Türk kulüpleri Avrupa’nın en kötüsü! Gelir iyi ama öz sermaye dipte, çanlar çalıyor
35 dakika olsaydı gitmişti tur. Neyse ki maçlar 90 dakika. Öyle kötü başladı ama öyle de iyi bitirdi ki Fenerbahçe, futbol bir kez daha öykü yazma konusundaki maharetini göstermiş oldu. Skora baksanız ezdi geçti. Oysa önce geçti sonra ezdi. Tabii bunda Twente’nin amatörlüğünün de payı vardı.
Futbolun kendi iç dramının sinemayla, edebiyatla aşık attığını biliyoruz. Bunu da her maç inatla ispat etmeye kalkıyor. Artist ya… Başla ve bit kardeşim. Dramatize etme. Topuna bak. Ama öyle değil işte. İlla bir fiyaka. Dün akşam kontrast da vardı, hikâye de. Fenerbahçe öyle kötü başladı ve öyle ferah bitirdi ki bu hikâye 90 dakikaya nasıl sığdı şaşırdık.
Üstüne bir de Oosterwolde’nin 32 dakika oyunda kalması mucize derken gitti attı golü. Hem de kime? Altyapısından yetiştiği evinin kulübüne. Tel tel dökülüyordu oysa. Daha ilk dakikadan belli etti bunu. İlk 20 dakikada altı kritik pas hatası yaptı Fenerbahçe. Çoğu da Hollandalıdan geldi. Takımı demoralize edecek kadar geriletti bu. Mert’i de sanırım bu nedenle sol bek yapmış İsmail Kartal. Ama o da hücumcu bekler formülünü bozdu ve uzun süre hiç çıkamadı Sarı-Lacivertliler. İleriye Dzeko kancasını da atamayınca, iki topu bir arada göremediler. Sahi Dzeko neden ilk 11’de başlamadı acaba? Oyunu rakip alana yıkmaya ihtiyacın varken tam onluk maç değil miydi? Bu ve bunun gibi pek çok soru akla geldi devre arasında. Çok kötü bir ilk yarıydı çok. O yüzden 1-1’lik skor üstüne bir de kırmızı kart harikaydı.
Kent’in oynadığını ikinci yarıda yerine giren ve iki golle yıldızlaşan İrfan Can Kahveci ile anlamış olanlar vardır muhtemelen. Asıl önemli olansa Osayi-Samuel’in oyuna girmesiydi. İkinci golü getiren art arda varyasyonlar onun sayesinde geldi. Bu da neyi gösterdi bize? Defansta sakatlıklar nedeniyle oluşan kırılganlığı örtmek için daha fazla savunmacı almak her zaman iyi gelmiyor. Onun yerine topu savunmadan uzağa taşımak lazım. Onu yapınca geldi goller. Önde basınca. Çıkartmayınca. Pas ritmini hızlandırınca. Yani topu kendi kalesine yaklaştırmayınca.
Gerçi ikinci yarıda hücum kipine geçilmesinde asıl etken rakibin 10 kişi kalması tabii. Hakemin kararı doğruydu ve Regeer’in yaptığı çok amatörceydi. Ki Twente ve acemilik konusuna birazdan geleceğiz. Ama hakem demişken şunu da vurgulamak lazım. Belli ki UEFA da havaya girmiş. Bizim takımların transferlerini görünce kendimizi İngiltere’de hissedelim diye bu hafta üç takıma İngiliz atamış. Yine de gerekenden çok daha fazla durdu oyun. Maçın bir türlü akmamasının bir nedeni de oydu.
Gelelim Twente’ye. ‘Eski Türkiye’ takımları gibi gelmişler İstanbul’a. Videolardan gördük. Taraftar acayip bir hırsla yollamış takımı. Maçın başında da sürekli kramponlarının dişlerini gösterdiler. Sert fauller. Ekstra hırslar. Tribüne oynamalar. Durduk yere taraftarı gaza getirecek bir takım manasız hareketler… Sinsi sinsi toplarını oynasalar, rakibi hırslandırmadan oyunlarına baksalar 10 kişi de kalmayacaklardı muhtemelen. Hatta belki istediklerini bile alırlardı. Amatörlük kötü şey. Hani TRT spikeri söylerdi ya: “Oysa maça çok iyi başlamıştık. Ama maalesef…”