10 bin kişilik Magarsus antik tiyatrosu gün yüzüne çıkarılıyor
Taylan Biraderler'in çektiği 'Kübra', Malta Şahini'nin kahramanı Dedektif Sam Spade, özleyenler için Kate Winslet... Platformlarda üç sıkı dizi sizleri bekliyor. Dünyanın çetrefilli hali sıradan hayatlara sirayet ediyor...
KÜBRA
* Dikkat, yazı diziyle ilgili bilgi içermektedir.
Güç, mutlak güç… İnsanlık tarihinin de bize kanıtlamış olduğu üzere; insan, fıtratı gereği nefsine teslim olduğu zaman sadece kendi yaşamı üzerinde sürdüğü hükümle yetinemiyor. Belli bir miktar maddi-manevi güç elde ettiğinde; neredeyse her zaman diğerlerinin yaşamlarında da söz hakkı sahibi olmak, onları yönetmek, onların nasıl yaşayacaklarına karar vermek arzusuyla yanıp tutuşuyor. Hepi topu (en iyi ihtimalle) 80-90 sene bu dünyada nefes alıp verebilecek bir varlığın, varoluşun bütününe bakıldığında bir kelebeğinkinden daha kısa sürecek mevcudiyetinde, üstelik Sultan Süleyman’a bile kalmayan bu dünyada böyle beyhude bir hüküm arayışına girmesinin sebebi nedir?
Bu sebebin temelinde tam da bu çabanın beyhudeliği yatıyor olabilir mi? Yani insan eninde sonunda öleceğeni bilerek yaşadığı hayatta, ölümsüz olana, sonsuz güç ve hüküm sahibi olana öykünüp onunkine benzer bir iktidar sahibi olmaya çalışarak yeryüzünde Tanrı’yı oynamaya çabalayıp, devşirdiği bu geçici kudret üzerinden kendi faniliğini bir süreliğine de olsa unutuyor olabilir mi?
Dünya üzerindeki tüm sosyo-psikolojik gerçekleri insanın faniliği ile yüzleşmesi ve ölüm korkusu ile açıklamak her ne kadar mümkün olmasa da iktidar ve itaat arasındaki ilişkide ilahiyatın müthiş kullanışlı bir aparat olduğu gerçeği asla yadsınamaz. Daha önce ‘Sıcak Kafa’ isimli bilim kurgu romanı, çok başarılı bir şekilde Netflix’e dizi olarak uyarlanan Afşin Kum’un bu kez de ‘Kübra’ isimli bir başka romanı Taylan Biraderler yönetmenliğinde yine Netflix için dizi olarak çekildi. Yayınlanır yayınlanmaz seyircide büyük ilgi uyandıran ‘Kübra’, tam da bu konuları irdeliyor.
Kendi halinde bir araba tamircisi olan Gökhan bir mağazada tezgahtar olarak çalışan nişanlısı Merve ile evlenme planları yapmakta; annesi ve kız kardeşi ile birlikte yaşadığı evde mütevazı bir hayat sürdürmektedir. Askerden yeni dönen Gökhan’ın birliği ağır bir pusuya uğramış, yapılan saldırı sonucunda tüm birlikten sadece Gökhan hayatta kalmış üstüne üstlük bir de yakın zamanda babasını kaybetmiştir.
Bu kayıpların acısı ile başa çıkmaya çalışan Gökhan’ın sıradan hayatı bir gün telefonuna indirdiği bir mesajlaşma aplikasyonu ile bambaşka bir yöne evrilir. Kübra isimli bir kullanıcı Gökhan’a ‘özel’ olduğunu söyleyen bir mesaj gönderir. Gökhan’ın ilgisini çekmeyi başaran ve mesaj göndermeye devam eden Kübra, zaman içerisinde genç adamı kendisinin Allah olduğuna, gaybı bildiğine ve Gökhan’ın seçilmiş kişi olduğuna inandırır.
Çevresindekiler ilk başta onun delirdiğini düşünse de Gökhan’ın Kübra aracılığı ile gerçekleştirdiği mucizeleri gördükçe yavaş yavaş ona inanıp biat etmeye başlarlar. Gökhan kısa süre içerisinde maddi ve manevi olarak çok güçlenir.
