CHP mahallesinden izlenimler: Üçüncü yolcular da var
İyi şeyleri yok ettiysek ya da unuttuysak bi durup düşünelim. Değişimin parçası olmak için ve değiştim demek için değişmeyelim. İyi olan şeyleri geri getirelim, hayatımıza tekrar alalım.
Dönüştürmeye ve iyileştirmeye ihtiyacımızın çok olduğu şu günlerde daha kolektif işler yapmanın ve birlikte hareket etmenin gücü ve önemi daha da artıyor.
Son dönemde, hepimiz hayattaki anlamımızı keşfetmeye çalışıyoruz. Bu konuda kitaplar, yazılar okuyoruz. Notlar alıyoruz.
Hayatımızdan ve etrafımızda yaşananlardan memnun değiliz. Değişimin dışında kalıyoruz endişesi kafamızda dönüp duruyor. Hızlıca değişmek için çabalıyoruz.
Değişmek zorunda hissediyoruz, köşeye sıkışıyoruz.
İş hayatında da benzer durumlar var. Her kurum, anlamını ve değerlerini bulmak için çaba sarf ediyor. Her yeni atanan ceo ve genel müdür, işe şirketin amacını ve değerlerini değiştirerek başlıyor. İçinde yetiştiği ve yükseldiği, daha gerçek ve herkes tarafından benimsenmiş olan, yıllardır mevcut ve iyi olan değerleri değiştirerek.
Bana iyi gelmeyen ise bir şeyleri değiştirmek için yaptığımız ve daha kötü hale getirdiğimiz her şeyin adı ‘değişim’ veya ‘dönüşüm’ olabilir mi?
Ve neden değişimin gücü ve yarattığı etki daha kötüye götürse de aynı oluyor. Vay be ne değiştirdi? Eskisinden eser kalmadı. Ne güzel alışkanlıklar, davranışlar vardı, hiç biri kalmadı. Ama mecbur, değişim şart.
Her değişim iyi midir? Ya da her değişim iyi ya da kötü olsa bile alkışlanmalı mı?
İnsanlığın var olduğu dönemden beri süregelen ve olmaması durumunda daha kötüye gideceğimizi bildiğimiz yazılı veya yazısız kurallar, davranışlar, ilişkiler mesela.
Bazen değişimin o kadar da iyi bir şey olmadığını düşünürken yakalıyorum zihnimi. Okulda, işte, evde, sokakta hemen hemen yaşadığımız her metrekarede son yıllarda hızına yetişemediğimiz değişimin.
Değişimin her zaman iyi olmadığını düşündüğüm zamanlarda, aklıma yine özellikle okul yıllarımda yaşadıklarım geliyor. Bugüne dönüp bugüne baktığımda, ‘değişim her zaman iyi değildir’ dediğim zamanlar çok olmaya başladı.
Sizde eskiden yaşadığınız olayları, kuralları veya ilişkileri düşündüğünüz zaman, ‘eskiden biz şunları yapardık, maalesef çocuklarımız bunları yaşayamayacak’ diyor musunuz? Yoksa ben mi nostaljiye fazla saplandım. Üstelik hala Muazzez Ersoy değil, Büyük Ev Ablukada şarkıları dinlerken.
Tüm eğitim hayatımı devlet okullarında tamamladım. İlkokulu Eyüp Merkez, ortaokulu Eyüp Ebussuud , liseyi Pertevniyal ve üniversiteyi İstanbul Üniversitesi’nde bitirdim.
İlkokulda birden beşe kadar okul kantininin tüm satın alma ve satış işlerini biz öğrenciler yapardık. Her teneffüs bahçeye ve oyuna çıkmak yerine kantini açar ve arkadaşlarımıza en uygun fiyatlarla küçük kare camlardan istedikleri ürünleri satardık.
Günün sonunda kasa tutardık ve deftere hasılatı yazarak teslim ederdik. İlk girişimcilik hikayelerimiz oldu belki de. Çoğumuz esnaf çocuğu olduğumuz için, yaz tatillerinde ve okul çıkışlarında da ticaret hayatımız, aksamadan yıllarca devam etti. İlkokuldan bazı arkadaşlarım bugün bile baba mesleklerini severek devam ettiriyorlar.
Üniversiteyi bitirip ilk gerçek iş hayatı deneyimime başladığımda bana verilen sorumluluk ve iş seviyesi benim çocukken yaptıklarıma göre çok daha başlangıç seviyesindeydi. Çoğu zaman koca iş yerinde zekamızı test ettiklerini düşünürdüm.
Yine ilk okul yıllarımda her sene okulda bir oyun sahneye koyardı öğretmenlerimiz. Bizlerde rolleri paylaşır, sene sonunda bir ya da iki kere oynayacağımız oyuna hazırlıklar yapardık. Sadece ailelerimiz ve diğer veliler gelip izlerdi. Ama heyecanı aylar sürerdi.
