İKSV Genel Müdürü Görgün Taner: İptal kültürünün kimseye bir faydası yok
18. İstanbul Bienali, İKSV’den yapılan resmi bir açıklamayla 2025’e ertelenmişti. Beral Madra, Vasıf Kortun ve Zafer Aracagök İKSV'nin düzenlediği bienalin ertelenme kararını yorumladı.
18. İstanbul Bienali’nin, İKSV’nin yaptığı açıklamayla 2025’e ertelendiği duyurulmuştu. Küratör seçimi sırasında yaşanan tartışmalar, bienali düzenleyen İKSV’yi iki yılda bir yapılan bu dev plastik sanatlar etkinliğinin onsekizincisini 2025 yılına ertelenmek zorunda bıraktı. Erteleme kararını açıklayan İKSV, dolaylı yoldan küratör seçim sürecinde yaşananların bir kutuplaşmaya yol açtığını, ‘sanat dünyasında tarafların oluştuğunu’ ve bu kutuplaşmanın işleriyle bienalde yer alacak bazı sanatçıların işlerini geri çekmelerine neden olduğunu doğrulamıştı.
İKSV geçen yıl ilk olarak sanat tarihçisi Iwona Blazwick’in 18. İstanbul Bienali küratörü olarak belirlendiğini duyurmuş ama bu duyurunun hemen ardından küratör seçim sürecinin şeffaf yürütülmediğine yönelik eleştiriler gündeme gelmişti. Tarışmalar devam ederken Beral Madra, Vasıf Kortun ve Zafer Aracagök, ArtDog‘a süreci değerlendirip ertelemenin ne anlama geldiği üzerine konuştu.
Konu hakkında açıklamalarda bulunan Beral Madra şunları söyledi: “18. İstanbul Bienali ile ilgili ikilemli ve çatışkılı güncel durum, eğer hakikate bağlıysak, Türkiye demokrasisi için yaşamsal bir üretim olan çağdaş sanat (İlişkisel Estetik) alanındaki özellikle yapıt ve bilgi üretici kesimin yaşadığı zorluklarla bir kez daha yüzleşmemiz ve çözümler bulmamız gerektiğini açıkça ortaya koydu. Bu, her zaman üstünde durduğumuz Türkiye’ye özgü “Tamamlanmamış Modernizm”in post-modern ve küreselleşme süreçlerinde de etkin olmasından kaynaklanıyor. Ülkemizde ve çevremizdeki birçok ülkede toplumsal içeriği hasarlı neo-kapitalizm, kamusal kültür ve sanat politikalarının eksikliği, özel sektöre bağımlı dar sanat piyasası, istikrarsız sanat ve kültür altyapıları 21. yy gereksinimlerine yanıt veremiyor. Bu durum, 1980’den günümüze iki-üç kuşak sanatçıyı ve sanat uzmanını olumsuz etkiledi. Olumsuzluklar da iki yıl süren pandemi durgunluğunda ve iç ve dış siyaset sorunlarına bağlı olarak ekonomik krizin giderek büyümesinde aşırılaştı.
İstanbul Bienali bu olumsuz gelişmeler içinde Türkiye’deki sanat ve kültür üretimini uluslararası düzleme taşıyan sürdürülebilir bir etkinlik olarak umut dağıtıyor 1987’den günümüze. Sanat ve kültür üreticilerinin, bu umudun da anlamsız yönetim kusurlarıyla, uluslararası seçkin sanat ve kültür sanayisi kesimlerinin müdahaleleriyle kırılmasına tahammülü kalmadı ve gereken direniş ve protesto gösterildi.
Yalnız Türkiye’de değil, küresel bağlamda neo-kapitalist düzenin yarattığı dip ve zirve arasındaki büyük iletişimsizlik, açıklık ve haksızlıklar her alanda diptekilerin isyanı ile sonuçlanıyor; zirve de bu isyana boyun eğmese bile oyalayıcı yöntemlerle karşılık veriyor. Erteleme bunlardan birisi; aslında zaten kırılgan olan belleği yatıştırıyor zaman içinde. Bu sürede herhalde bienal nasıl yönetilmeli ki tepki ve eleştiri görmesin sorusuna yanıt aranacak! Ana soru ve bence ikilem yaratan soru şudur: İstanbul Bienali kamusal mıdır, özel midir ya da ikisinin karışımı mıdır? Kamusal ise ülke siyasetine bağımlıdır, özelse bağımsızlık içerir. İkisinin karışımıysa çatışkılar kaçınılmazdır.
Örnek olarak Venedik Bienali yapısı incelendiğinde yanıtlar var. İstanbul Bienali’nin kurucusu özel sektör, vakıf olduğu için “kâr amacı gütmeyen” bir kurum ancak mütevelli heyeti, danışma kurulu, destekçileri özel kişi ve kurumlardan oluşuyor.
