Mine Kırıkkanat ve Elif Şafak arasındaki intihal davasında son sözü mahkeme söyledi
10Haber, Çağan Irmak'ın ilk öykü kitabını müjdeliyor. Doğan Kitap etiketiyle yayımlanan altı öykülük 'Gözümden Deliler Taştı', Irmak'ın yıllardır beslendiği edebiyata bir gönül borcu olarak sunduğu ilk kitabı olarak tanımlanıyor. Kitaptan tadımlık bir bölüm paylaşıyoruz.
Türk sinemasının üretken yönetmenlerinden Çağan Irmak 23 yıllık kariyerine 29 televizyon dizisi ve film sığdırdı. ‘Asmalı Konak’, ‘Çemberimdeki Gül Oya’, ‘Şaşıfelek Çıkmazı’ ve ‘Keşanlı Ali Destanı’ gibi kült televizyon dizilerine imza atan Irmak beyazperde de ise ‘Mustafa Hakkında Her Şey’, ‘Babam ve Oğlum’, ‘Issız Adam’, ‘Dedemin İnsanları’, ‘Tamam mıyız?’, ‘Prensesin Uykusu’, ‘Yol Arkadaşım’, ‘Bana Şans Dile’ ve ‘Unutursam Fısılda’ gibi filmlerle izleyicilerin karşısına çıktı.
Yönetmen bu kez kariyerine yeni bir pencere açıyor. Zihnindeki görüntüleri ve hikayeleri bu kez okurların hayal gücüne bırakıyor. Şu ana kadar birçok senaryo yazıp filme dönüştüren Irmak, ‘Gözümden Deliler Taştı’ adlı bir öykü kitabı yazdı. Doğan Kitap etiketiyle raflarda yerini almaya hazırlanan kitap altı öyküden oluşuyor. Kitap, Irmak’ın yıllardır beslendiği edebiyata bir gönül borcu olarak sunduğu ilk kitabı olarak tanımlanıyor. Irmak 70’li yıllara, Ege kasabalarına götürdüğü öyküleriyle filmlerinde olduğu gibi hikayelerinde de birbirinden ilginç simalarla tanıştırıyor okuru.
10Haber olarak, Çağan Irmak’ın ilk öykü kitabını müjdelerken, önümüzdeki günlerde Doğan Kitap etiketiyle raflardaki yerini alacak altı öykülük ‘Gözümden Deliler Taştı’dan tadımlık bir bölüm paylaşıyoruz:
Issız bir adaya düşecek olsa, yanına alacağı üçüncü şeyi düşünmeye tenezzül bile etmezdi Naciye. Yarınlar yokmuş gibi, birbirine ekleyip içi içiverdiği cıgarası bir de bu sürate uymuş biteviye yerli film oynatan yazlık Çınar Sineması yeter de artardı ona. Üçüncü bir zımbırtıya lüzum yoktu. Gerçi koca sinemayı zehir yeşili hırkasının cebine koyup da götüremezdi adaya ama Yaradan’a sığınıp sunturlu bir dua etti miydi belli de olmazdı hani?
Yaşlı yüreciğinin derininden bir yakarışla “Allah’ım beni filimsiz koma oralarda” dese, sinemanın tahta sandalyesinde çürüttüğü mabadının hatırına, senelerin Naciye’sine şu kadarcık da iltimas geçilmez miydi artık?
Haziran başı patlıcan tavaya, karpuz kabuğu da denize düş- mezden evvel, çarşamba akşamları saat yedide Naciye meydana düşerdi. Hem de ne düşmek. Kadidi çıkmış ufak kara bedeninden umulmayacak bir hızla, arkasından alacaklısı kovalarmış gibi yel yepelek geçerdi çarşıdan. O saniye gördün gördün. Bir daha da ara ki bulasın kocakarıyı. Hoş aramaya da lüzum yoktu zati. Nereye gittiğini mahallenin uyuz köpekleri bile bilirdi. Çarşamba akşamıydı bu. Kolay mıydı öyle haftada bir akşamcık “yalnızca hanımlara” oynayan yerli filme yer bulmak? Arada esnaftan kendini bilmezin biri dükkânından kafasını uzatıp da “Goşma bre Naciyeba. Senden evvel geçen olmadı” deyince Naciye arkasına bile bakmadan savurduğu sülale boyu bir küfürle rezil rüsva ederdi densizi. Hatta bazen suyundan da koyası gelir, adamın yedi ceddinin amel defterini tek seferde açar, oracıkta sayardı anasının atasının kepazeliklerini. Çarşambaları Naciye’ye bulaşmak demek, fitili yanan bombaya çıplak götle oturmak demekti.