklıyor ama: “Profesyonel spor insanı olgunlaştırıyor.” O her şey normalmiş, zaten böyle olurmuş gibi konuşuyor. Oysa biz gayet iyi biliyoruz, bu ülkede en normal olması gereken bile olmuyor. Ve bu ülkenin görüp görebileceği en büyük şampiyonalardan biri Mete Gazoz.
Ama biz onu görmek istemiyoruz. Olimpiyatlara dek yüzümüzü okçuluğa hiç çevirmiyoruz. Sadece birkaç sene önce takımın en genciyken şimdi milli takımın kaptanı olmasına şaşırmıyoruz. Hangi milli takımın? İki gün önce erkeklerde ilk defa Dünya Şampiyonası finali oynayan, Güney Kore’ye diş gösteren ve belki de seneye tahtından edecek olan milli takım. Altını çizelim, 40 yılda bir kez olabilen bir şeyden bahsediyoruz. Ve belli ki Mete sadece kendisini değil takımını da oraya taşımaya çalışıyor. Takımda kendinden daha genç çocuklar var şu anda ve belli ki hepsine gözü gibi bakıyor Mete. “Başarıyı doğru anlatamadığınız sürece başarının bir önemi kalmıyor.” diyen biri olarak kendinden sonrakilere de yol açıyor.
Odeabank sponsorluğunda gerçekleşen ‘Görünenden Fazlası’ adlı bir programda Zeynep Üner harika sorular sormuş ona. Mutlaka seyredin. Ben bu kadar samimi, bu kadar net, bu kadar açık konuşan çok az sporcu gördüm. İnsan hiç mi yerini yadırgamaz. Her şeyi nasıl bu kadar güzel sindirir. Ve daha önemlisi tüm bu başarılarla nasıl yetinmez.
Tüm bunları neden yazıyorum biliyorsunuz değil mi? Elimizde spor tarihinin, tarihimizin en büyük sporcularından biri var ve biz onu anca olimpiyattan olimpiyata hatırlıyoruz. Oysa bizim onun peşinde koşmamız lazım. Müridi olmamız lazım. Her sözünü zapta geçmeliyiz. Yaptığı her antrenmanı yazan, her taktiği not eden, neyi neden yaptığını unutmamak için kayda geçen biri o. “Kendi için bilinç” mertebesine bu kadar kestirmeden ulaşan kaç sporcumuz var ki?
Samimiyetle soruyorum, hiç dinlediniz mi onu? Bu kadar yüksek konsantrasyon gerektiren bir sporda bu kadar neşe ve umut dolu biri nasıl oluyor, hiç düşündünüz mü? Sizi bilmem ama ünlü edebiyatçı Paulo Coelho düşünmüş ve dinlemiş belli ki. Son kitabını ona ithaf etmesi boşa olamaz. Hadi diyelim dinlemiyoruz. Peki neden takip etmiyoruz? N’apar, ne eder bu oğlan? İyi midir, hoş mudur? İnsan manşetleri geçtim, gündeminin bir kenarını ona neden tapulamaz Allah aşkına? Gidiş yolunu neden hiç takip etmez? Olimpiyattan olimpiyata mı bizim Gazoz aşkımız?
Uludağ Gazozlarının o harika reklamını hatırlayalım. Ne diyorlardı: “Gazoz olma, efsane ol.” Kimin gazoz, kimin efsane olduğu çok ortada bence. Gazoz olan biziz, efsane ise o. Bari bunun farkına varalım. O da bir şeydir sonuçta. Paris’te elini öperken bunu hatırlarız en azından.