Venedik Bienali’nin yapısı şöyle; karşılaştırın ve karar verin. 26 Temmuz 1973’te İtalyan Parlamentosu, kurucusu Venedik Belediyesi olan ve bir vakıfla yönetilen Bienal için yeni tüzük onayladı. “Demokratik” bir kurul oluşturuldu; bu hükümet temsilcilerinden, en önemli yerel kuruluşlardan, büyük sendikalardan ve personelden bir temsilciden oluşan 19 üyeden oluşuyordu. Kurul, başkanı seçiyor ve görsel sanatlar, sinema, müzik ve tiyatro alanlarından birer adet Sektör Direktörlerini aday gösteriyor. Örneğin ekonomist ve eski bakan olan Paolo Baratta en uzun süre (2008-2020) Venedik Bienali başkanıydı. 1998’de Bienal özel hukuk tüzel kişiliğine dönüştürülerek “Società di Cultura La Biennale di Venezia” olarak yeniden adlandırıldı. Şirket yapısının (yönetim kurulu, bilimsel komite, denetim kurulu ve özel destekçilerden oluşan kurul) dört yıllık bir süresi vardır. Başkan, Kültür İşleri Bakanı tarafından aday gösterilir. Yönetim Kurulu, Başkan, Venedik Belediye Başkanı ve Veneto bölgesel hükümeti ve özel destekçiler tarafından aday gösterilen üç üyeden oluşur.
ArtDog’a süreç hakkında değerlendirmelerde bulunan bir diğer isim küratör ve yazar Vasıf Kortun’du. “Kayyum bir küratörde ısrar etmenin anlamı yoktu” diyen Kortun şu açıklamalarda bulundu: “Detayları bilmiyorum ama İKSV’nin bienali ertelemesi hayırlı oldu. Geç de olsa, bu kararın hem bienal hem de sanat ortamı için yeni bir sayfa açmasını umuyorum. Sanat ortamının bienalin küratör seçimi ve işleyişinde yanlış yönetimine dair endişesi ve bunu ısrarla sivil bir şekilde eleştirmesi, son yıllarda örneğini görmediğimiz bir kazanıma işaret ediyor. Sanat ortamı bienalin doğal, kamusal bir bileşeni ve iki taraf da birbirine bağlı.”
Geçtiğimiz haftalarda, Bienal direktörlüğüne, pratikten gelen, vicdanlı, insanları dinlemesini bilen, iş ahlakından şüphe duyulmayacak olan Kevser Güler’in gelmesi, umut verici bir gelişmeydi. Bienal bir kez I. Irak Savaşı’ndan, bir kez de ekonomik sıkıntılardan ötürü ertelenmişti. Dolayısıyla 2024’te kayyum küratörle yapılmasında ısrar etmenin bir manası yoktu. Ama bu daha başlangıç. Yakında 51 yaşına girecek olan İKSV’nin yönetiminin şeffaflaşması ve yönetim kurulunun sadece iş insanlarından mütevellit olmaması, kültür aktörlerinin de temsil edilmesi iyi olacak.”
Son olarak açıklamalarda bulunan Zafer Aracagök, İKSV’nin çalışma şeklini eleştiriken şunları söyledi: “İKSV hakkında ve son zamanlarda gelişen eleştiriler hakkında çok fazla düşünmeme pek gerek yok sanırım. Kısaca şunları söyleyebilirim.
İKSV’yi kuruluş zamanlarından beri, türlü üniversite arkadaşlıkları aracılığıyla bilirim. Başlangıçta iyi niyetlerle başlayıp sonraları iyice kurumsallaştıktan sonra yozlaşmayan kurum yoktur. Her şeye abiler ablalar karar verir ve ne kadar çok sayıda sanatçıyla çalışırlarsa çalışsınlar sonuç fark etmez. Bu abilerin ve ablaların da gerisinde, onlardan önce verilmiş kararlar vardır ve bu kararları ne sanat ne bilgi ne de eğitim yönetir. Tek karar verici sermayedir. Bugüne kadar sanatın düştüğü bataklığa değinen bir sürü yazı yazdım. Benim mottom şu: Metafizik, düşüncenin yapıtaşıdır ama radikal düşünce o taşı yerinden söküp düşünceyi yapısız hale getirmekten geçer. Sökülen her taş otoritenin kafasını yarmadıkça heykeltraşın oyduğu bir “sanat” yapıtına dönüşür. İKSV ya da başkası fark etmez. Sanatın güzellik, estetik, çekişme, kuyu kazmaca, insan kayırmaca, fesatlık ama en çok da para ile yakından uzaktan alakası yoktur”