Aslında en fakirinden en zenginine, hırsızından polisine neredeyse herkesin bizzat Allah’tan emir alan birinin varlığına inanmaya ihtiyacı vardır. Çünkü eğer Gökhan Allah’tan mesaj alıyorsa bu Allah’ın var olduğunun kanıtı demektir ve eğer Allah varsa hem kendileri hem de kaybettikleri sevdikleri bir hiçmiş gibi yaşayıp ölmemiş, yaşamlarının bir anlamı olmuş demektir.
Kenar mahallelerde yarı aç yarı tok geçmiş sefil bir hayat görüp görebilecekleri tek varoluş olmayacak, eğer Allah’ın emrettiği gibi bir yaşam sürerlerse fani dünya yaşamında çektikleri sıkıntılar burada kalacak ve ölümden sonra nihayet müreffeh bir varoluşa kavuşabilecekler demektir. Ölen sevdikleri yok olmamış öte yaşamda onları bekliyor demektir. Kübra’dan gelen mesaj değersiz, kimsesiz ölümlüler olmadıkları, korunup kollanan ölümsüz ruhlar oldukları anlamına gelmektedir.
İşte insanlar kendilerine bütün dünyevi siyasetçilerin vaat ettiklerinin üzerinde bir şey vaat eden, onlara ölümsüzlük sözü verip çektikleri ızdıraplarının sonucunda bir ilahi ödüle kavuşacaklarını söyleyen dini vaatçilere bu yüzden daha fazla prim verirler. İnsanın varoluşsal (ya da yok oluşsal) kaygıları o kadar derinde ve o kadar kuvvetlidir ki sonsuza dek yaşayacakları ilahi bir yaşam vaadini refah ve adalet içinde geçirilecek bir dünya hayatı vaadinden çok daha kolay satın alırlar. Bunu satan kişilere de kendilerini ilahi ödüle götürecek aracı gözüyle bakıp kolaylıkla biat ederler. İnsanların bu eğilimi, dünyevi güç devşirme peşinde olan fanilerin de her daim iştahını kabartır çünkü kutsala biat, kılıca biattan daha kolaydır.
Nitekim Gökhan kendisinin bizzat Allah’tan emir aldığını ilan edip müritleri gittikçe artmaya başlayınca bu durum hemen muktedir siyasetçilerin de ilgisini çeker. Siyasetçiler, Gökhan’ın halk üzerindeki gücünü kendi erkleri için kullanmak amacıyla, Gökhan ve yakın çevresine karşı bir iktidar savaşına girişirler.
Kübra, bu yönüyle dinin toplulukları etki altına almak için ne kadar kullanışlı bir aparat olduğunu ve bu aparatın da siyaset için nasıl da bulunmaz bir nimet olduğunu son derece başarılı bir şekilde işliyor. Bununla da yetinmeyip kitle kontrolü konusunda yeni bir realiteye; teknoloji ve yapay zeka konusuna da eğiliyor. Gökhan’a Allah’tan gelen mesajın cep telefonu ile iletildiği bir dünyada Gökhan da kendisine gelen mesajı YouTube’da yayın yaparak ulaştırıyor.
Kübra bize, dün olduğu gibi bugün de kitleleri peşine takmak için en geçerli metodun din olduğunu üstelik yeni teknoloji sayesinde din üzerinden insanları manipüle edebilmenin artık eskisinden daha da kolay bir hale geldiğini anlatıyor. Kübra’nın bu kadar çok ses getirmesi bir tesadüf değil. Dizinin başında aynı kökten gelen kelimelerin hızlıca ekrana yansıdığını görüyoruz: Kübra, ekber, kabir, kibir, kebir…
Ölümlülük, ilahi kudret, kibir ve dünyevi kudret fena halde iç içe geçmiş kavramlar ve Kübra bütün bu kavramlara taptaze ve güçlü bir yorum getiriyor. Yalı sevdaları ile ağa kavgaları arasına sıkışıp kalmış Türk dizi sektörünün Afşin Kum ve benzeri yazarların işlerini ekranlara taşımasını çok önemsiyor, bu tarz dizilerin entelektüel bir çeşitlilik yaratmak açısından çok değerli olduğunu düşünüyorum. Kübra, mutlaka izlemesi gereken yapımlardan birisi.
