Türk spor dünyasından 100. yıl mesajları
Sezonun ilk derbisi geldi. Aboubakar mı Icardi mi diye soruyor herkes. Ama bir de başka yanı var işin. Bu derbide kalite hep vardır, genelde de ihtiyacı olan alır maçı. Deplasman tribünüyle de birlikte gerçek bir futbol maçı için her şey tamam.
Galatasaray-Beşiktaş derbilerinin hafızamızda özel bir yeri var. Belirli bir futbol kalitesi vaat eder bu maç. Hem de her zaman. Öyle orta yolcu oynanmaz. Temkin vitesine almaz kimse. O yüzden beraberlik çok az olur. Son 15 maçın sadece ikisi berabere misal. Son 12 yılda sadece iki maç golsüz bitmiş. Yani şenlik bekleyen, karşılığını bulur.
Ama son yıllarda bir kimlik değişimi de var. Eskiden iki tarafın harika bir bilek güreşine dönüştürdüğü eşleşme artık biraz da sonucu önceden tahmin edilebilir durumda. Bir başka deyimle ihtiyacı olanın kazandığı bir eşleşmeden bahsediyoruz. Hele de son yıllarda. Düşünün, iki takımın ‘Arena’larında oynanan 21 maçta iç sahada Galatasaray iki kere kaybetmiş. Beşiktaş’ın mağlubiyeti yok.
İnsan biraz buna takılıyor. Hani derbi dediğiniz skoru önceden tahmin edilemez bir eşleşmeydi? Nasıl oldu da bu hale geldi? Fenerbahçe 2020 yılında Galatasaray ve Beşiktaş’a kaybedene dek nasıl bir seri yakalamıştı ezeli rakipleri karşısında, hatırlarsınız. Hani nerede belirsizlik? Ne zaman kaybettik derbilerin bu yanını?
Görüntü bulansın. Geçmişe gidelim. Şans bu ya, bundan tam 39 yıl önce yolumuz nasıl olduysa bir maç sırasında İnönü Stadı’na düşmüştü ailecek. İstanbul’a taşınalı daha birkaç ay olmuş 11 yaşında bir çocuk için inanılmaz bir görüntü. Maç sonu ise taraftarın dilinde maçın skoruna uygun bir tezahürat: ‘Erdal-Erdal-Abramczik/Beşiktaş delik deşik’. Ne golleri hatırlıyorum ne de tam olarak skoru. Galatasaray 3 gol atmış İnönü’de. Onu anlayabildim bir tek. O yıllar öyleydi zaten. Deplasman diye bir şey yoktu. Sofra her derbide yeniden kurulurdu. Öyle çok gol olmazdı ama kimin kimi yeneceği de hiçbir zaman belli olmazdı.
Şans buydu ya hani, 29 yıl önce gene bir ekim ayında dönemin Galatasaray Futbol Şube Sorumlusu Adnan Polat’ın aklına bir fikir geldi. Rivayet o ki Avrupa’ya özenmiş. “Bundan sonra…” dedi Adnan Polat, “derbilerde tribünler yarı yarıya bölünmeyecek. Artık deplasman seyircisi deplasman tribününe oturacak.” O maç da bir Beşiktaş maçıydı. İlk golü yemesine rağmen seyircisini arkasına alan Cim Bom, Mapeza’nın nefis oyunuyla maçı 3-1 kazandı. Taraftar rakibin üstüne kâbus gibi çökmüştü. İşe yaramıştı plan. Merceği biraz daha yukarı çekelim hatta. Adnan Polat’ın planı o kadar işe yaradı ki, Ali Sami Yen’de Beşiktaş’ı ligde sekiz sene boyunca mağlup edemeyen Galatasaray o günden beri sahasında rakibiyle oynadığı maçların %70’ini kazandı. Yani deplasman tribünü neden olmasındı ki?
Derbilerde işin zıvanadan çıkmaya başlaması, baskının kontrol dışını zorlaması, 90’ların 2000’lere devrettiği dönemlere tekabül ediyor. Dev kolonlarla deplasman tribününü sağır edecek müzikler açılması, çürük yumurtalı-tezekli tribünler, sidik torbalarının atılması. Bir de üstüne bu öfkenin sahaya da yansıması. Hasan Şaş’ın kafasında patlayan yumurta, sulu derbi vesaire. Sonrası da yasaklar yasaklar yasaklar…
Devamı da malum; giderek arenalaşan tribünler, bir dönem adı bile ‘Arena’ olan yapılar, kombine bilet satışlarıyla yarı yarıya oynanması imkânsız hale gelen sistem… Ve sonra bir adım ötesi: Deplasman tribünün bile yasak olduğu zamanlar. Yani rakip taraftarın r’si bile olmadan oynanan derbiler. Son 12 sezonun 8’inden bahsediyoruz.
Bugün Galatasaray-Beşiktaş derbisinde pandemiden sonra ilk defa deplasman seyircisine izin verildi. Bunu bir fırsat olarak görmeliyiz hepimiz. Gene bir avuç olacaklar. Gene tek taraflı olacak maç. Ama hiç değilse biraz olsun ses duyacağız. Gerçek bir futbol ambiyansının yeniden oluşması için bundan iyi sezon mu var? Herkes futbolu özlemişken, tribünler hıncahınç dolmuşken ‘tam zamanı tam zamanı şimdi’ değil mi?