Ama bana göre daha da önemlisi, okul müdürümüz İshak Bey’in ve öğretmenlerimizin, dönemin önemli tiyatro oyunlarına bilet alması ve hayatlarında hiç tiyatroya gitmemiş, anne babalarımızı, otobüsler tutarak tiyatrolara götürmesiydi. Sanırım çoğumuzun anne ve babası hayatlarında ilk tiyatrolarına ilkokulda okuyan bizlerin baskıları ile gitmişti.
Aklımda kalan tiyatrolar ise Ferhan Şensoy’un Orta Oyuncuları ve Genco Erkal’ın Tünel’deki Baro Han’ın en alt katındaki Dostlar Tiyatrosu’ydu.
Bugün Odakule’nin karşısında, katlı otoparkın olduğu yerde bulunan Devlet Tiyatroları Deneme Sahnesi’nde Ani İpekkaya’nın oyunculuğuyla ‘Cesaret Ana ve Çocukları’ adlı oyununu izlediğimizi hatırlarım. Hayatımda ilk defa yuvarlak ve dönen bir sahne gördüğüm için oyundan çok sahnenin mekanizmasını merak etmiştim. Şimdi aynı yerde ise şehrin en ucube binası duruyor.
Bugün devlet veya özel okullarda okuyan çocuklar akşam okuldan eve geldiklerinde aile büyüklerine, sizce ‘haftaya okul tiyatroya götürecek, bizde gidebilir miyiz’ diye soruyor mudur?
Okurken çalıştığınız işyerlerinde, hayatını sadece çalışarak geçirmiş sizden yaşça büyük abileriniz, sizin okumanızdan etkilenip, bende çocuğumu üniversiteye göndereceğim dediğinde ne hissedersiniz?
Yine okurken mahallede okumakta zorlanan çocukların annesinin okul dönüşü yolunuzu kesip ‘bizim çocuk matematik ve fende çok kötü, biraz çalıştırsan olur mu’ diye rica ettiğinde, okul çıkışlarında ders vermek, o gençlerin hayatına dokunmak ve başarılarından mutlu olmak, değişimin kendisi olmak demek değil miydi?
Lisede okurken Anadolu’dan gelen ve her farklı kültürden insanla birlikte olmak ve teyzesinin yanında kaldığı için ders çalışmakta zorlanan arkadaşınızı hafta sonları evinizde ağırlamak kaldı mı hala? Hatta o arkadaşınızın bugün en iyi arkadaşlarınızdan biri olması ve onun başarılarını uzaktan takip edip, alkışlamanıza tesadüf diyebilir misiniz?
Ya da sokaklarda özgürce oynadığımız, annemiz evde olmadığında komşunun kapısını çalarak karnımızı doyurduğumuz, okurken harçlık almak yerine iş çıkışları ya da yaz tatillerinde haftalık kazandığımız, bizi iyi hissettiren ve olgunlaştıran o günlerin değişmesine gerek var mıydı? Bunlar neden değişti?
İş hayatında da durum farklı değil, her gün değişim sürüyor. Tüm şirketlerin duvarlarında eşitlik, adalet, şeffaflık, kapsayıcılık, çevrecilik, duyarlılık yazıp, gerçek hayatta ve uygulamalarında niye bu konularla çok az karşılaşıyoruz?
Ya da neden çevremdeki insanların ‘çoğu’ işinden mutlu değil?
Bugün yapay zeka, bilim, teknoloji hatta uzay gibi konularımız varken geçmişte kalan değerlerimizi mi konuşmaya ne gerek var mı diyorsunuz? Bugün şikayet ettiklerin bile, yarın kalmayacak mı diyorsunuz?
O zaman neden hem kişisel hem topluluk değerlerimizi anlatırken, samimiyet, otantiklik, birliktelik, takım olma, ait olma, fayda yaratma, iyilik yapma gibi kavramlar gündemimizden düşmüyor?
Bana bu işte bir terslik var gibi geliyor. İyi olanları koruyalım, hatta unutturmamak için daha çok konuşalım diyorum. Arkadaşlarımıza, çocuklarımıza anlatalım, yayalım.
İyi olduğunu bildiğimiz, iyi hissettiğimiz alışkanlıkları ve tutumları değiştirmeyelim. Değerler çok önemli, kolay kolay değişmez. Ve yazarak değil, yaşayarak ‘değer’ olur.
Bu kavramları, sadece yeni müdür veya direktör olduğunuzda ekibinize yaptığınız konuşmalarda kullanırsanız, bir kerelik söz olarak havada uçar ve gök yüzüne yükselir. Hatta söz uçar, yazı buharlaşır. Dikkatli korumamız gerekli. Yaparak, yayarak, vazgeçmeyerek korumak gerekli. İnatla ve sabırla.
Bazen eskiden iyi yaptıklarımızı yeniden yapmaya başlamak da büyük bir değişimdir. Hata yaptığınızı anlamak ve yanlıştan dönmek de erdemdir.
