Halka arzlardan hisse alabilmek için bebeklerini bile sahaya sürdüler
Elbette okuduğun okulla alınan eğitimler nerede, hangi alanda, hangi meslekte çalışacağını belirliyor. Ama çalışma arkadaşlarına, ailene, çocuklarına ve insanlığa bakış açın aileden geliyor. Ne gördüysen o kalıyor.
Kendimi bildim bileli beni babama benzettiler. Çocukluğumda dükkana yardıma gittiğimde, mahallede büyüklerle karşılaştığımda “Sen Salih’in oğlu musun, ne kadar çok benziyorsun” derlerdi.
Ben ise hiç kendimi benzetemezdim, hele gençlik yıllarımda bu benzetmelere biraz da sinir olurdum. Fiziksel olarak benzesek bile kafa olarak benzemek istemezdim. Sanırım o yaşlarda kendi kimliğimi ve karakterimi bulma yolculuğunda direkt birinden etkilenmek iyi gelmiyordu. Ne kadar saçma bir düşünceymiş, sonra anladım elbette.
Geçen hafta EkoTürk kanalında Mert Aydıner’in Cesur Adımlar programına katıldım. Çok yoğun bir günün ardından ve akşam çevrim içi Genwise programının başına katılıp 22:00’de başlayacak yayın için Ortaköy’e doğru yola çıktım. Yayın canlı olduğu için tedbirli olmak istiyorum. Yolda gelebilecek soruları tahmin etmeye çalışırken, kariyer yolculuğumu etkileyen birkaç isim düşündüm, Ne müdürler ne CEO’lar ne de başkaları geldi aklıma.
Aklıma ilk gelen ilkokul öğretmenim oldu. Aslında öğrenmeye ve yeni bilgilere çok açık olduğumuz bir dönemde bizi o kadar iyi besledi ve işledi ki, ilkokul eğitimim lise eğitimimden daha verimli ve eğiticiydi. İlkokulda okul kantininin işletmesini bize vermişlerdi, tüm satın alma, muhasebe ve banka işleri bizdeydi. Her gün biz açıp biz kapatırdık. Bugün herkesin staj dediği ya da girişimcilik kamplarında konuşulan konuları 9-10 yaşında Eyüp Merkez İlkokulu kantinini işleterek öğrenmeye başlamıştık.
Aslında yetki verme/yetkilendirme konusuna daha iyi bir örnek olamazdı. El kadar çocuklara kantin/para teslim edilir mi? Edilir. Zaten çoğumuz babalarımızın dükkanlarında esnaflık yapıyorduk.
Yine o günlerden ilkokul öğretmenimiz bize oldukça zor tiyatro oyunları çalıştırarak sene sonunda sahneye çıkmamızı ve gösteri yapmamızı sağlardı. Oldukça zor ve uzun metinler, derslerden sonra kalıp çalıştığımızı hatırlıyorum.
Hafta sonları okulda mandolin ve folklor kursları olurdu, hepsine gelirdik. Özel günlerde ve gösterilerde öğrendiklerimizi sergilerdik. Hepimiz olmasa da sınıfın büyük çoğunluğu bu aktivitelere ve gösterilere katılırdı.
O zaman yaşadığımız ilçede dört ya da beş sinema vardı ama tiyatro yoktu. Okul hocalarımız velileri de düşünerek akşamları okuldan otobüs kaldırarak öğrenci ve anne babalarını Ferhan Şensoy’a, Genco Erkal’a ya da şehir tiyatrolarının oyunlarına götürürlerdi. Belki de ailelerin birçoğu ilk defa tiyatroya çocuklarının okulları sayesinde gördüler.
Okuldaki gösterilere de tüm veliler gelirdi, okuldaki tiyatro sahnemizde gösterilerimizi yapardık. Okul müdürümüzde çok yaratıcı ve hızlı eyleme geçen biriydi. Okulda hafta sonları ilkokul son sınıf öğrencilerine ücretsiz İngilizce kurs açardı. Özel okullarda bile o zamanlar İngilizce ders verildiğini sanmıyorum. Yine dersleri verenler, İngilizce bilen veliler olurdu. Biri de babamdı, askeriyede öğrendiği İngilizceyi ilkokul öğrencilerine anlatırdı. Okulda müdür, öğretmenler, veliler ve hatta öğrenciler arasında harika bir işbirliği vardı.
Yine üniversiteye girmeden önce hangi bölüme gireceğimizi belirlemek için danışmanlara gitmek ya da stajlar yaparak hangi bölümü seçeceğimizi belirlemek için lise ya da üniversite son sınıfı beklemek gerekmezdi.