Deneyimli sinema seyircisi Dedektif Sam Spade’i, sinema tarihinin unutulmaz eserlerinden biri olan, Humphrey Bogart’ın baş rolünü oynadığı 1941 tarihli ‘Malta Şahini’ filminden hatırlayacaktır. Dashiell Hammett’in aynı isimli romanından beyazperdeye uyarlanan film, ünlü sinema eleştirmeni Roger Ebert’a ve Entertainment Weekly’ye göre göre tüm zamanların en iyi filmlerinden biridir ve Amerikan sinemasının film noir (kara film ) tarzındaki ilk örnekleri arasındadır.
‘Malta Şahini’nden 80 yıl sonra Scott Frank ve Tom Fontana; Humphrey Bogart’ın efsanevi performansı sonucunda ikon statüsüne erişen Dedektif Sam Spade’e bu sefer bir dizi karakteri olarak yeniden hayat verdiler. Spade karakterini bu sefer Clive Owen canlandırıyor. Owen’ın Bogart’tan sonra Spade’i canlandırması büyük cesaret işi fakat Owen’ın soğuk, donuk, renksiz, mesafeli, detaycı, poker suratlı Sam Spade karakterini hakkını vererek canlandırdığı rahatlıkla söylenebilir.
İkinci dünya savaşı bitmiş, Spade, San Francisco’dan Fransa’nın güneyinde küçük bir kasaba olan Bozouls’a taşınmıştır. Burada tanıştığı güzel ve varlıklı bir kadınla evlenen çapkın dedektifimiz çok sevdiği eşinin zamansız ölümünün ardından hem dedektiflikten hem de kadınlardan elini çekmiş, hüzünlü ama huzurlu bir emeklilik hayatı sürdürmektedir.
Spade’in bu sakin inziva hayatı, en büyük düşmanlarından birinin kasabaya geri dönmesi ve yerel manastırda kimsesiz çocuklara bakan altı rahibenin acımasızca katledilmesinin ardından sekteye uğrayacak, Amerikalı dedektif kendisinini küçük kasabanın sakladığı büyük sırları ortaya çıkartacağı gizemli bir maceranın içinde bulacaktır.
‘Malta Şahini’nin film noir tarzını devam ettiren, yavaş, hüzünlü, hafif karanlık ama oldukça ilginç bir hikaye anlatan Mösyö Spade, Agatha Christie romanlarının okur ve seyircileri başta olmak üzere, klasik polisiyeseverler tarafından keyifle izlenecektir. Diziyi Amazon Prime’da izleyebilirsiniz.
İlk gösterimini 2021 yılında yapan, başrolünde Kate Winslet’in oynadığı dizi hem eleştirmenler hem de seyirci tarafından büyük övgü ile karşılandı ve , 73. Primetime Emmy Ödülleri’nde 16 adaylık alıp, Winslet için En İyi Kadın Oyuncu, Peters için En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve Nicholson için En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dahil olmak üzere dört ödül kazandı.
Doğup büyüdüğü yer olan Philadelphia’nın bir banliyösünde dedektif olarak çalışan Marianne ‘Mare’ Sheehan, (Kate Winslet) bir yandan cinayete kurban giden genç bir annenin katilini bulmaya çalışırken bir yandan da kendi hayatının dağılmasını engellemeye çalışmaktadır. Mare, 25 yıl önce bir lise basketbol şampiyonası maçının yıldızı olmuş yerel bir kahraman ve kasabanın sevilen bir karakteridir fakat bir yıldır kayıp bir başka genç kızın davasını çözememiş, bu da toplumdaki pek çok kişinin onun dedektiflik becerilerinden şüphe etmesine yol açmıştır. Mare; eşinden boşanmış, intihar sonucu kaybettiği oğlunun yasını tutmakta ve çok sevdiği torunu için eski eroin bağımlısı geliniyle velayet savaşı vermektedir.
Sadece tatmin edici bir polisiye olduğu için değil Kate Winslet’ın olağanüstü performansı için de bu diziyi izlemediyseniz eğer hazır BluTv’ye eklenmişken mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.