İyi şeyleri yok ettiysek ya da unuttuysak bi durup düşünelim. Değişimin parçası olmak için ve değiştim demek için değişmeyelim. İyi olan şeyleri geri getirelim, hayatımıza tekrar alalım.
Vicdan, adalet, iyilik, paylaşmak, şeffaflık, hiç değişmeyecek ve hep hayatımızda kalmasını istediğimiz değerlerimiz olmalı.
İçleri boşaltılmamalı, dokunulmamalı, daha nasıl büyütürüz ve herkese bulaştırırız diye çalışılmalı.
Ve bu hepimizin işi olmalı. En önemli işimiz bu olmalı.
Evde, okulda, işte, sokakta sadece bugün için değil, var olduğumuz sürece bu değerleri yaşayarak ve anlatarak yaymaya devam.
Not: yazıyı yazmaya oturduğumda, yazının başlığı ve içeriği kafamda tamamen farklıydı. Hatta başlığı attım ve yazmaya başladım. Yazı böyle akmak istedi ve devam etti, müdahale etmedim. Yazı bittiğinde başa dönüp başlığı değiştirdim. Değişim o kadar da kötü değilmiş.
25 Kasım 2024 - Biz sizin için düşündük, itiraz kabul etmiyoruz!
21 Kasım 2024 - Risk al, duvara tosla ve Deli Dumrul ol
18 Kasım 2024 - Sana mı kaldı? Üstüne vazife olmayan işlere girme
14 Kasım 2024 - Kurumsal dünyadan yeni dünyaya geçiş atlasım
11 Kasım 2024 - Otostopçunun Galaksi Rehberi: En son ne zaman ilk defa yeni bir şey yaptın?
Tuğrul Ağırbaş Kimdir?
30 yılı aşkın süre ile Türkiye, Rusya ve CIS ülkelerinde FMCG alanında değişik görevler alan Tuğrul Ağırbaş, son 20 yıldır Efes’in global marka olma, satınalma ve birleşme projeleri ve yeni pazarlara giriş işlerini yürüten ekipte, büyüme odaklı projelere liderlik yapmıştır.
Pertevniyal Lisesi ve İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu olan Tuğrul Ağırbaş öğrenim hayatı boyunca Kapalıçarşı’da değişik alanlarda çalışarak, ticareti ve tüketici davranışlarını öğrenme şansına sahip oldu.
İş hayatına 1990 yılına Anadolu Efes’te Pazarlama uzmanı olarak başlayan Ağırbaş, sırasıyla Proje Geliştirme, Satış ve Pazarlama’da görev aldıktan sonra, son olarak da değişik ülkelerde 16 yıl boyunca Genel Müdürlük görevlerini sürdürdü.
Anadolu Efes’in Rusya operayonunu 10 yıl boyunca yönetti ve dünyanın en büyük bira pazarlarından biri olan Rusya’da satınalma ve birleşmelerle firma pazar payını ikinciliğe taşıyan ekibe liderlik yaptı. Türkiye,Rusya ve çalıştığı diğer ülkelerde büyüme odağıyla çok sayıda yeniliği ve markayı tüketicisiyle buluşturdu.
Efes Türkiye Genel Müdürlük görevini yürüttüğü dönemde ise, marka ve kurumun topluma katkısını büyütme amaçlı, pazarı büyütmeye yönelik, bira kültürü oluşturma ve inovasyon, kültür, sanat, turizm ve spor alanında çok sayıda projeye öncülük etmiş ve tüm paydaşlara katkı sağlayan stratejileri hayata geçirmiştir.
İnovasyon ve yeni ürünlerin hem hızını artırma hem de etkisini büyütme amaçlı, inovasyon ve kurum içi girişimcilik çalışmalarını yapılandırarak ve ekosistemdeki çok sayıda girişimle işbirliği kurarak, Efes’in Start-Up dostu şirket olması yönünde çalışmalara öncülük etmiştir.
Halen çalışmalarını yurtiçi ve yurtdışı şirket ve girişimlere danışmanlık ve üst düzey yöneticilere koçluk yaparak sürdürmekte olan Ağırbaş, Türkiye’de kurumsal şirketlerin, girişimci kurumlara dönüşmesi vizyonu ile 2018’de kurulan ‘ Girişimci Kurumlar Platformu’nun danışma kurulu üyesi ve başkanıdır.
2022 sonunda, ortağı Zeynep Kurmuş ile birlikte, 40+ yaş ve kurumsal deneyimi olanlar için, birikmiş deneyim ve tecrübelerin yeni işlere ve girişimlere dönüşmesini sağlayan, üretim ve paketleme kampı Genwise girişimini hayata geçirmiştir.
Köylerde, çocuktan başlayarak tüm topluma yayılacak yenilikçi bir eğitim anlayışını hayata geçirmek için 2016’da kurulan Köy Okulları Değişim Ağı- KODA’nın yönetim kurulunda görev almaktadır.