İlkokulda öğretmenlerimiz sınıftaki her çocuğa meslekleri dağıtarak meslek sahipleri ile görüşmeler yapmamızı istemiş ve sonra o görüşmeleri ve mesleklerle ilgili öğrendiklerimizi sınıftaki tüm arkadaşlara anlatmıştık. Bana düşen meslek çocuk doktorluğuydu ve 11 yaşımda çocuk doktorumuzdan randevu alarak 1 saatten fazla sorularımı sorarak cevaplarımı aldığımı ve sonra da sınıfa anlattığımı hatırlıyorum. Sonra da bana göre değil diye düşündüğümü.
Yine başka bir arkadaş için mühendisliği sorgulamak üzere eski Elektrik Santrali bugün ise Bilgi Üniversitesi olan yerleşkede tüm alanı gezip sorularımızı yetkili müdürlere sorduğumuzu hatırlarım. Yine başka bir ödev için Devlet Deniz Yolları Müdürlüğü’nde (bugün Galataport) Osmanlı döneminde denizcilik ödevi için bilgileri topladığımızı. Ne ilkokulmuş ama. Yıllar sonra ilkokul arkadaşlarımızla buluşmaya bile başladık. Yılda bir iki kez buluşup sohbetler ediyoruz. Ve hâlâ en çok okul anımızın olduğu o günleri özlüyoruz.
Sonra çok benzemek istemediğim babamı düşündüm ilham aldıklarımda. İlkokul sonrası benim de fikrimi aldıktan sonra elimden tutup Kapalıçarşı’da bir toptancının yanına bırakıp hayatımı değiştiren adamı. Genelde her söylediğine itiraz ettim uzun yıllar, farklı düşüncelerimiz hep oldu. Ama asla birbirimizi değiştirmeye de çalışmadık. Ne okul seçimimde, ne iş seçimimde hep ve sadece arkamda oldu. Sormak istediklerini ve aklında olan soruları sordu ama sonra “Arkandayım” dedi. Sonra da bana sormadan bir şey yapmak istemedi. En çok ilham aldığım şey oydu zaten, verebileceklerinin en iyisini verip, onda yoksa başkasına gidip yardım ve destek istemesini bilmesiydi. Bilmiyorsa bilmiyorum der, git kaynağından öğren gel, bana da anlat derdi. Her gün işten geldikten sonra aralıksız iki saat satır satır gazetesini okurdu. Hafta sonları tüm ailenin kahvaltıda birlikte olmasını isterdi. Aynılarını ben yapıyorum şimdi.
Arkadaşları ondan en az 10 hatta 20-25 yaş kadar küçüktüler. Doğma büyüme aynı ilçede yaşadığı ve işini sürdürdüğü için herkesi tanır ve takip ederdi. Şimdi ise arkadaşları ile ben görüşmeye çalışıyorum. Geçenlerde çok sevdiği bir arkadaşının kızının nişan törenine katıldım. Hafta sonu çok sevdiği Enez’e yine çok sevdiği arkadaşıyla birlikte ziyaret yapacağız. Hem işleri halledeceğiz hem de onun sevdiği ve gittiği yerleri tekrar göreceğiz.
Kitaplara göre de kişiliğimizin ve karakterimizin oluşumu çok genç yaşlarda başlıyor ve tamamlanıyor. Elbette öğrenme devam ediyor ama temel aynı kalıyor.
İlkokul öğretmenin, mahalleden senden önce iyi işler yapan abi ve ablalar, babanın yanında çalışırken tanıştığın insanlar, annenin işyerinden arkadaşları veya abin ve ablandan öğrendiklerin unutulmaz oluyor.
Sonra okullar, üniversiteler ya da işyerinde alınan eğitimler var. Elbette nerede, hangi alanda, hangi meslekte çalışacağını belirliyor. Ama çalışma arkadaşlarına, ailene, çocuklarına ve insanlığa bakış açın aileden geliyor. Ne gördüysen o kalıyor. Ne öğrendiysen doğrun oluyor. Her zaman öğrendiklerin doğru olmayabiliyor, o zaman da iş sana düşüyor. Hızla değişen dünyada geçmişte olmayan, bilinmeyen işler ve bakış açıları varsa onları da üstüne sen ekliyorsun. Ya da iyi olmadığını düşündüklerin varsa ekleme çıkarma yapabiliyorsun.
Ne kadar çok şey ana babamızdan geçiyor. İyi ki.